el-Bedî'

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
el-Bedî'

imaj%20%2896%29.jpg


el-Bedî’, bütün varlıkları, eşi ve örneği olmaksızın, sanatkârane bir şekilde yaratan, misilsiz, hayret verici âlemler icat eden, hiçbir benzeri olmayan şeyler ortaya koyan demektir.
Secde sûresi (32), 7: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O’dur.”
Bakara sûresi (2), 117: “O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca “ol!” der, o da hemen oluverir.”
Allah (cc), “Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara sûresi (2), 30.) buyurdu ve yerleri, gökleri yaratmadan önce, “Arş”ı sular üzerindeyken, gelecek insanların kaderini yazdı... Sonra Kendi nurundan “Yâ Muhammed! Sen olmasan Cennet’i yaratmazdım, sen olmasan Cehennem’i yaratmazdım, sen olmasan dünyayı yaratmazdım!” (Usûl-i Hadîs ve Mevzûât-ı Aliyyü’l-Kârî Tercemesi, Ahmed Serdaroğlu, shf. 99.) buyurduğu Sevgili Peygamberimizin nurunu yarattı.
O “nur” ile “aşk” üflendi âlemlere dostlar; aşk üflendi.
Yüce Allah, O “Nûr”un aziz bedenini ağırlama görevini “arz”a yükledi.
Yerküre “aşk”a düştü; semaya kalktı. Kıyamete kadar yerküre, göklere karşı bu aşkla övünmede, gururlanmada ve sessizce, ebedî bir fısıltıyla, duyabilenlere şöyle seslenmede dostlar:
“O azîz beden, benim bağrımda yatıyor.”
Yere, hasretle bakan gökyüzü, O’nun ayak izlerini taşıyan toprağa, nefesini ve sesini saklayan atmosfere, bu sevgi ve aşktan dolayı rahmet yağdırır, yağmur adı altında! Yerküreye hayat verir, bu ilâhi gözyaşları! O çiğ taneleri, O Nûr’un yüzü suyu hürmetine yıkar dünyayı, tertemiz eder, bereket getirir. Çiçekler, O’nun aşkıyla topraktan başını çıkararak yeryüzü sakinlerine gülümser.
e-Bedî’ olan Allah arzın yüzünü dayayıp, döşedi dostlar. Başta, Habibini, onun şahsında tüm inananları, mü’min kullarını ve insanlığı ağırlamak için bezedi dünyayı... Şair (Mustafa İslamoğlu) ne diyordu:
Muştu
ey kötü ikramı saadet olan
tüm zamanların kutsal seyyahı
konaklayacağını duyunca tüm yıldızlar
takınarak tüm zinetlerini
önünde sıra sıra dizildiler
ayaklarını başına taç etmek için
soyundular, giyindiler, süzüldüler…
küçük bir yıldız
bir köşede boynu bükük, mahzun
öyle ağladı ki
denizler, okyanuslar oluştu
hüznü seven tarafınla sen
geçtin güzellerini, geçtin büyüklerini
gelip önünde durdun bu mahzun kızın
saçlarını dağıtarak raksa başladı birden
güzelliğinle başını döndürdün
“dünya” adlı bu derbeder yıldızın

şimdi,
dünya seni göstermek için
ay seni görmek için dönüyor
düşman oldu güneş
seni örten buluta
biliyorum bu kainat mecnunu
vurulmuştur sen güzele bencileyin yanıyor

adına kıyamet diyecekler
yokluğunu fark etmenin
güneşin gözleri kararacak
her gece sabırla seni aramaya çıkan
ay çatlayacak
dünya başını yıldızlara çalacak

