Itikadî fırkalar

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
İslâm tevhid dinidir. Tevhid, Allah'ı zâtında, sıfatlarında, fiillerinde birkabul etmek, onu yegâne tapınılan varlık olarak tanımak demektir. Bu anlayışırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün müslümanları birlik veberaberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde müslümanlarınbirlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve busonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu âyetler bu hususu vurgulamaktadır:"Hepiniz Allah'ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıpayrılmayın" (Âl-i İmrân 3/103), "Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Birbirinizleçekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız" (el-Enfâl 8/46). Fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmazise de, bu serbesti, müslümanların bölünmesine yol açmama şartı ile sınırlıdır.Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Siz kendilerine apaçık âyetler vedeliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın" (Âl-i İmrân,3/105). Âyete göre sosyal anlamdaki parçalanmanın yanı sıra, hakkındaapaçık âyet ve deliller bulunan iman esaslarının, İslâm'ın şartlarının ve farzveya haram oluşu kesin delille sabit olmuş diğer dinî hükümlerin müslümanlararasında çekişme konusu yapılması câiz değildir. Ancak yorumamüsait olan hususların anlaşılması çerçevesinde farklı ilmî görüşler ortayakoymak serbesttir. İşte İslâmî mezhepler bu noktada kullandıkları metot veanlayış farklılıklarından doğmuştur. Nitekim fıkhî konularda farklı sonuçlaraulaşmak genellikle müsamaha ile karşılanmış, rahmet olarak telakki edilmişve hatta Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiştir (bk. Ebû Dâvûd,“Akzıye”, 11; Müsned, V, 230, 236).Bilindiği gibi Hz. Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlar arasındaortaya çıkan ihtilafların bir kısmı siyasî bir kısmı da fikrî sebeplere dayanıyordu.Ancak siyasî nitelikli ihtilâflar da zamanla fikrî ve dinî şekillere bürünmüşve akaid sahasını ilgilendiren meseleler arasına girmiştir. Böylecedaha ilk dönemlerde Hâricîlik ve Şia gibi siyasî-itikadî mezhepler ileMu’tezile ve Mürcie gibi çeşitli itikadî mezhepler ortaya çıkmıştır. İtikadîalanda ortaya çıkan mezhepler daha çok tevhid, kader, iman-amel ilişkisigibi temel konular çerçevesinde Allah’ın sıfatları, müteşâbih ayetlerin anlaşılması,ru’yetullah, Allah’ın irâdesi, amelin imandan bir cüz olup-olmamasıgibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür.Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanlarınyetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını,bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş,kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna "Benim ve ashabımın yolunuizleyenler" (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 17) cevabını vermiştir.Hadiste bir isimlendirmeden ve belirlemeden ziyade müslümanlarınayrılık ve çekişmeye düşmesi halinde bundan herkesin zarar göreceğineişaret vardır. Ancak hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ve "ateşte olanlar"ayırımı göz önünde bulundurularak bütün mezhepler kendilerinin ‘kurtuluşaeren grup’ yani ‘fırka-i nâciye’ olduğunu iddia etmiştir. Kur’an’da “Her fırkakendi görüşünden memnuniyet duymaktadır” (Mü’minun, 23/53; Rûm,30/35) şeklinde de anlamlandırılan ayetlerin işaret ettiği olgu çerçevesindeher grup kendini doğru yolda görerek ‘hak ehli’ olarak nitelendirmiş, muhaliflerinin ise sonradan ortaya çıkan bid’at grupları olduğunu savunmuştur.Bu çerçevede Ehl-i sünnet alimleri de mezhepleri Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid‘atolmak üzere ikiye ayırarak incelemiştir.Ehl-i sünnet dinî literatürde, dini anlama ve yaşamada Allah'ın kitabını veHz. Muhammed'in sünnetini rehber edinen ve sahâbenin yolunu izleyen ümmetçoğunluğu anlamında kullanılan bir terim olmuştur. Bu grup mensuplarısünnete bağlı oldukları ve cemaat ruhundan ayrılmadıkları düşüncesiyle kendilerini"Ehl-i sünnet ve'l-cemâat" adıyla da anmış, "ehl-i hak" terimini de çoğunluklaEhl-i sünnet anlamına kullanmıştır. Erken dönem hadis kaynaklarındaEhl-i sünnet tabiri görülmemekle birlikte sünnet ve cemaat kelimelerinerastlanmaktadır. Ehl-i sünnet de, hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ifadesindenhareketle kendisini "fırka-i nâciye” olarak nitelendirmiştir.Ehl-i sünnet, Allah'ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamberlik,mûcize ve keramet, şefaat, haşir ve âhiret gibi İslâm akaidinin temelkonularında fikir birliği içinde olmakla beraber, bu konuların detaylarında,izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere de sahip olmuş, bu sebeple kendiarasında, Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye olmak üzere üçe ayrılmıştır.Selefiyye'ye "Ehl-i sünnet-i hâssa", Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye'ye "Ehl-i sünnet-i âmme" denildiği de olur. Ehl-i sünnet'in üç mezhebi arasındaki görüşayrılıkları Ehl-i sünnet'in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etmeyensınırlar içinde kalmıştır. Bugün dünya müslümanlarının % 90'dan fazlasıEhl-i sünnet anlayışına bağlıdır.Ehl-i bid‘at kelimesi, sözlükte "dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler"anlamına gelirken, Ehl-i sünnet alimlerince dinî literatürde,akaid sahasında Hz. Peygamber'in ve ashabının sünnetini terkederek, onlarınizledikleri yoldan ayrılan, İslâm ümmetinin çoğunluğunu yani ana gövdesinioluşturan Ehl-i sünnet'e muhalefet eden mezhep ve gruplar anlamındakullanılmıştır. Ehl-i sünnet alimleri Galiyye, Bâtıniyye gibi mezheplerinbir kısmını, görüşleri itibariyle İslâm ve iman çerçevesinin dışında gördükleriiçin; Hâriciye, Mu‘tezile ve Şîa gibi diğer bir kısmını da İslâm dairesi içindeve İslâm ümmetine mensup yani ehl-i kıbleden görmekle birlikte sünnete veçoğunluğun genel kabul ve çizgisine aykırı bir yol izlemeleri sebebiyle eleştirmişlerdir.

Kunfeyekun.Org
Kaynak:Diyanet İlmihali
 
Üst