Kazalarla Hakk’a yürüyenler…

iNŞiRaH

Uzman Üye
Kademeli
kazalarla-hakka-yuruyenler-adanmis-ruhlar-onden-gidenler.jpg


Ziyaretten dönüyorlardı. Öğretmen bir arkadaşlarının evinde bir araya gelmiş, o eski/ o güzel hatıraları yâd etmişlerdi. Nihayetindeyse sözü Hakka getirip, sohbet-i canan ile muhabbetlerini hitam-ı miske erdirmişlerdi. Ayazlı gecede bile ışıldayan gözlerindeki huzur okunabiliyordu. Direksiyon başındaki Abdurrahman Bey arkadaşlarını evlerine, yollarını bekleyen ailelerine ulaştırmak için elini çabuk tutarken; o tatlı sohbet, araba içinde/ kaldığı yerden devam ediyordu.

Gecenin bu ilerleyen vaktinde yağmur hafiften atıştırmaktaydı. Zemin iyiden iyiye kayganlaşmıştı. Haliyle, daha dikkatli olması gerektiğini hissetti.
Karşıdan bir araç yaklaşıyordu hızla… Ters yönden yola girmiş ve zikzaklar çiziyordu. Kendilerine iyice yaklaşmış ve çarpmalarına ramak kalmıştı. Gayri ihtiyari direksiyonu sağa kırmıştı. Bu hamle ile otomobil iyice kenara gelmiş ve sağ taraftaki tekerleri mucura kaptırmıştı. Paniklemiş ve firene basıvermişti. Direksiyona her ne kadar hakim olmaya çalışsa da yağmurdan kayganlaşan asfaltta, kontrolden çıkmış bir şekilde savrulmaktaydılar.
Her namazdan sonra yaptığı tesbihatlarında günde bilmem kaç kere: “Allah’ım, beni cehennem azabından koru..! Allah’ım beni cennetine kavuştur!” diye dillendirdiği o mukadder öbür alemi, her zamankinden daha yakın hissediyordu Abdurrahman Bey…

-Yoldan çıkan araba -fireni sonuna kadar basılı olmasına rağmen- oradaki bir binanın yan duvarına 80 Km hızla çarpmıştı. Araç kendi ağırlığının 30 katı kadar bir kuvvetle frenlenmişti… *
-Çarpışmadan 26 milisaniye sonra ön tamponlar araca gömülmüştü. Abdurrahman Bey haricindekilerin kemeri takılı olmadığından, onlar da 80 km sürat ile araç içinde harekete devam etmişlerdi.
-39 milisaniye sonra sürücü mahallindeki Abdurrahman Bey, koltuğuyla beraber 15 cm öne doğru fırlamıştı.

İşte o an ömrünün film şeridi, boşalan bir saat zembereği gibi hızla gözlerinin önünden geçip gitmişti. Arkadaşları, kendisinden feyz uman talebeleri ve ailesi…
Evden çıkarken kendisini uğurlayan eşinin munis yüzü belirdi:
“Gelirken açık bir yer bulursan küçüğe mama almayı unutma” demişti. Beş yaşına girecek olan oğlu bacağına sarılınca da: “Artık oğluna da tatlı bir şeyler alırsın” diye eklemişti eşi tebessümle. Evet oğlu, biricik oğlu! Küçük masum yüzü, zeka ışıltılı gözleri…

