İslâm Kardeşliği

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

Hicretin Birinci Yılı

İslâm Kardeşliği
Ashâb-ı Suffe:

Mescid-i nebevî'nin, kıble tarafına göre arka sol köşesine; etrafı açık, üzeri hurma dalları ile örtülü bir gölgelik yapıldı. Evi, âilesi bulunmayan müslümanların yoksulları burada yatıp kalkıyorlardı. İşte Suffe denilen bu yerde yatıp kalkanlara "Ashâb-ı suffe" adı verilmiştir. Sayıları azaldığı da çoğaldığı da oluyor, yetmiş ile dört yüz arasında değişiyordu. İçlerinden evlenen, vefat eden, sefere çıkan olursa sayıları azalırdı.

Suffe ashabı çok fakir kimselerdi. İş buldukları zaman çalışırlar, kimisi de iplerini alıp odun getirirler, kendi ellerinin emeği ile geçimlerini sağlamaya çalışırlar, aza kanaat ederlerdi. Fakir ve muhtaç oldukları halde hiç dilenmezlerdi. Karınları çoğu zaman aç, fakat gönülleri toktu. Resulullah Aleyhisselâm onların ihtiyacını herkesin ihtiyacından önce düşünür, tâlim ve terbiyeleri ile yakından ilgilenir, kendisine gelen hediyelerden onlara da gönderirdi. Her akşam bir kısmını kendi sofrasına alır, bir kısmını da Ashâb-ı kiram arasında dağıtırdı. Bunlar her bakımdan müslümanların misafirleri sayılıyordu. Hâli vakti yerinde olanlar kendilerini görüp gözetirler, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar, akıllara durgunluk verecek derecede yardımda bulunurlardı. Sa'd bin Ubâde -radiyallahu anh- sofrasında bazen seksen kişiyi doyurduğu olurdu.

Resulullah Aleyhisselâm zaman zaman onlara şöyle buyururdu:

"Eğer Allah katında sizin için neler hazırlandığını bilmiş olsanız, yoksulluğunuzun ve ihtiyacınızın daha çok olmasını isterdiniz."

Ticaretle veya çiftçilikle uğraşan müslümanlar namaz vakitlerinde Resulullah Aleyhisselâm'la buluşurlar, namazlarını kıldıktan sonra işlerine giderlerdi. Ashâb-ı Suffe ise dâima mescidde bulunurlar, Resulullah Aleyhisselâm'ın huzur-u saâdetlerinden ayrılmazlar, dinin bütün inceliklerini öğrenmeye çalışırlar, gecelerini ibadetle, Kur'an-ı kerim okumakla geçirirlerdi. Çoğu zaman oruçlu bulunurlardı.

En çok Hadis-i şerif rivâyet eden Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- bunlardandı. Resulullah Aleyhisselâm'dan hiç ayrılmaz, söylediklerini can kulağı ile dinler ve bellerdi. Hele Resulullah Aleyhisselâm'ın duâsına nâil olduktan sonra her işittiğini taşa yazar gibi beller olmuştu.

Resulullah Aleyhisselâm'ın tayin ettiği muallimler Ashâb-ı Suffe'ye Kur'an-ı kerim öğretir, dini bilgiler verirlerdi. Medine hâricinde yeni müslüman olan kabilelere İslâm dinini öğretmek için bir muallim göndermek icabettiği zaman da, Resulullah Aleyhisselâm bunların içinden yetişmiş olanları seçip gönderirdi. -radiyallahu anhüm ecmaîn-



Ensâr'dan Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh- Ehl-i Suffe'ye fahrî olarak yazı ve Kur'an-ı kerim öğretmek için vazifelendirilmişti.

Bu hususta der ki:

"Ben Ehl-i Suffe'den birçok kişilere yazı ve Kur'an öğretirdim. İçlerinden birisi bana bir yay hediye etmişti. Kendi kendime: 'Bu kıymetli bir mal değildir, ben bununla Allah yolunda ok atarım.' diye düşündüm. Yine de gidip bu durumu Resulullah Aleyhisselâm'a arzettim.

"Eğer boynuna ateşten bir çember takınmayı arzu edersen kabul et!" buyurdu" (İbn-i Mâce)

Resulullah Aleyhisselâm Kur'an-ı kerim muallimi Ubey bin Kâ'b -radiyallahu anh-in bir sorusuna da aynı şekilde cevap vermiştir.



Diğer Mescidler:

Resulullah Aleyhisselâm mahallelerde ve kabileler içinde müslümanların sayısı artınca buralarda mescidler inşâ edilmesini emir buyurdu. Kısa bir müddet sonra Medine ve çevresinde birçok mescidler yapıldı. Buralarda vakit namazları kılınmakla birlikte, Cuma namazı yalnızca Mescid-i nebevî'de kılınıyordu.

Bunların bir kısmında Resulullah Aleyhisselâm da namaz kılmış, bunlardan bazılarının yeri ve kıblesi bizzat kendisi tarafından tespit edilmiştir.

Daha sonraları ise İslâm'ın yayıldığı her yerde bir mescid yapılmasına ihtimam göstermiştir.



