el-Ğaniyy

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
el-Ğaniyy

imaj%20%2889%29.jpg


el-Ğaniyy, kendisindekiyle ve mâlik olduğu şeyle kâmil olup müstağnî olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, zatında ve sıfatında başkası ile ilgisi olmayan, herkesin kendisine muhtaç olduğu, çok zengin olan demektir.
Fâtır sûresi (35), 15: “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır.”
Nisâ sûresi (4), 131: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah’tan korkmanızı emrettik. Eğer inkâr ederseniz, biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, hamd ve senâ O’na yakışır.”
Biz insanlar ancak, üzerinde yaşadığımız dünyanın, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının kapasitesinin ne kadar büyük olduğunu bilemiyor ve asırlardır tükenmeyen bu zenginlikleri insanoğlunun hizmetine sunan yüce Allah’ın mülkünün hudutlarını kavrayamıyoruz...
O, sadece, bize lütfettiği suyu elimizden alsa, ne hale geleceğimizi tefekkür etmekte dahi zorlanıyoruz değil mi? Ancak, Mülk sûresi (67)’nin 30’uncu âyet-i kerimesinde; “Ve yine de ki, bana haber verir misiniz, suyunuz yerin dibine çekilmiş olsa, kim size akar su getirebilir?” buyuran Sanî-i Zülcelâl’in huzurunda boynumuzu büküyor, secdelere kapanıyoruz...
O, yerin, göğün sahibi, el-Ğaniyy olan Allah, zenginliğinden, sahip olduğu hazinelerinden, dilediği kuluna vererek onu zengin kılandır!
Necm sûresi (53), 48: “Şüphesiz zengin eden de sermaye veren de O’dur.”
Allah kuluna verdiği zenginliği, diğer kulları ile paylaşmasını emreder dostlar. Kur’ân-ı Kerîm’de namaz emri ile zekât emri, pek çok âyette ardı ardına gelir. Böylece İslâm dini, namaz ile Rab; yani Yaradan ile yaratılan arasında muhteşem bir bağ oluştururken, infak ile zekât ile kullar arasındaki sevgi bağını kuvvetlendirerek, kişiyi “ben” demekten kurtarıp “biz” bilincine ulaştırır.
İslâm’da zekât emri, âkil olan kişileri, “yalnız benim olsun” egosundan kurtarıp “bende olan, mü’min kardeşimin evinde de olsun” düşüncesine kavuşturur. Bu keyfiyet, yaratılışımızın gayesidir dostlarım.
İslâm dini, “ben” değil, “biz” diyebilenlerin dinidir!
Allah, Ğaniyy’dir.
Allah, Ğaniyy isminin tecellisi ile zengin kıldığı kulunun bu zenginliğinin, Rabbinin lütfu olduğunu bilmesinden ve kendi yolunda sarf etmesinden hoşlanır. İslâm’da zekât ve sadaka, “verme”nin değişik yolları olarak çıkar karşımıza.
Zekât, İslâm’ın beş şartından biridir. Sadaka ise, garibin dualarıyla, Yaradanın hoşnutluğunu kazanıp, kazayı, belâyı def etmenin en güzel yoludur.
Kurân-ı Azimüşşan’da inanan kullara “karz-ı hasen” mefhumu öğretilir dostlarım.
Karz-ı hasen, vermenin “aşk” boyutudur. Anlamı, “güzel bir borç” olarak verilir lügatte.
Yüce Allah, Tegâbün sûresi (64)’nde (17); “Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, halîmdir.” buyurmaktadır.
Hadiseye bakın dostlar! O, Ğaniy olan Allah, kuluna, akıl gücü, beden gücü veriyor; hazinesinden mülk vererek, onu, dilediği zenginliğe ulaştırıyor. Yine O, el-Ğaniyy olan Allah, Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecellisi ile kulunun yüreğine merhamet depoluyor, kulunu, yarattığı her şeyi seven, onlara acıyan, onların sıkıntılarını paylaşan bir insan haline getiriyor... “Verme”nin zevkini tadan kul da başlıyor vermeye... Zekâtı, sadece kırkta bir değil; Sahabeler gibi, dörtte bir, üçte bir oranında vermek için bahaneler, yollar aramaya başlıyor. Ve O, Ğaniyy olan Allah, bu kuluna, bir gün:
“Haydi, güzel kulum, bana biraz borç ver” diyor! Bu sınır, aklın durduğu, kalbin kanatlandığı bir sınırdır dostlarım.
Mal-mülk zaten O’nun! Veren O! Zengin kılan O! Kulundan “borç isteyen” de O!
Bu, O, Yüce Sevgilinin, kulunu seven, O Yüce Yaradanın, kulunun iyiliği için, vererek zenginleşmesi için, hayırlarını artırarak, O’na yakınlaşmasını sağlamak için, “aşk” boyutunda isteyişinin adıdır dostlar.
Bu noktada aşkı yaşayan gönüller, yanar, tutuşur âdeta!
Karz-ı hasen, aşk ile verişin, naz ile alışın adıdır!
Karz-ı hasen, vererek büyüyen gönlün kanatlanışın adıdır!
Karz-ı hasen, kulun Rabbine tam bir teslimiyetle inanışının adıdır.
Karz-ı hasen, âşık ile maşukun, birbirine güveninin, aşk literatüründeki adıdır!
Ancak, güvendiğiniz ve size geri vereceğine emin olduğunuz kişiye borç verirsiniz değil mi?
Zenginlik, sadece para ile mal ile elde edilen servetin adı değildir dostlar. Gül Nebi Muhammed Mustafa (sav); “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir” buyuruyor. (Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 130; Tirmizî, Zühd, 40.) Bu da ancak kanaat ile elde edilebilir.
Manevî zenginliğin getirisi muhteşem bir huzur iken, maddî servetin getirisi, huzursuzluk, dünya telâşı ve malı kaybetme korkusudur.
Manevî zenginlikte; gönül zenginliğinde dayanak Hz. Allah’tır...
Rabbim! Sana, Veysel Karâni gibi yalvarıyorum:
“Sen Ğaniyy’sin ben fakirim.
Sen Kerîm’sin ben âcizim.
Sen büyüksün ben küçüğüm.”
Yâ Rabbi! Bizi, Ğaniyy isminle sar! Gönül dünyamızı Ğaniyy isminle zenginleştir, bu dünyada bizi “veren el” eyle!
Yâ Rabbi! Bizi, veren el eyle, verdiklerinden verelim.
Yâ Rabbi! Bizi, veren dil eyle, bildiklerimizden verelim.
Yâ Rabbi! Bizi, veren gönül eyle, sevgimizden verelim. Sevelim, sevilelim... Sevgiyle rızana erelim... Âmîn.
 
Üst