Göğüs kafesiyle 44 milisaniye sonra direksiyona çarparken, yavrusunun onsuz büyümek zorunda kaldığı düşüncesi saplantı zihnine!
- 50 milisaniye sonra araç ve içindekiler üzerinde tesirini gösteren yavaşlatıcı kuvvet, kendi ağırlıklarının 80 katı bir büyüklüğe ulaşmıştı.
-68 milisaniye sonra Abdurrahman Bey 9 tonluk bir kuvvetle gösterge paneline, 92 milisaniye sonra ise yanındaki İhsan Bey’le beraber aynı anda kafasını ön cama çarpmıştı. Günlerdir ilk çocuğunu heyecanla beklemekte olan İhsan Bey, o hızla camdan dışarıya fırlamıştı.
- 100 milisaniye sonra direksiyon tarafından tutulan Abdurrahman Bey, tekrar aracın içine düşmüş ve o anda ölmüştü! 110 milisaniye sonra da araç geriye çekilmeye başlamıştı.
- 113 milisaniye sonra sürücünün arkasında oturan Selim Bey, Abdurrahman Bey’in seviyesine yükselmiş ve o da başından hayat karartan bir darbe almıştı. Nişanlısının hayali gözlerinden kayıp giderken, evlilik umutları da sönüp gitmişti kana bulanan gözlerinde…
- 150 milisaniye sonra tekrar sessizlik egemen olmuş; cam, çelik, plastik parçaları yere saçılmıştı.
- 200 milisaniyeden daha kısa bir süre içerisinde her şey olup bitmişti!
- Bu kaza felaketinden ortaya çıkan enerji inanılmazdı; 80 km hızda ortalama 1 ton ağırlığındaki bir otomobili 30 metre ileriye fırlatabilmişti…

Ters bir şekilde, karşı yola yığılıvermişti araç… Deposu alev alan ve büyük bir gürültü ile patlayan araba, içindekilerle birlikte cayır cayır yanmaya başlamıştı. Patlamanın şiddetinden, yakında bulunan evlerden bir kaçının alt katlarındaki camları kırılmıştı. Arabadan savrulan birkaç parça, yolda geçenlere denk gelmiş ve ağır şekilde yaralanmalarına sebep olmuştu.
Neyse ki itfaiyenin gelmesi uzun sürmemişti. Bir güvenlik çemberi oluşturulmuş ve hemen köpüklü su sıkılmıştı yanmakta olan araca… Tehlikenin daha fazla büyümesinin önü alınmıştı nihayet. Ambulans da gelmiş, görevliler enkaz altından yolcuları çıkarmışlardı. Bedenler, şiddetli ısıdan adeta kömürleşmişti.

