H.Z Allahın isimlerini tesbih etmek.

kalpteniman

KF Ailesinden
Özel Üye
EL-MİNHA FÎ’S-SİBHA (İmam Suyuti)[6]
-----------------------------------------------
[Tesbîh Âletiyle (Belli sayıda) Tesbih Çekmek Câiz Değil midir?]
-----------------------------------------------

بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله و سلام على عباده الذين اصطفى
Bundan sonra…[7]

Uzun zamandır ‘tesbîh(âletin)in ‘Sünnet’te bir aslı var mıdır?’ diye sorulmaktadır. O yüzden onun hakkında gelen hadîsleri ve eserleri (Sahâbe söz, iş ve takrîrlerini) araştırıp bularak bu cüz’ü topladım. Yardım istenen sadece Allah celle celâlühû’dur.

(Birinci Hadîs):
İbnu Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Hâkim,(Abdullah) İbnu Amr radıyallahu anhumâ’dan rivâyet etmiş ve Hâkim ‘sahîh’ olduğunu söylemiştir:
“Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in tesbîhleri eliyle saydığını gördüm.”[8]

(İkinci Hadîs):
-İbnu Ebî Şeybe, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Hâkim, Yüseyre radıyallahu anhâdan -ki hicret eden (Sahâbe) kadınlar(ın)dan idi- şöyle dediğini rivâyet etti:
“Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(Ey kadınlar!..) Tesbîh’e (sübhânellâh demeye), tehlîl’e (lâ ilâhe illellâh demeye) ve takdîs’e (‘sübhâne’l-meliki’l-kuddûs’ veya ‘sübbûhun kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh’ demeye) sarılın, ğâfil olmayın, tevhîdi unutursunuz. (Onları) parmak uçlarınızla sayın. Çünkü onlar, (bedeninizden, kendileriyle ne yaptığınız) sorulacak ve konuşmaları istenecek olan(uzuv)lar-dır.”[9]

(Üçüncü Hadîs):
Tirmizî, Hâkim ve Taberânî, Safiyye radıyallâhu anhâ'dan şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem yanıma girdi; önümde tesbîh etmekte olduğum dört bin hurma çekirdeği vardı. O, ‘nedir bunlar, ey Huyey'in kızı?’ dedi. Ben, ‘onlarla tesbîh ediyorum’ dedim. O, ‘senin başında dikildiğimden beri bunlardan daha çok tesbîh ettim’ buyurdu. Ben, ‘(onu) bana (da) öğret, ey Allah'ın Resûlü!..’ dedim. O, (سبحان الله عدد ما خلق من شئ)/‘Allah'ı, yarattığı şeyler adedince tesbîh ederim’, buyurdu.”[10]
Bu hadîs de sahîhdir.

(Dördüncü Hadîs):
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbnu Mâce, İbnu Hibbân ve Hâkim Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallâhu anhu'dan rivâyet etmişler ve bu rivâyetin Tirmizî Hasen, Hâkim de sahîh olduğunu söylemişlerdir:
“Sa'd ve Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem bir kadının yanına girmişler, kadının önünde de hurma çekirdekleri veya küçük taşlar vardı; tesbîh ediyordu. Bunun üzerine Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem, ‘bundan dahâ kolay’ veya (râvînin tereddüdü) ‘daha efdal olanı sana haber vereyim mi?’ buyurdu…”[11]

(Beşinci Hadîs): Hilâl el-Haffâr'ın Cüz'ünde, Beğavî'nin Mu'cemu's-Sahâbe'sinde ve İbnu Asâkir'in Târîh'inde, Mu’temir İbnu Süleymân yolundan Ubeyy İbnu Ka’b’dan, Onun, dedesi Bakıyye’den, Onun da Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem’in azâdlı kölesi Ebû Safiyye’den yaptıkları şöyle bir rivâyet vardır:
“(Ebû Safiyye’nin) önüne bir deri yaygı konulur ve içinde taşlar bulunan bir sepet getirilir, onunla günün yarısına kadar tesbîh ederdi; sonra da kaldırılırdı. Birinciyi kılınca[12] (o sepet tekrâr) getirilir, onunla akşama kadar tesbîh ederdi.”[13]

