Hz. Fatıma nasıl örtünürdü?

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Hz. Fatıma nasıl örtünürdü?

Herkes kendi cephesinden, nasıl olması gerektiğini anlattı durdu. Önce dini simge, ardından siyasi simge dendi. Arapçası olmayan kötü hocalar bile çıkıp, ayetlerden hadislerden kırparak yarım yamalak yorumlar yaptı. Bütün bu tartışmalar boyunca, hiç kimse başörtüsünü de tesettürü de Müslümanların ağzından dinleme gereği hissetmedi. İslami hassasiyetlere sahip hoca efendiler bile sözü, sahibine devredemedi. Tesettür tartışmalarını sona erdirecek, herkesin sesini kesmesini sağlayacak en esaslı soru şudur; Peygamberimizin biricik kızı Hz. Fatıma nasıl örtünürdü? Hz. Aişe, tesettürden neyi anlardı? Günlük yaşama ilişkin bu farzı en iyi öğrenebileceğimiz yer, Allah Resulünün evinin içidir!
Elbette başörtüsünün bir tartışma nesnesi haline gelmesinin tek sebebi, konuya ‘çağdaşlık’ açılımı getirenlerin varlığı oldu. Buna söyleyecek bir sözümüz yok, zira her fırsatta İslami/insani değerlere saldırmalarından dolayı zaten onları dinlemiyoruz. Ancak Müslümanlar olarak önümüzde daha sistemli bir sorun var ki o da, tesettür tartışıldıkça, kendi üzerlerimizdeki tesettürü de tartışılacak hale getirdik. Artık olması gerekenin ne olduğu sorulmadan, herkes kendi yorumuna göre bir karar veriyor ve onu uyguluyor. ‘Biraz sizden biraz bizden’ dercesine, herkes ortaya bir yol çıkarma uğraşında. Hakikatin ne olduğunu merak edenler için, sorumuzu tekrarlıyoruz; Hz. Fatıma nasıl örtünürdü?
Bu soruyu; Türk edebiyatına olduğu kadar düşünce dünyamıza da önemli katkılar sağlayan Cihan Aktaş’a ve Türk edebiyatının son dönem güçlü hikâyecilerinden Kamil Yeşil’e sorduk. Yerimizin darlığı nispetinde ve tartışmaların gerisinde kalarak, Hz. Fatıma üzerinden Müslüman kadının, ölçülerini konuşmuş olduk.

Sorumuzu tekrarlıyoruz; Hz. Fatıma nasıl örtünürdü?

Türkiye’de dindar camianın tüketime dayalı hayat tarzlarını keşfettikleri, tüketim ideolojisinin baskısını duydukları içinde bulunduğumuz dönemde, Fatıma’nın zühd ve takvasını hatırlamanın, özeleştiri ve yenilenmeye yönelik bir katkısı olduğu açık. Fakat Fatıma’yı bugüne taşımayı tasarladığımız takdirde, ancak bağlamıyla birlikte taşıyabiliriz ki o zaman da bir “Asr-ı Saadet” taşıması yapmamız gerekir. Normal olarak böyle bir taşımayı, kıyaslama yoluyla bile olsa gerçekleştiriyor olmamız beklenir gündelik hayatımızda. Gerçi böyle bir taşımanın ilkesel bir açıklama çabası olabileceğinin altını çizmek gerekiyor. Aksi takdirde Fatıma’nın tek başına günümüz dünyasının hangi müslüman toplumuna taşınacağı bile bir sorun olarak karşımıza çıkardı.
Sorunuzu, Hazreti Fatıma’yı örnek alarak bugün nasıl bir hayat sürdürebiliriz, şeklinde genişletmek, bana daha açıklayıcı olabilir gibi geliyor. Geçen zaman içinde örnekliği aşınmamış bir hayat tarzından evrensel ve ezeli/ebedi ilkeler çıkarılabilir de….
Elimize ulaşan rivayetleri dikkatle incelediğimizde, tarihin süzmeleri ya da eklemelerini de hesaba katarak, Fatıma’yı daha yakından tanımayı sağlayacak şu özellikleri ayırt ediyoruz:
*Özgüven ya da karakter sağlamlığı *Sadakat *Hakikat arayışı *Sadelik ve tevazu *Kendine özgü bir dile sahip olmak *Cömertlik *İçsel iffet, takva örtüsü
Bu şıklar arasında, Hazreti Fatıma’nın bugün yaşıyor olsaydı nasıl bir giyim ve hayat tarzına sahip olacağını anlamamıza yardım edeceğini düşündüğüm ikisinin üzerinde durmak istiyorum:

Sadelik ve tevazu…

Hazreti Peygamber kızı Fatıma bulunduğu mekâna geldiğinde ayağa kalkarak onu karşılar, ellerinden öpermiş. Bu sevgi ve özen, Peygamber’in kızı Fatıma ve damadı Ali’nin çevrelerindeki insanlara, mesela Ehli Suffe’de barınan ve eğitim gören yoksul müminlere göre daha fazla imkânları bulunan bir hayata sahip olmalarının bir gerekçesine dönüşmemiştir hiç. Bir peygamber kızı olmak, padişah kızı olmakla aynı şey değildir. Yine de peygamber evlatlarının her zaman büyük hayat sınavını başarıyla vermiş oldukları da söylenemez. Fatıma’nın babasının iftihar etmesine yol açan sağlam bir karakteri olduğunu gösteren sayısız rivayet var.
‘80′li yılların başlarında, Fatıma’nın zühdünü ve takvasını anlatan hadisleri hayranlık ve ibretle okurduk. Çeyizler Fatıma’nın çeyiziyle, iradeler Fatıma’nın iradesiyle kıyaslanırdı. Fatıma sıradan bir kadın gibi giysi, mücevher ve eşya talebinde bulunmamalı, Suffe’deki müslümanlar açlıktan iki bülüm durumdayken, babasından kendisine bir yardımcı tahsis etmesini talep etmemeliydi. Kendisini zayıf düşmüş hisseden Fatıma, babasının evindeki ocakta üç gün boyunca ateş yanmadığını hatırlamalı ve bünyesini duayla güçlendirmeliydi. Bu tür bir hayat görüşünü üstlenmedeki titizliği nedeniyle işte, bazen öyle olurdu ki Fatıma, üzerindeki giysiyi yatmadan önce yıkamak zorunda kalırdı, ikinci birine sahip olmadığı için. O, Fatıma’ydı; Hazreti Muhammed’in ‘hüzünlü seneler’inin dert ortağı, ilk tebliğ yıllarının küçük ama dirençli yardımcısı…

İçsel iffet, takva örtüsü

Tesettür sadece örtünmek demek değildir. Nitekim Kur’an’da işaret edilen “takva örtüsü”, bu olgunun önce yüreklerde gerçekleşmesi gerektiğini gösterir. Evden çıkmadan önce ayna karşısında saatler harcamayı gerektiren bir ‘kapanma’ olmamalıdır, Fatıma’nın tesettürü. Fakat bu Fatıma’nın özensiz ve bakımsız olduğu anlamına da gelmeyecektir sanırım. Çünkü sonuçta o “Babasının Kızı” olarak da tanınır ve Peygamberimiz de bilindiği üzere, kendine itina eden bir kişiliğe sahipti, doğal olarak öyleydi.
İslamcılar geçen otuz-kırk yıl içinde Fatıma’nın takva ve iffetine en önemli kadın değerleri olarak atıfta bulundular. Fatıma’ya benzemek, olabildiğine sade bir hayat kurma idealiyle özdeşleşirken, konformist bir hayatı reddetmek anlamına da geliyordu.
İranlı âlim Ayetullah Talegani’nin kızı, 30 yıldan bu yana işçi-köylü kadınların emeğini değerlendirmeye dönük olarak faaliyetini sürdüren -ve kendisi de siyah çarşaf giyen- İslami İran Kadınlar Cemiyeti Başkanı Azem Talegani, tesettür bağlamında süren konuşmamızın bir bölümünde şu ifadeleri kullanmıştı: “Hicap sadece başörtüsü değildir. Sadelik, tüketim karşıtlığı, kültürel yollarla topluma benimsetilmelidir. Kanunla gerçekleştirilmek istendiğinde, insanlara seçme şansı verilmediğinde, benimseme de olmuyor”
Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, Hazreti Fatıma bugün aramızda bulunsaydı, beş yıldızlı oteller çevresinde akıp giden bir faaliyetler ağı yerine, Ehli Suffe emsali yoksulları barındırırken üretime teşvik eden kuruluşlar için koşturuyor olacaktı. Demek ki hareketlerini kısıtlamayan pratik ve işlevsel giysiler giymeyi yeğleyecekti. Sade, dar olmayan, “marka”sıyla dikkati çekmeyen, içinde rahat ettiği, hareketlerini kısıtlamayan, yüzü ve elleri (belki ayakları) dışında vücudunu tamamen örten giysiler olacaktı, yeğledikleri. Kısa hayatı boyunca çok fazla giysisi olmamış Fatıma’nın. Bu nedenle ‘giysiler’ derken de bir gardrob dolusu giysiyi kastetmiyoruz elbette.