Şoför mahallindeki zatı, yerinden çıkarıp üzerine hafiften yağmurun çiselediği asfaltın üzerine yatırdılar… Onun halinde bir tuhaflık vardı. Elbisesi, cesedi yanmış olmasına rağmen kalbinin olduğu mahalde hiçbir yanık izi yoktu. Hatta, her tarafı kül eden yangının alevleri tüyünün bir tanesine bile zarar verememişti.
Bu durumu müşahede eden ambulans görevlilerinden birisi arkadaşına seslendi:
-Hikmet Bey, gelir misiniz bu tarafa!
-Hayırdır, ne oldu, diye sordu Hikmet Bey, mübarek cesedin olduğu yere doğru seğirtirken.
-Sen hiç böyle bir şey görmüş müydün? diye sordu Özkan Bey, işaret parmağı ile yanmayan bölgeyi göstererek…
Dikkatle bakan Hikmet Bey’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı; ateşin yakmaya kıyamadığı Hz.İbrahimvari kalpler..! Olduğu yere çömeldi kaldı. Çoğu zaman dualı gördüğü Hikmet Bey’in dudakları kıpır kıpırdı şimdi ve ela gözlerinde yaşlar süzülüyordu.
Bu manzaranın bir şekilde Hikmet Bey’in elim bir acısını tekrar hatırlattığını tahmin edebiliyordu. Onu teselli edecek sözler aradı Özkan Bey, ama bulduğu bütün kelimeler kifayetsiz ve kuru geldi, omzunu kuvvetle sıkmakla yetindi sadece.
Hikmet Bey kavrulan o bedeni kucaklayıp sedyeye bırakırken:
-Bu da öyleymiş diyordu, evet bu da öyleymiş!
Bunları söylerken gözlerindeki ürkütücü ve heybetli parıltıyı fark eden Özkan Bey:
“Nasıl?” diye sormak istemiş ama, bu cesareti kendinde bulamamıştı. Ambulans arabaları kedere boğulan gecenin ortasında giderken Hikmet Bey’in bakışları aylar önce vuku bulmuş bir hadisenin tablosunda kaybolup gitmişti. Bir tanığının kızının kazası. Haberlerde de yer almış acılı bir hadise…
Oradaydı adeta; o tanıdığının yanında, üniversitede okuyan o masumu uğurluyorlardı… Bayram tatilini ailesi yanında geçiren kızcağız geri dönüyordu, okuluna ve birlikte kaldığı kendisi gibi yağmur damlası saflığındaki arkadaşlarının yanına…
Sonra o elim kaza haberi! O gül goncasını da taşıyan otobüs –yine böyle bir gece vakti- denize uçmuştu, pak naşı bütün aramalara rağmen bir türlü bulunamamıştı. On dört günlük bir aramanın neticesinde kilometrelerce ötede çıkarabilmişlerdi denizden.
Bulduklarında arkadaşı eşiyle oradaydı. Merhumenin üzeri beyaz bir örtüyle örtülüydü. Eşi, örtüyü araladığında kızlarının terü taze ve hiç bozulmamış naşıyla karşılaşmışlardı. Aradan geçen on dört güne rağmen hâlâ burnundan taze kan geliyordu. Arkadaşının eşi/ o kederli anne, yanlarında bulunan bir şahsa dönmüş:
-Doktor hanım bak, kızım sapasağlam.. diyordu hıçkıra hıçkıra! O ise, eşinin yanında metanetli durmaya çabalıyor, göz yaşlarını içine, bağrının yanan közlerine akıtıyordu. Ciğeri, ciğer paresi yanmıştı…
Arkadaşı, kızcağızının yanına çömelmişti, az önceki naşın yanına çöktüğü gibi… Uykudaymışçasına sakin ve huzurlu yatıyordu biricik kızı. Islanan başörtüsünde gezdiriyordu elini. Her sabah:
-Hadi kızım vakit geçiyor, diye başına dokunarak uyandırdığında, fırlayıp namaza yetişmesi gibi kalkıverecekti sanki…
Elbisesi dağılmamıştı, başörtüsü hâlâ sımsıkı başındaydı ve başörtüsünden aşağıya bir kulaklık kablosu uzanıyordu. Sular onu yuttuğunda demek walkman dinliyordu. Arkadaşı aletin kapağını açtığında bir vaaz kasedi çıkmıştı içinden. Allah yolunda şehit düşenlerden, Hz.Mus’ab’dan bahsediliyordu bu kasette… (Sonraki günlerde bu kasetin bir yenisini alan arkadaşı evinde kim bilir kaç yüz kere dinlemiştir, tekrar be tekrar.)
Yanından ayırmadığı dua kitapçığı cebindeydi yine o kızcağızın. O dua kitabını çıkarıp göğüs hizasındaki cebine koymuştu dostu ve o gün bugündür de hiç yanından ayırmamıştı; kızının yegane ve en mânâlı yadigârını..!
-Bu da öyleymiş diyordu yine Hikmet Bey, bu da öyleymiş!
O kızcağız boğularak, bu meçhul zat ise yanarak… İkisi de aynı hâl üzere Yaradan’a ermişlerdi.
Pür dikkat aracı süren Özkan Bey, gözünün yan ucuyla ona bakıyor, bu sözlerden bir mânâ çıkarmaya çalışıyordu hâlâ…
Hikmet Bey cebinden o dua kitapçıklarından birini çıkarıp okumaya başladı. Bazı tekrar yerleri vardı ki, buralara geldiğinde, sesi bilinç dışı biraz yükseliveriyordu, bir inleme misâli:
“Aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddes olan Allah’ım;
Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman!
Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.”

Amin

Bu hikaye, şahsımı derin üzüntülere boğan yaşanmış iki hadiseden yola çıkılarak yazılmıştır. Trafik terörüyle Yaradan’a vasıl olan bütün şehitlerin ruhları şad, mekanları cennet olsun inşallah, amin! Bu tür felaketlerin bir daha hiç yaşanmaması ve de emniyet kemerini takmak suretiyle bir nebze olsun tevekküle bir yerden tutunulması temennileriyle…!

* Buradaki teknik bilgiler kurgu olmakla birlikte, bu sahada yapılmış deney verilerine dayanılmaktadır. Ayrı bir tablo olarak sunmaktaki maksadımız; bu hadise vesilesiyle kazalarda meydana gelen anlık korkunç gelişmeleri akıllara daha net nakşedebilmektir.


Ömer Samil Kafkas
 
Üst