(Altıncı Hadîs):(Yine), Ahmed İbnu Hanbel deez-Zühd'de, Yûnus İbnu Ubeyd'den, anasının şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ebû Safiyye'yi -ki O Resûlüllah sallellâhu aleyhi ve sellem'in Ashâbındandı ve komşumuz idi- küçük taşlarla tesbîh ederdi.”[14]

(Yedinci Hadîs): İbnu Sa'd,Sa’d’ın kölesi Hakîm İbnu’d-Deylemî’den, “Sa'd İbnü Ebî Vakkâs'ın, taşlarla tesbîh ettiği”ni rivayet etmiştir.[15]

(Sekizinci Hadîs): İbnu Ebî Şeybe el-Musannef'de, Sa’d’ın kölesinden, “Sa’d’ın taşlarla veya hurma çekirdekleriyle tesbîh ettiğini” rivâyet etti.[16]

(Dokuzuncu Hadîs): İbnu Sa’d et-Tabakat’da şöyle dedi:
Bize Ubeydullah İbnu Mûsâ haber verdi (dedi). (Ubeydullâh) bize İsrâîl haber verdi (dedi). (İsrâîl) Câbir’den (haber verdi): Bir kadın O’na (Câbir’e), Fâtıme binti Hüseyin İbni Alî İbni Ebî Tâlib’den rivâyet ederek şöyle dedi:
“O (Fâtıme), düğüm atılmış bir ip ile tesbîh ederdi.”[17]

(Onuncu Hadîs):
Abdullâh İbnu Ahmed, ez-Zühd Zevâid’inde, Nuaym İbnu Muhriz[18] İbni Ebî Hureyre’den, O (Nuaym), dedesi Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etti:
“Ebû Hureyre’nin iki bin düğümlü bir ipi vardı; onunla tesbîh çekmedikçe uyumazdı.”[19]

(On Birinci Hadîs): Ahmed İbnu Hanbel de ez-Zühd’de (isnâdıyla) Kasim İbnu Abdirrah-mân’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“Ebû'd-Derdâ’nın bir kese içinde Acve hurması çekirdeklerinden hurma çekirdekleri vardı; sabah namazını kılınca onları birer birer çıkarır, onlarla tesbîh ederdi.”[20]

(On İkinci Hadîs): İbnu Sa’d, Ebû Hureyre’den şöyle rivâyet etti:
“(Ebû Hureyre) yarısı beyaz yarısı kara (alaca) olan hurma çekirdeğiyle tesbîh ederdi.”[21]

(On Üçüncü Hadîs): Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs’de (isnâdıyla)[22] merfû’ olarak şöyle rivâyet etti:
“Tesbîh âleti (Allah celle celâlühû’yu) ne güzel hatırlatıcıdır!...”[23]

(On Dördüncü Hadîs): İbnu Ebî Şeybe (el-Musannef’de) Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu’dan rivâyet etti:
“(Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu) taşlarla tesbîh ederdi.”[24]

(On Beşinci Hadîs):(İbnu Ebî Şeybe yine) Ebû Nadra yoluyla, Tufâve(denilen bir yer)’den olan bir adamdan şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ebû Hureyre radıyellâhu anhu’nun yanında konakladım; O’nunla beraber, içinde taşların -veya hurma çekirdeklerinin- bulunduğu bir kese vardı. Tükenene kadar onlarla sübhânellâh derdi...”[25]

(On Altıncı Hadîs):(İbnu Ebî Şeybe yine) Zâzân’dan şöyle dediğini rivâyet etti:
“Ümmü Ya’fûr’dan tesbîhlerini aldım. Alî’ye vardığımda, ‘Ümmü Ya’fûr’a tesbîhlerini geri ver’ dedi.”[26]
Sonra, Celâl el-Bülkînî asrında yaşayan müteahhir bir yazara âid[27] Tühfetü’l-‘İbâd’da[28] tesbîh âleti hakkında güzel bir bâb gördüm. Orada aynen şu ifâdeleri müşahade ettim: Âlimlerin bazısı şöyle dedi: Tesbîhlerin parmak uçlarıyla sayılması İbnu Amr hadîsinden dolayı tesbîh âletinden daha iyidir. Ancak şöyle de denilmektedir: Tesbîh eden kimse yanılmayacağına güveniyorsa parmak uçlarıyla sayması daha iyi olur; değilse, tesbîh âleti evlâdır. Şübhesiz ki, Ebû Hureyre radıyallâhu anhu gibi kendilerine işâret edilen (meşhûr olan), kendilerinden (ilim ve feyz) alınan ve kendilerine i’timâd edilen efendiler (büyük zâtlar) tesbîh âleti edinmişlerdir. Ebû Hureyre’nin iki bin düğüm bulunan bir ipi vardı, onunla on iki bin tesbîh çekmedikçe uyumazdı. Bunu İkrime şöylemiştir.

