Yeni Kissadan hisse

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Zülkarneyn Aleyhisselâm ordusuyla gece yolda giderken ordusuna:
- Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verir.
Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:
-Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri
toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım,
diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.
İkinci grup ise;
- Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet
etmeyelim. Zira ordunun komutanına itaat etmek gerekir, diyerek az bir
şey topluyorlar.
Üçüncü grup ise;
-Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmet vardır, diyerek bütün abalarını ağzına kadar
doldururlar.
Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden
geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına
varamamışlar.
Bunu anlayınca:
Hiç almayan birinci grup;
-Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke
alsaydık! Bir tane bari alsaydık diyerek pişman oluyorlar.
Az alan ikinci grup ise;
-Ah ne olaydı da biraz a fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise:
- Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok
toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık diyerek,
fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi
ağıtlarda bulunacak.
Kafir olan;
- Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik, ebedi
cehennemden kurtulsaydık,
Mümin, fakat az sevabı olan;
-Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar
olsaydım.
Mümin,çok sevabı olan ise;
-Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım,
biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım... diyeceklerdir.

Rabbim bu misallerden ders almayi nasip etsin
Amiin
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman , Süleymaniye camisini yaptırırken ; fetva vermiş.Demiş ki Süleymaniye
camiisi yapılırken ; mimarından işçisine kadar hiç kimse bir dirhem yardımı kabul etmesin.
Hepsiniben üstleniyorum.Velhasıl camii inşaası bitmiş..Açılışı yapmışlar ve Kanuni o gece bir rüya görmüş..
Rüyasında kıyamet kopmuş.Mizan kurulmuş , hesaplar yapılıyor..
Ve Terazinin bir kefesinde Süleymaniye Camii ; diğer kefesinde ise bir Kazan Ayran " tartılıyor. Bakıyor ki o bir kazan ayran ;Süleymaniye camiisinden daha ağır geliyor.
Gözlerine inanamıyor..Kanuni rüyadan sonra kan , ter ile sabahı zor ediyor..
Sabaha tüm vezirlerini toplayıp ferman veriyor.O camiide çalışan herkes huzura getirilsin ! diye.Derken herkes bulunuyor ve Kanuni soruyor.
Size dışarıdan hiç bir şey almayın diye ferman verdiğim halde ,kim başkasından yardım aldı,diyerek hışımla çıkışıyor.O bir kazan ayranın kim tarafından getirildiğini soruyor.
Derken ; çalışanlardan biri anlatıyor.
Hünkarım cami inşaatına , yaşlı bir kadın gelirdi.Bize selam verir , hal hatır sorardı.Elinden bir şey gelmese de yardım etmek isterdi. Ve hep dua ederdi.Ayranı da o kadın getirdi diyor.
Kanuni ferman veriyor..
Tez vakit o kadını huzura getirin diye..
Kadını buluyorlar ve huzura getiriyorlar.
Kadına söz hakkı veriyor Sultan Süleyman.
Kadın diyor ki ;
Hünkarım ,ben aciz , fakir ve yaşlı biriyim.Sizin eserinizi yapanlara Allah rızası için Dua ettim ve ayran verdim.
Hatta o ayranı yaptığım yoğurdu da komşumdan aldım.Allah rızası için de işçilere dağıttım..
Kanuni kadına şunu söylüyor..
Ey kadın ;
Sana mahcubum. Benim caminin sevabına karşı ; o bir kazan ayranın sevabını değişelim mi ?
Sonuç olarak ;
Kimin ne yaptığının veya yaptığı iyiliğin önemi vederecesinin Allah katındaki tek kıstası ; ne kadar büyük olduğu değil ; ne zorluklara katlanılarak ne niyetle yapıldığıdır.. Zorda da Olsanız İyilik Yapmaktan ve Dua Etmekten Asla Vazgeçmeyin..
Kim bilir ;
Belki de saf bir kalp ile ettiğiniz dua , başkasının kaderini değiştirir..
Belki de yaptığınız bir iyilik Süleymaniye den bile daha büyüktür..
Allah bilir.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Hikâye odur ki fakir, sefil, zelîl bir berdûş, o zamanların en zengin, en mamur, en görkemli kenti olan Basra'ya gelir. Dükkan dükkan, hane hane gezer de bir parça ekmek, bir kap yemek dilenir. Veren olmaz. Sonunda kasabın biri ya fakirin hâline acıdığından ya da onu başından savmak için adamcağızın önüne bir parça et atıverir. Ee, bu kez de dilencinin eti pişirmesi gerek, çiğ çiğ yiyemez a! Lakin ne çırası var ne taşı (O vakitler kibrit nerede?). Tekrar kapı kapı gezip çıra aramaya, bir parça köz ateş istemeye başlar. Yine kapı duvar. Dilenci ellerini açıp başlar duaya:
"Ya rabbi ateş!"
Daha cümlesi bitmemiştir ki Basra'da cehennem nârı gibi kıvılcımlar saçan bir yangın çıkıverir. Basralılar can derdindeyken aç adam ne yapsın, bir köşede etini pişirmeye başlar. O telaşede kızgın biri yanına gelerek çıkışır: "Demek aradığın ateşi sonunda buldun ha?!" "Evet," der, dilenci "buldum. Ba'de harâb-il-Basra!" (Basra harap olduktan sonra!)
Bu deyim o gün bugündür dillerde döner. İş işten geçtikten, giden gittikten sonra teşekkürün de tebriğin de ödülün de ne anlamı olur? Basra harap olmuş, yıkılan yıkılmıştır. Varsın et de çiğ kalsın.
Bilirsiniz, böyle "kıssalar" vâkıâ değil, çoğu zaman hiç olmamış olayların deyime yakıştırılmasından doğar. Mesele "kıssa"sı (hikâyesi) değil, "hisse"sidir (öğüdü).
 
Üst