İslâm Kardeşliği:

Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye gelişinin ilk günlerinde bir yandan Mescid-i nebevî'yi inşa ederken, bir taraftan da müslümanlar arasında kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmeye çalışıyordu.


Mekkeli müslümanlar dinleri uğruna mal ve mülklerini terkederek Medine'ye göç etmişler ve "Muhâcir"olmuşlardı. Medineli müslümanlar da kendilerine sığınan bu Muhâcirler'i bağırlarına basmışlar, her türlü yardımı yapmışlar ve"Ensâr" adını almışlardı.

Zaten Medine'liler Muhâcirler'i daha ilk geldikleri gün evlerine almak için birbirleri ile yarışa girmişler, onları paylaşamadıkları için kura çekmek zorunda kalmışlardı.

Resulullah Aleyhisselâm Ensâr ile Muhâcirler arasındaki sevgi ve samimiyeti güçlendirmek için, her iki tarafın da bütün âile reislerini topladı. Daha sonra da bir Muhâcir ile bir Ensâr'ı mizaçlarına uygun olarak hak ve eşitlik esasına göre birbirleriyle kardeş yaptı.

Kurulan bu kardeşlik antlaşması neticesinde Medineli âilelerden her birinin reisi, Mekkeli müslümanlardan bir âileyi alıp evlerine götürdüler. Kardeşlerini mallarına ortak ettiler. Bu kadarla da kalmadılar: "Yâ Resulellah! Hurmalıklarımızı da Muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır."dediler.

Resulullah Aleyhisselâm: "Hayır öyle olmaz!" buyurdu. Ensâr bir başka fikir ileri sürdüler. "Muhâcir kardeşlerimiz tımar ve sulama işini yapsınlar, biz de ekip biçeriz, sonra da çıkan mahsulü aramızda pay ederiz."dediler. Resulullah Aleyhisselâm bunu uygun buldu. İki taraf da: "İşittik ve itaat ettik!" diyerek bu tensibe râzı oldular.

Resulullah Aleyhisselâm bu kardeşlikle, iki taraf arasında mânevî bir alış-veriş köprüsü kurmuş oldu. Onlar maddî bakımdan Muhâcirler'e yardımcı olurken, çeşitli işkence imtihanlarından başarı ile geçen Muhâcirler; Allah'ın dininde sebat dâvâsında edinmiş oldukları tecrübeleri Ensâr kardeşlerine aktarıyorlardı.

Kardeşler birbirine o kadar bağlandılar ki; öz kardeşlikten de ileri, emsalsiz bir kardeşlik husûle geldi. Yalnız sağlıklarında değil, vefatlarında bile bu kardeşler birbirlerine vâris oluyorlardı. Ancak bu hüküm, Bedir savaşından sonra nâzil olan bir Âyet-i kerime ile kaldırıldı. Muhâcirler'in her biri ellerinden gelen gayreti göstererek, mümkün oldukça kimseye yük olmamaya çalışıyorlardı.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında

birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

Hicretin Birinci Yılı

İslâm Kardeşliği (2)

Ensâr'dan Said bin Rebi -radiyallahu anh-in mânevî kardeşi Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh-e yaptığı teklif ne kadar arza şayândır.

"Ben malca Ensâr'ın en zenginiyim, malımın yarısını sana ayırdım. İki zevcem var, tercih edeceğin birisi ile evlenebilmen için onu boşayacağım!"

Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh-in verdiği cevap da teklif kadar arza şâyan:

"Allah malını da zevceni de sana mübarek eylesin. Benim onlara ihtiyacım yok. Sen bana sadece şehrin çarşısını göster!"

Sa'd -radiyallahu anh- de onu Kaynuka çarşısına götürdü. Abdurrahman -radiyallahu anh- böylece ticarete başladı. Borçla biraz yağ peynir gibi şeyler aldı, az bir kârla sattı. Bu işi birkaç defa tekrarladı. Resulullah Aleyhisselâm'ın, malının bereketlenmesi için duâsını da aldığından, kısa zamanda Medine'nin sayılı tüccarları arasına girdi.

Zamanla yedi yüz deveyi yükleriyle beraber Allah yolunda tasadduk etmişti.



Muhâcirler'in her biri kendilerine göre birer iş bulmuşlardı. Ebu Bekir -radiyallahu anh- elbise dükkânı açmıştı. Ömer -radiyallahu anh- de ticaretle meşguldü, ticareti İran'a kadar uzanmıştı. Osman -radiyallahu anh- ise Kaynuka çarşısında hurma ticaretine başlamıştı. Bahçe satın alıp yetiştirdiği ürünleri satıyordu. Onun da ticari faaliyetleri Şam'a kadar uzadı. Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- Baki çarşısında kasaplık yapardı.