(On Yedinci Hadîs): Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inde, Ebû Nadra el-Ğıfârî’nin şöyle dediğine dâir bir rivâyet vardır:
“Bana, Tufâve’den bir şeyh, şöyle söyledi: Medîne’de Ebû Hureyre’ye misâfir oldum. Ben, misâfir yüzünden ondan daha çok ve daha kavi kol ve ayak sıvayan (hizmet etmeye girişen) bir adam görmedim. (O adam şöyle) dedi: Bir gün ben O’nun huzûrundayken, O, sedirinin üstündeydi. Beraberinde, içinde taşların yâhud hurma çekirdeklerinin bulunduğu bir kese, aşağı tarafında da kara bir câriye vardı. O, şu taşlarla tesbîh çekiyordu. Nihâyet kesedekileri bitirince keseyi câriyeye attı. O da onları toplayıp tekrâr keseye koydu ve hemen Ebû Hureyre’ye geri verdi…”[29]

Denilmiştir ki, ‘Ebû Hureyre radıyallahu anhu mücezza’,[30] hurma çekirdeği ile tesbîh ederdi.’
Hafız Abdulğanî, el-Kemâl’de, Ebû’d-Derdâ Uveymir radıyallahu anhu’nun (hâl) tercümesinde, günde yüz bin tesbîh çektiğini anlatmıştır.

(Hafız Abdulğanî, el-Kemâl’de) Seleme İbnu Şebîb’den deşöyledediğini zikretmiştir: “Hâlid İbnu Ma’dân Kur’ân okumasından ayrı olarak kırk bin tesbîh çekerdi; öldüğünde, yıkanmak için teneşir üzerine konulunca parmağını şöyle hareket ettirmeye başladı -yani tesbîh ile.”[31]
Ma'lûm ve muhakkaktır ki, yüz bin, hattâ kırk bin ve bundan daha azı parmak uçlarıyla sayılamaz. Bununla doğru olarak ortaya çıkmış ve sâbit olmuştur ki, Ebû’d-Derdâ ve Hâlid İbnu Ma’dân (bu sayıdaki tesbîhleri) bir âlet ile sayıyorlardı. Allah celle celâlühû en iyi bilir.

Ebû Müslim el-Havlânî rahmetullahi aleyh’in bir tesbîhi vardı. Bir gece tesbîh elindeyken kalktı. (Râvî şöyle) dedi: Tesbîh döndü ve koluna sarıldı ve tesbîh çekmeye başladı. Bunun üzerine Ebû Müslim döndü; tesbîh de kolunda dönüyor ve şöyle diyordu: Seni tesbîh ederim, ey yerden bitenleri bitiren ve ey varlığı dâim olan!.. (Ebû Müslim, hanımına), ‘gel, ey Ümmü Müslim!.. Bak tuhaf olan şeylerin en tuhaf olanına…’ dedi. (Râvî), ‘Ümmü Müslim derhal geldi; tesbîh, dönüyor ve tesbîh çekiyordu; (Ümmü Süleym) oturunca da tesbîh de sustu’ dedi. Bu hâdiseyi, Ebû’l-Kasim Hibetüllâh İbnu’l-Hasen et-Taberî, “Kerâmâtü’l-Evliyâ” isimli kitâbında anlattı.

Şeyh İmâm Ârif Ömer el-Bezzâr şöyle dedi: Şeyh Ebû’l-Vefâ Kâkiş’in -Arabî olarak Abdurrahmân ın- efendim Şeyh Muhyiddîn Abdülkadir el-Geylânî’ye –kadde-sellâhu ervâhahum’a- verdiği tesbîh, onu yere koyduğu vakit tane tane dönerdi.

