İslam sünnetsiz yaşanabilir mi?

ma'vera

Emektar
Özel Üye
İslâm tarihi içinde sünneti kaynak olarak kabul etmeyip inkâr eden herhangi bir mezhep mevcut olmamıştır. Sünnetin şer’î delillerden olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak sünneti prensip olarak kabul etmekle beraber, onun yazılı belgeleri demek olan hadislere yer yer itiraz eden kişi ve gruplara rastlanagelmiştir. Bu itirazlara gerekçe olarak da Kur’ân-ı Kerîm’in ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Meselâ ashâb-ı kirâmdan İmrân İbni Husayn radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri:
— Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur’ân’dan bahset! demiştir. Bunun üzerine İmrân:
— Sen ve senin gibiler Kur’ân’ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana, namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim, diye çıkışmıştı.
Daha sonra İmrân, adama Hz. Peygamber’in zekât konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine:
— Beni ihyâ ettin, Allah da seni ihyâ etsin! dedi.
Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki “Bu adam daha sonra müslümanların fakihlerinden oldu” (Hâkim, el-Müstedrek, I, 109-110).

Bu satırlardan anlaşılacağı üzere, sünnetler hayatımıza rehber olmadan , tam olarak istikameti bulmak mümkün değildir. Günlük hayatta karşılaşabileceğimiz sıradan , basit olaylar ve davranışlar hakkındaki hüküm ve görüşlerde bile, yalnızca Kur'ân-ı Kerîm'i kaynak olarak tanımak ,başlı başına bir hatadır.Çünkü, dünyaya ait fenlerde ve işlerde dahi odalar dolusu kitap yazılıp ancak meram ifade edilirken,ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün o vasi ve ehemmiyetli meseleleri , ana hatlarıyla insanın basit fehmine ve basiretine uygun olarak bir kitapta toplanması bile büyük bir mûcize iken, bu meselelere ait teferruatı dahi Kur'ân-ı Kerîm'de aramak, vicdan sahipleri için insafsızlık değil midir?

Evet, Bedi'üzzaman hazretleri de, Lema'lar isimli eserinde sünnete tebâiyetten şöyle bahsetmiştir:

ÜÇÜNCÜ NÜKTEBu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.İşte, o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle,tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahatmıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum,tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. İşte o zamanlarımda İmam-ı Rabbânînin hükmünü bilmüşahede tasdik ettim.
(Lem'alar,11. Lem'anın 3. Nüktesi)

Bu durum gayet açık gösteriyor ki, İmam-ı Rabbânî , Bedi'üzzaman ve daha bunlar gibi sayısız ehli hakikatın beyanları böyle ise, bizim gibi, hakikatleri anlamak ve yaşamaktan aciz bîçarelerin sünneti rehber etmedeki tereddütlerini anlamak mümkün değildir.



Nitekim, Allah (c.c) Âl-i İmrân sûresi 31. ayetinde:

"De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
buyurmuş, Allah'ı sevmenin ve kendini ona sevdirmenin yolunun, onun Rasûlüne itaat etmekten geçtiğine dikkati çekmiştir. Ve yine Bedi'üzzaman, aynı adlı eserinde, sünneti seniye bahsinde,yukarıdaki ayetin yorumunu, şu şekilde ifade etmiştir:

1âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat’î birkıyasıdır. Şöyle ki:Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür.” Menfi netice için deniliyor: “Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice kat’îdirler.

Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa,Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesineittibâı intaç eder.Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur."


Bu kadar güzel ve Bedi' bir izahatın ardından ,hangi evham ve şüphenin haddi olabilir ki, itiraz elini uzatsın?....
 

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Allah razı olsun mavera43, hal böyle iken bu sünnet düşmanlarının konuştuklarıda nedir, nasıl olurda sadece kur'an-ı kerim'i delil sayıp sünneti saymazlar, onlara zaman ayırmak İhsan Şenocak hocamızın dediği gibi "zaman kaybı"dır.
 
Üst