En bahtiyar çocuklar onlardır ki...

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
74504.jpg


Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, sıddık kardeşlerim,

İşarat-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, "Altmış dörtte Risale-i Nur telifce tamam olur." Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.

Birincisi : Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır.

Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.

Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: "Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile kurtarmadınız?"

İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve ahirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlat olurlar.

Risale-i Nur'un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur, ona hakiki bir gıda-yı manevidir. Çünkü Risale-i Nur'un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahim in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtri vazifelerinin mayası, şefkattir.

Üçüncü kısım: Fıtri olmasa da, vaziyeti itibarıyla Risale-i Nur a ekmek ve ilaç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü, Risale-i Nur hayat-ı bakiyeyi güneş gibi gösterdiğinden ve dünyevi hayatın fanilik cihetinde mahiyetini tam gösterdiğinden, dünyevi hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalalet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki, onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.

İhtar edilen ikinci nokta : Madem Arabice altmış dörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir edilen risaleler kalmış. Mesela, Otuzuncu Mektup ve Otuz İkinci Mektup ve Otuz İkinci Lem alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.

Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un Fatihası, Arabi ve matbu olan İşaratü l-İ caz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said in en son telifi ve yirmi gün Ramazan da telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem a olması ve Yeni Said in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabi ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem a olması ihtar edildi.

Hem Meyve, On Birinci Şua olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de On İkinci Şua ve hapiste ve sonra Küçük Mektuplar Mecmuası On Üçüncü Şua olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiplerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır; bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir. (Emirdağ Lahikası)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ARABÎ : Arapça’ya ait arapla ilgili.
BAHTİYAR : Bahtlı, iyi tâlihli; mesut, mübârek, kutlu.
BELÂ : (c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet.
CİHET : Yön, taraf; vesile, sebep, bahâne.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DEFTER-İ A'MÂL : İnsanların işlediği ve yaptığı şeylerin kaydedildiği defter; ameller defteri.
DERS-İ ÎMÂN : Îmân dersi.
ERKÂN : Rükünler, esaslar.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan.
FÂTİHA : Bir şeyin başlangıcı.
FITRATEN : Yaratılış olarak, yaratılış bakımından.
FITRÎ : Doğuştan, yaratılıştan, fıtrata âit ve yaratılışla ilgili.
GAVS-I GEYLÂNÎ : Hicri 470-561, Miladi 1078-1116 yılları arasında yaşamıştır. Kadiri tarikatinin müessisidir. Aktab-ı Erbaa'dandır.
GAYBÎ : Gaybe âit ve onunla ilgili; hazırda olmayan, görünmeyenlere âit; âhirete âit.
GAYR-I MÜSLİM : Müslüman olmayanlar. İslâmiyete girmeyenler.
HASENÂT : Hayırlar, iyilik ve güzellikler.
HÂSSA : Birşeye mahsus özellik, tesir, his, duygu
HÂŞİYE : Dipnot.
HAYAT-I BÂKİYE : Bitmeyen, sonsuz hayat, âhiret hayatı.
İHTAR : Hatırlatma, îkaz, uyarma, dikkat çekme.
İSM-İ RAHÎM : Sonsuz merhamet sahibi 0--Cenab-ı Hakk'ın bir ismi.
İSTİSKAL : Ağır bulup hoşlanmadığını anlatma; soğuk muâmeleyle sevmediğini bildirme.
İŞARET-İ GAYBİ : Gaybî işâret, belirti.
İZAHÂT : Açıklamalar.
LEMEÂT : Lem'alar, parlayışlar, parıltılar. Risâle-i Nur Külliyatı'ndan bir eserin adı.
MÂHİYET : Birşeyin aslı, içyüzü, esâsı.
MANZUM : Ölçülü, dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş, sistemleşmiş; edb. nesir olmayan, şiir.
MATBÛ : Tâbedilmiş, basılmış.
MÂYE : Asıl, esas, maya.
MAZHARİYET : Sahip ve nâil olma, elde etme, başarı; bir şeyin göründüğü yer oluş.
MECMUA : Toplanıp biriktirilmiş, düzenlenmiş şeylerin hepsi.
MÜNÂSEBET : İki şey arasındaki uygunluk, yakınlık, bağlılık, yakışmak, vesile, alâka.
MÜŞKÜL : Zor, güç.
PEDER : Baba.
RÛMÎ : Rûmî tarih ve sene. Rûmî Takvim.
ŞEFAATÇİ : Af için sebep ve vesîle olması ümit edilen.
ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme.
TEHİR : Ertelemek
TEKEMMÜL : Olgunlaşma, kemâle doğru gitme.
TELİF : Kitap yazma; eser, kitap.
TERBİYE-İ İSLÂMİYE : İslâmî eğitim, terbiye.
TERCİH : Birşeyi üstün tutma; seçme.
TETİMME : Tamam etme, tamamlama, ek.
TEVEHHÜM : Zannetme, evhamlanma, yok olanı var zannetmekle ümitsizliğe ve korkuya düşme.
VÂLİDE : Anne.
VEFÂT : Ölüm.
YABANİ : Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.

risalehaber
 
Üst