Kâdı Ebû’l-Abbâs Ahmed İbnu Hallikân Vefeyâtü’l-A’yân’da şöyle dedi: Bir gün, Ebû’l-Kasim Cüneyd İbnu Muhammed rahimehullâh’ın elinde bir tesbîh göründü; (O’na) ‘sen şerefine rağmen eline tesbîh (mi) alıyorsun?’ denildi; (O, bu), kendisiyle Rabbime ulaştığım yoldur, ondan ayrılmam’ dedi.[32]
Bunun (tesbîhin kullanılması) hakkında (isnâdı, Hasen-i Basrî’ye varan) müselsel bir hadîs rivâyet ettim.[33]
[Süyûtî, bu (‘ben falancıyı elinde tesbîh olduğu halde gördüm ve ona şöyle şöyle sordum’ sözüyle) müselsel olan muttasıl isnâdıyla Ebû’l-Hasen el-Mâlikî’den Cüneyd’i elinde tesbîh bulunduğu halde gördüğünü, ve O’na, ‘ey üstâd!.. Sen bu zamana kadar tesbîh ile beraber misin?’ diye sorduğunu, O’nun da, ‘üstâdım Ma’rûf el-Kerhî’yi elinde tesbîh olduğu halde gördüm’ dediğini rivâyet ettikten sonra, isnâdın son halkası olark Hasen-i Basrî’yi zikretti ve Ömer el-Mâlikî’nin O’na aynı suâli sorması üzerine],
Hasen-i Basrî, şöyle dedi: ‘Bu (tesbîh âleti), önceleri kullandığımız bir şeydir; sonraları onu bırakacak değiliz ya!.. Allah celle celâlühû’yu kalbimle, elimde ve dilimde zikretmeyi seviyorum’
Şâyet, tesbîh edinmekte şu büyüklere muvâfakat, onların inci dizisine girmek ve bereketlerini elde etmekten başka bir şey olmasaydı, bu itibârla (yine de) [işlerin en mühimlerinden] ve en kuvvetlilerinden olurdu. Nasıl öyle olmasın ki?.. O, Allah celle celâlühû’yu zikrettiren bir şeydir. Çünkü insanın onu görüp de Allah celle celâlühû’yu zikretmediği az olur. Bu da onun en büyük faydalarındandır. Selefden biri -rahi-mehullah- onu, bununla (“müzekkire” /zikrettirici kelimesiyle) isimlendirmiştir.

Onun faydalarından biri de devâmlı zikretmeye âlet edilmesidir; onu her ne vakit görse bir zikir âleti olduğunu hatırlar; bu hatırlama da onu zikretmeye çeker götürür. Allah azze ve celle’yi zikretmeye götüren sebeb ne güzel bir şeydir. Kimisi onu “kavuşturmak ipi”, kimisi de “kalblerin râbıtası” diye isimlendirmektedir.
Sözüne güvendiğim birisi, bana, bir kafile ile Beyt-i Makdis’in kapısında (veya sokağında) olduğunu haber verdi ve şöyle dedi: Bir Arab müfrezesi o kafilenin tamamının elbiselerini soydu, onlarla beraber benim de elbiselerimi soydu. Sarığımı aldıkları zaman başımdan bir tesbîh düştü; onu gördüklerinde ‘bu adam tesbîh sâhibi birisiymiş’ dediler ve benden aldıklarını bana geri verdiler; ben de selâmet içinde döndüm gittim.

Ey kardeşim!.. Bu parlak mübârek âlete ve (üstünde) topladığı dünyâ ve Âhiret hayırlarına bak!..
Ne Selef’den, ne de Halef’den hiçbir kimseden, zikrin tesbîh ile sayılmasının câizliğinin yasaklandığı nakledilmemiş, aksine çoğu tesbîhle zikri saymaktadırlar ve bunu mekrûh görmemektedirler. Birisi tesbîh sayarken görülmüş ve ona ‘Allah celle celâlühû’ya karşı mı sayıyorsun?’ denilince, ‘hayır, O’nun için sayıyorum’ demiştir.