Resulullah Aleyhisselâm ise müslümanları ticaretle uğraşmaya teşvik ediyordu. Onlar da Resulullah Aleyhisselâm'ın buyrukları doğrultusunda helâlinden kazanmaya gayret ediyorlar, ölçü ve tartıda kimseyi aldatmıyorlar, alış-verişlerinde hile yapmıyorlardı. Bu sebeple halk çoğunlukla müslümanlara yöneldi, yahudilere ise itibar azaldı. Bu durum yahudilerin müslümanlığa ve müslümanlara karşı kinini körüklemiş, her fırsatta müslümanlara tuzak kurmaya sevketmiştir.

Muhâcirler, Ensâr kardeşlerine minnettar kalmışlar, bu iyiliklerini bir şeref borcu olarak telâkki etmişlerdi. Kardeşlik yolu ile elde ettikleri malları, imkânları nispetinde kardeşlerine iâde etmeye çalıştılar.



Bu kardeşliğin hiç şüphesiz ki çok büyük maddi-mânevi faydaları yanında en önemlisi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu kardeşliği tesis etmekle, İslâm dininin kardeşlik dini olduğunu, kıyamete kadar gelecek insanlık âlemine ilân etmiş oldu.

Nitekim bu kardeşlik daha sonra:

"Müminler kardeştirler." (Hucurât: 10)

Âyet-i kerime'si ile cihanşümul bir hale dönüştürüldü.

Resulullah Aleyhisselâm Muhâcir müslümanlar arasında da ayrıca kardeşlik kurmuştur. Şöyle ki, bir gün Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ile Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i el ele tutuşmuş gelirken görünce:

"Nebilerden ve resullerden başka, bütün önceki ve sonrakilerden cennetlik olanların kemâl çağına erenlerinden iki büyüğünü görmek isteyenler şu gelenlere baksın!" buyurmuş, sonra da onları kardeş yapmıştır. (Tirmizî)

Bu şekilde Muhâcirler'i birbiri ile kardeş yaparken elini Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in omuzuna koymuş ve:

"Yâ Ali! Sen benim dünyada da ahirette de kardeşimsin." buyurmuştur. (Tirmizî)


Yahudilerle Andlaşma:

Resulullah Aleyhisselâm Mekke'de iken hasımları Kureyşliler idi. Medine'ye hicret ettikten sonra iman edenler etti, etmeyenler üç kısma ayrıldı.


Birincisi; Kureyşliler. Düşmanlıkları gittikçe şiddetlenmekte idi.

İkincisi; Benî Kureyza, Benî Nadir ve Beni Kaynuka adında üç yahudi kabile grubu. Bunlar müslümanlarla andlaşma yapmışlardı.

Üçüncüsü ise; Tarafsızlar. Bunlar "Bakalım bu işin sonu nereye varacak?" diye bekliyorlardı. Beni Huzâa ve Beni Bekir kabileleri böyleydi.

İslâm'a gelenlerin büyük bir kısmı halis ve samimi müslüman olmuş ise de, aralarında münâfıklar da vardı.

Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye hicret eder etmez, şehrin güvenliğinin sağlanması için hemen teşebbüse geçti. Şehrin güvenliğinin, İslâm'ın selâmeti bakımından önemini bildiği için, bazı tedbirler almaya karar verdi. Çünkü Mekke müşrikleri âdeta pusuya yatmış, vurmak için müslümanların zayıf anını kolluyorlardı.

Şehirde her grubun kabul edebileceği belli bir otorite mevcut değildi. Her grup kendi içinde bir birlik kurmuş, diğer grubun üstünlüğünü ve otoritesini kabul etmiyordu. Çünkü menfaatleri ve düşünceleri birbirine ters düşüyordu.

Resulullah Aleyhisselâm bütün bu sebeplerle Medine'deki grupları belli bir noktada birleştirmek için harekete geçti. Müslümanların en azından bir süre Medine halkı ile barış içinde olmaları gerekiyordu. Bunun için Ashâb-ı kiram'la olduğu gibi gayr-i müslimlerle de istişare etti.

Müslümanlarla Medine yahudileri arasında yazılı bir vatandaşlık andlaşması yaptı.

Buna göre müslümanlarla yahudiler kendi dinlerinde serbest kalacak, fakat her türlü düşman tecavüzlerine karşı Medine'yi el birliği ile savunacaklardı.

İki taraftan birisi üçüncü bir düşmanla savaşa kalkarsa diğeri ona yardım edecek, sulh yaparsa sulhu tanıyacak, iki taraf da Kureyşliler'i himâye etmeyecekti. Akrabasından bile olsa, kimse suçluyu saklamayacaktı.

Yahudilerin tabiatlarındaki hile, zulüm ve entrikalar kendilerine baskın çıkmamış olsaydı, bu andlaşmanın hayata geçirilmesi imkân dahilinde idi. Fakat andlaşmanın üzerinden kısa bir süre geçmişti ki, yahudiler kabullendikleri bu belgedeki maddelerin bir kısmından sıkılmaya başladılar. Bunun üzerine de çeşitli hıyanet tabloları sergileyerek Resulullah Aleyhisselâm'ın ve müslümanların aleyhine çalışmalara koyuldular. Böyle olunca da müslümanlar bu andlaşmayı feshettiler.
"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında

birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:
Üst