Kamil Yeşil: Fatıma annemizin örtüsü

Hz. Fatıma’nın, Efendimizin diğer çocukları arasında farklı bir yeri vardır. Bu farklılık onun doğumu ile başlıyor. Çünkü Hz. Fatıma, Efendimizin risaletinden sonra doğmuştur. Fatıma annemiz vefatı ile de özellikli insandır. Çünkü Efendimiz vefat ettikten sonra ehlibeyt arasında -ölüm yoluyla- O’na kavuşan ilk kişi de Hz. Fatıma’dır. O, Efendimize (babasına) çok benzerdi. Sadece ahlakıyla değil; yürüyüşü ve beden hareketleri ile de tıpkı babası idi. Yine biliyoruz ki Efendimizin soyu Fatıma annemiz yolu ile sürmüştür, sürmektedir. Bu girişten sonra özel olarak Fatıma annemizin örtünme şekline gelebiliriz. İslam tarihçilerinden öğrendiğimize göre Fatıma annemiz ashabın ve Peygamberimizin hanımlarından farklı olarak daha yoksul, ihtiyaç içinde yaşayan bir insandır.
Bir gün Efendimiz aleyhisselam, Fatıma annemizin kölesiyle birlikte, Fatıma’nın evine gelmişti. Fatıma annemizin üstünde öyle bir örtü vardı ki ayaklarını örtse başı açıkta kalıyor; başını örtse ayakları açıkta kalıyordu. Efendimiz onun bu telaşını görünce : “Kızım, illa örtüneceğim diye kendini sıkıntıya sokma. Sen şu halinle Allah katında sorumlu değilsin, sana bir günah yoktur; çünkü gelenler baban ve kölendir” dedi.
Bir başka seferinde, kendilerine vergilerle birlikte hediye olarak bir ipek kumaş da getirilmişti. Peygamber Efendimiz bu kumaşı Hz. Ali’ye verdi ve şöyle dedi: “Bu kumaşı al, başörtüsü olacak şekilde üçe böl ve bu parçaları Fatımalara paylaştır. Bu Fatımalar biri Hz. Ali’nin eşi, Efendimizin kızı Hz. Fatıma’dır. Diğerleri; Hz.Ali’nin annesi ve Hz. Hamza’nın kızıdır. Eğer Allah’ın örtünme emrine ve bunun Fatıma annemizdeki yansımasına dair bir uygulama örneği istiyorsak tek bir rivayet yeter. Yukarıdaki rivayetlerden ne anlıyoruz? Örtünme emri bütün Müslüman kadınları gibi Peygamberimizin eşleri ve kızları tarafından da titizlikle uygulanmıştır. Fatıma annemiz, hayâsı ve edebi gereği babasına karşı da örtünen, örtünmek için heyecan duyan bir insandır. Son olarak şu ayrıntıya da rastlıyoruz. Evinden dışarı çıktığında örtülü olmasına rağmen sahabe, Fatıma annemizi yolda gördüğünde onu hemen tanır “Bu Efendimizin kızı Fatıma’dır” derdi. Çünkü yürüyüş ile o, babasını hatırlatırdı, aynı babası -Efendimiz- gibi yürürdü. Allah ondan razı olsun ve bizi ona cennette komşu kılsın.

Hz. Aişe validemiz anlatıyor
Ebu Davud’da geçen bir hadise göre, bir gün Hz. Ebubekir’in kızı, Esma, ince bir elbise ile Resulullah’ın huzuruna girmişti. Hz. Peygamber, ondan yüz çevirdi şöyle buyurdu; “Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir” Hz. Aişe’nin belirttiğine göre, Peygamberimiz bunu söylerken yüzüne ve ellerine işaret etmişti”
“Nur suresine inanan bir kadın böyle örtünmez!”
Bir gün, Hz. Aişe validemizin huzuruna, duasını almak için bir gelin getirilmişti. Gelinin ince bir başörtüsü vardı. Bunun üzerine Hz. Aişe validemiz şöyle dedi; “Nur suresine inanan bir kadın böyle örtünmez”

Hz. Fatıma’yı tanımak…

Hz. Fatıma’yı tanımak, yanlış uygulamaları düzeltmek için gereklidir. Müslüman kadını en iyi anlatmak, İslâm’ın mesajının yeni duyurulduğu devir içindeki en sağlam, tutarlı ve vahiy kaynağına en yakın kimseyle, Peygamber ile adeta özdeşleşmiş bir kadın ile mümkündür. Peygamber’in soyunun mirasçısı kılınan ve O’na ’soyu kesik’ diyenlere bir cevap olarak, kendisi vasıtasıyla Peygamber soyunun ebediyete kadar sürdürülmesinin sağladığı Hz. Fatıma’yı anlatmak, aynı zamanda kadın hakları açısından inanılmayacak başarılar göstererek, koskoca bir devrim gerçekleştiren ve cahili düşüncenin egemenliğine, bir tokat atarak kadını saygın bir konuma getiren İslâm’ın, kadını ne denli yüceleştirdiğinin ve onu çirkin ele alışlardan koruduğunun destanını anlatmak demektir.

Cihan Aktaş
 
Üst