(Tarafımızdan kısaca) anlatılmak istenen şudur: Sünnet-i Şerîfe’nin getirmiş olduğu belli sayıdaki zikirlerin ekserisi, çoğu kez parmak uçlarıyla sayılamaz. Şâyet sayılması mümkün olsa bile, bununla uğraşmak huşûu yok eder. Halbuki murâd edilen de budur. Allah celle celâlühû en iyisini bilir.
İbnu ’Asâkir Târîh’inde, Bekr İbnu Huneys’den, O da ismini söylediği bir adamdan şöyle dediğini rivâyet etti:
Ebû Müslim el-Havlânî’nin elinde kendisiyle tesbîh çekmekte olduğu bir tesbîh âleti vardı. Tesbîh elindeyken kalktı. Tesbîh döndü. Tesbîh koluna dolandı ve tesbîh çekmeye başladı. Ebû Müslim döndü. Tesbîh kolunda dönüyor ve şöyle diyordu: Seni tesbîh ederim, ey yerden bitenleri bitiren ve ey varlığı dâim olan!.. (Ebû Müslim, hanımına), ‘gel, ey Ümmü Müslim!.. Bak hele tuhaf olan şeylerin en tuhaf olanına…’ dedi. (Râvî), ‘Ümmü Müslim derhal geldi; tesbîh, dönüyor ve tesbîh çekiyordu; (Ümmü Süleym) oturunca ise tesbîh de sustu.’

İmâdüddîn el-Münâvî (iki beytinde) tesbîh (âleti) hakkında şöyle dedi:
(O tesbîh âleti), dağınıklığın dizilmiş hâlidir; onunla baş başa kalır.
Zeki olan ve (tesbîh âleti) onun himmetinden (dağınık olanları) bir araya toplar.
İsmi yüce olan Allah celle celâlühû’yu zikrederse,
O himmet üzerinde ayrılır heybetinden…
[Süyûtî'nin Risâlesi Bitti.]



--------------------------------------------------------------------
[6] İmâm Celâleddîn es-Süyûtî, el-Minha fî's-Sibha, (el-Hâvî li'l-Fetâvâ içinde :2/36-42)
Bu risâleyi tercüme ederken, kelime tahlîliyle alakalı olan birkaç satırlık küçük bir kısmı ile beraber bir müselsel isnâddaki muhtemelen on satır civârındaki uzun bir yeri ve de bir isnâdı, ‘günümüz okurlarına lâzım olmaz’, hattâ ‘kafalarını karıştırıp canlarını sıkar’ düşüncesiyle, çevirmedik.
El-Minha’yı tercüme etmekteki maksadımız -birilerinin yapa geldiği gibi- peş peşe meydana gelen ve çoğu kez de getirilen şiddetli ihlâs, amel ve îmân zelzeleleriyle fenâ halde sarsılıp kafası karıştırılan Ümmet’in kafasını biraz daha karıştırarak çok daha mühim mes'elelere zaman bırakmayacak şekilde onu oyalamak veya ona narkoz vermek değil, şeklen küçük, ama gerçekte büyük olan anahtar bir inceliğe dikkat çekmektir:
Birileri tarafından yerine göre, keyfî te’vîllerle ayetlerin ve hadîslerin ma'nâlarını buharlaştıran ve tahrîf eden, hattâ yorumsuz olarak çiğneyebilen, Sahâbe kavline ise hiçbir ehemmiyet vermeyen câhil ve edebsiz bir nesil ortaya çıkartıldı. Bunlar Abdullah İbnu Mes’ûd’a âid olan, sıhhat derecesi söz kaldıran, sahîh olsa bile ‘nasıl anlaşılması gerektiği’ tartışılabilecek olan, hattâ zâhiri başka Sahâbe kavilleri, fiilleri ve takrîrleriyle, hattâ merfû’ rivâyetlerle çelişmekte olan mevkûf bir rivâyeti, taşlarla zikreden topluluğa ‘yaptığınız zikirleri değil, günahlarınızı sayın’ deyip onları bid’atçı, yaptıklarını da bid’at görmesini bilir-bilmez ve anlar-anlamaz bir şekilde diline dolamışlardır. Böylelikle ise en nezîh zatları ve hattâ tâifeleri karalamaya çalışmaktadırlar. Bu işleriyle de bilmeden veya ustaca eslâfımızdan bize intikâl eden ilim ve amel müktesebâtımız üzerinde şeytânî vesvese, tereddüt ve şübheler uyandırmaya çalışmakla, din düşmanlarının ekmeğine bir şekilde yağ sürmektedirler. Bu risâleyi tercüme etmemizin şu cinâyeti engelleme yolunda gösterilen mütevâzi bir gayret olarak kabûl edilmesini Mevlâmızdan temennî ve niyâz, din kardeşlerimizden de istirhâm ediyoruz.
Hâsılı, bu risâlede geçen (3. ve 4. hadîsler gibi) bir kısım hadîslerde Nebî sallellâhu aleyhi ve sellem efendimiz, taşlarla tesbîh etmeyi görmesine rağmen yasaklamadığına göre, onlarla da tesbîh edilebileceğine dâir bir Takrîrî Sünnet bulunmaktadır. Rivâyetlerin birçoklarında da zikirlerin taşlarla veya hurma çekirdekleriyle sayılması vardır. Toplu zikre dâir ise onlarca, zikrin halka hâlinde yapılmasına dâir yine birçok, birinin komutuyla yapılmasını gösteren de nice rivâyetin bulunduğu görünmektedir.
Bütün bunlara rağmen Sûfiyye’nin taşlarla ve halka hâlinde yaptıkları ve Hatm-i Hâcegân ismini verdikleri bir toplu zikiri inkâr etmek, Sünnet karşısında şeytânî ve Fir’avnî bir direnmekten, onmaz bir sapıklıktan ve tedâvîsiz bir Sünnetsizlik hastalığından başka bir şey değildir.
[7] Tenbîh-1: İmâm Süyûtî, ezberi akıl almaz bir şekilde geniş olan bir hadîs hâfızı idi. Görüldüğü gibi verdiği kaynakların hemen hemen hepsi elimizdeki kaynaklarda mevcûddur. Çok az bir kısmını da biz bulamadık ve onları parantez arası üç nokta ile, yani (…) şeklinde gösterdik. Bu bulamayışımız bizim kusûrumuzdan olabileceği gibi nüshâ farklılıkları sebebiyle veya ender de olsa nihâyet Süyûtî de bir insan olduğundan O’nun kendi hatâsından dahi doğmuş olabilir.
Tenbîh-2: Hadîs kaynaklarını verirken, bazan bir kaynakta verilen başka kaynakları gördüysek de onları bizzat görmeden almadık, ezberciliğe kaçmadık; ancak kaynak gösterdiğimiz Dâru İbni Hazm (1422) baskısı Tirmizî nüshasının numaralarının Çağrı baskısından farklı olduğunu sonradan anladık.
[8] İbnu Ebî Şeybe (7745), Ebû Dâvûd (1502), Tirmizî (3495), Nesâî (1355) ve Hâkim (1/547), (Abdullah) İbnu Amrradıyallahu anhumâ’dan
[9] İbnu Ebî Şeybe (7738), Ebû Dâvûd (1501), Tirmizî (3595. hadîsden sonra ‘bu bâbda Yüseyre’den şu rivâyet de vardır’ deyip senedsiz olarak) ve Hâkim (1/547), Yüseyre radıyallahu anhâ’dan.
[10] Tirmizî (3563), Hâkim (1/547)ve Taberânî (…), Safiyye Mâce (…),radıyallâhu anhâ'dan.
[11] Ebû Dâvûd (1500), Tirmizî (3577 Dâru İbni Hazm, 3568 Çağrı), Nesâî (…), İbnu İbnu Hibbân (837) ve Hâkim (1/548) Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallâhu anhu'dan.
[12] Maksad anlaşılamamıştır.
[13] Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, Muallâ İbnü Abdirrahmân, Yûnus İbnü Ubeyd’den, O; anasından, anası da Ebû Safiyye’den(8. cildin sonundaki Kitâbu’l-Künâ:44, Dâru’l-Fikr) İbnü Abdi’l-Berr, el-İsîtâb, Saîd İbnü Âmir, Yûnus İbnü Ubeyd yoluyla, “hurma çekirdekleriyle”, Abdü’l-Vâhid İbnü Ziyâd da yine Yûnus yoluyla “taşlarla” lafzıyla (el-Isâbe kenarı:4/108), Beğavî’nin bunu rivâyetinde, Abdü’l-Vâhid İbnü Zeyd, Yûnus İbnü Ubeyd’den rivâyette Muallâ’ya mütâbeet etti. (İbnü Hacer, el-Isâbe:4/109), İbnü’l-Esîr, Abdü’l-Vâhid, Yûnus yoluyla “taşlar” lafzıyla (Üsdü’l-Ğâbe: 6/175, mad:6016,eş-Şa’
cool.gif
, İbnu Asâkir, Târîhu Dımeşk (…)
[14] Ebû Nuaym, Mu’cemu’s-Sahâbe (5/2938, Dâru’l-Vatan-1419), Ebû Safiyye radıyallâhu anhâ'dan…
[15] İbnu Sa'd (3/76, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî-1417) Hakîm İbnu’d-Deylemî’den.
[16] İbnu Ebî Şeybe (7741)
[17] İbnu Sa'd (8/468 Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî-1417) Fâtıma Binti Hüseyn radıyellâhu anhu’dan.
[18] Risâlenin aslında ‘Muhriz’ şeklinde geçen kelime, Hilye’nin elimizdeki baskısında ‘Muharrer’ olarak yazılmıştır. Aslına ulaşılamamıştır;
doğrusunu Allah celle celâlühû bilir.
[19] Ebû Nuaym Hilyetü’l-Evliyâ (1/468, mad:1329, İlmiyye-1418) Ebû Hureyre radıyallâhu anhu'dan.
[20] Ahmed İbnu Hanbel’de ez-Zühd (175, ilmiyye-1403), Ebu’d-Derdâ radıyellâhu anhu’dan.
[21] İbnu Sa’d (…), Ebû Hureyre radıyallâhu anhu'dan. Benzer rivayetin kaynağı Ebû Nuaym’dan geçti;18. dipnota bakınız.
[22] Uzatmamış olmak maksadıyla isnâdı hazfettik.
[23] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs (5/15, H:7029, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî-1407) [Ali radıyellâhu anhu’dan]
[24] İbnu Ebî Şeybe, el-Musannef (7742 ma'nâ olarak) Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu’dan.
[25] İbnu Ebî Şeybe, el-Musannef (7743), Ebû Hureyre
[25] İbnu Ebî Şeybe (7744), Zâzân’dan.
[25] Risâlenin basılı olan metninin burasında muhtemel radıyallahu anhu’dan. Asıl metinde “Ebû Hureyre” yerine “İbrâhîm” vardı. Düzeltme Musannef’den yapılmıştır.
[26] İbnu Ebî Şeybe (7744), Zâzân’dan.
[27] Risâlenin basılı olan metninin burasında muhtemel bir baskı hatası olduğunu düşünerek tarafımızdan bu şekilde tercüme münâsib görülmüştür.
[28] Kitâbın yazarı Abdurrahmân İbnu Ebî Bekr İbni Ebî Dâvûd ed-Dimeşkî el-Hanbelî’dir; (ö:856). Kitâbın tam ismi Keşfu’z-Zunûn’da (1 /369) “Tühfetü’l-İbâd ve Edilletü’l-Evrâd” şeklinde geçmekte ise de -Allahu a’lem- muhtemel ve münâsib olan “Tühfetü’l-İbâd fî Edilleti’l-Evrâd” olmasıdır.
[29] Ebû Dâvûd, es-Sünen (2174)
[30] Mücezza demek bir kısmı kazınıp beyazlatılan, diğer yanı da olduğu gibi kara olarak bırakılan (böylece de alaca hâle gelen) hurma çekirdeği, demektir. Karalık ve beyazlık bulunan her bir şey mücezza’dır. Bunu dil âlimleri söylemiştir. (Bu dipnot, Süyûtî’nin şu risâlesinin asıl metninden buraya indirilmesi münâsib görülen bir parçadır.)
[31] El-Mizzî, Tehzûbu’l-Kemâl:8/174, [el-Hilye:5/210 İsnâdı kesiktir.], Tehzîb hâmişi:8/174
[32] İbnu Hallikân, Vefeyâtü’l-A’yân (1/373)
[33] Bu (و قد رويت)“rivâyet ettim” ibâresinin başındaki (قال)’nin matbaa hatası olduğu kanaatindeyiz. Aksi takdîrde müselsel Rivâyet İbnu Hallikân’ın olması îcâb edecekti. Halbuki İbnu Hallikân’ın, Vefeyâtü’l-A’yân’ında (1/373) böyle bir rivâyet yoktur. Allâme Leknevî de bu rivâyeti Süyûtî’ye nisbet ettiğine göre, rivâyet, büyük ihtimalle O’na âiddir.

Alıntıdır.
 
Üst