adına kıyamet diyecekler
seni yitirmenin evrensel mateminin
Mülk sûresi (67), 5: “Andolsun Biz, en yakın göğü kandillerle donattık...”
Saffât sûresi (37), 6: “Gerçekten Biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.”
Hz. Allah (cc) murad etti ki; Habibi, gece yıldızların altında kendisi ile buluşmaya koşarken, gündüzün yorgunluğunu, ruhunu dinlendirerek üzerinden atsın ve geceler, bu muhteşem beraberliğe şahit olurken, yıldızlar da aşkla yanıp sönerek, karanlıkları aydınlatsın.
Tûr sûresi (52), 49: “Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında da O’nu tesbih et.”
Müzzemmil sûresi (73), 1, 2: “Ey örtünen! (Peygamber) Gecenin birazı hariç olmak üzere geceleyin kalk (namaz kıl).”
‘Ay’ın başı döndü yaşadığı mutluluktan! Yeryüzündeki azîz misafire geceleri lâmba olmanın mutluluğuyla, sevda raksına başladı; kâh inceldi, büküldü hilâl oldu, kâh bir gümüş tepsi gibi ışık saçtı karanlık zamanlara...
Furkân sûresi (25), 61: “Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
el-Bedî’ olan Allah, yeri göğü örneksiz yaratan O Yüceler Yücesi, güneşe emir verdi:
“-Habibimi ağırlayacağım yerküreye, hayat kaynağı kıldım seni! O’nu sevgiyle ısıt ve ışıt!”
Güneş secdelere koydu başını dostlar. Her sabah, bir emir eri edasıyla selâmladı âlemleri, aşk ateşi ile tutuşturulmuş alevli saçları, sevgilinin diyarını yakmasın diye, ekseninin eğimini 1 oC bile değiştirmeden, ışıklarını uzattı yerküreye, sevgiyle sarmaladı, ısıttı onu.
Nûh sûresi (71), 16: “Ayı, bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır.”
el-Bedî’ olan Allah yerküreyi bir gelin gibi süsledi dostlarım. “Arz”ı halifesine beğendirmek için eşsiz güzellikte çiçekler, bitkiler ve ağaçlar yarattı.
Bitkiler ve çiçekler de aşka büyür, aşkla bezenir... Aşkla bezenen çiçekler, her baharda yeşil kaftanını giyen arzın, o nefis yeşil örtüsünün altından başlarını uzatıp,
-“Bize bakın! Bizler, o eşsiz sanatkârın eseriyiz, el-Bedî’ olan Allah’ın sanatını bizde görün, O’na olan imanınızı zirvelere çıkarın ve O’na karşı olan vazifelerinizi tam olarak yerine getirin, bizim gibi” der...
el-Bedî’dir O, dostlarım! Hz. Allah, kelebekleri var edip, o zarif yaratıkların kanatlarını nakış nakış işlemiştir... Hakk Teâlâ, birkaç vakit namazlık ömürleri bulunan kelebeklerin nâzenin kanatlarına güzelliğinin sınırsızlığını işleyerek; halifesi olan insanoğlunun bu keyfiyetten ders almasını ve zamanla yarışırcasına ömrünü salih amellerle doldurmasını istemiştir.
Beyaz bir kürk giydirdiği ve kış mevsimi gelince sayısız hayvanı kış uykusuna yatırdığı yeryüzüne kış boyunca inen kar taneciklerini bile, o kısacık ömürlü, güneşin aşk dolu bir gülücüğüne dayanamayıp eriyiveren o kar taneciklerini bile eşsiz bir sanatla işlemiştir Cenâb-ı Hakk dostlarım!
el-Bedî’ olan Rabbinizin sanatını görün lütfen! Kitaplar karıştırın ve kar taneciklerindeki muhteşem dizaynı inceleyin! O zaman, yaradılıştaki aşkı hissedecek ve aynı potada sizler de eriyeceksiniz!
Hakk Teâlâ, dünyayı, el-Bedî’ isminin tecellileriyle zinetlendirmiştir. Kâinattaki güzellikleri yüreğinizle fark edebilirseniz, dünyayı; bu imtihan dünyasını bütün sıkıntıları, zorlukları ve hatta acılarıyla birlikte seversiniz.
Evet, evet, seversiniz!
Ve böylelikle bu imtihan mahallini bir düğün evine çeviren, âlemi “aşk” ile raksa kaldıran, O eşsiz güce kul olarak yaratılmanın hazzı ile erir; yok olur, “hiçliğe” erersiniz! İşte hiçliğin sırrı bunda gizlidir.
Şu eşsiz sanata bakınız lütfen!
Her mahlûkuna, eşi, benzeri olmayan özellikler verip, onları insanlara teknik açıdan yol gösterici kılan Allah’ın sanatına bakın... Örümceğe, avının üstüne atlarken, salgıladığı bir madde ile ip yaptıran ve o ipe tutunarak kendisini düşüp ölmekten koruyan O’dur!
Olta balığının kafasından çıkan bir uzantıyı olta gibi kullandıran ve karnını doyuran O’dur.
Bombardıman böceğinin vücudunun iki ayrı bölmesine hidrojen peroksit ve hidrokinon salgılarını yerleştirip, bir tehlike anında o iki bölmenin kapaklarını açıp, salgıları 100 santigratlık bir ısıyla bombaya dönüştüren O’dur!
Bukalemuna kamuflaj sanatını öğreten; yarasalara göz vermeyip, bugünkü teknolojinin hâlâ ulaşamadığı “radar” sistemli kulaklarıyla, yollarını bulduran O’dur!
Bu muhteşem sanatın adı “sevgi”dir dostlar! Bu muhteşem sanatın adı “rahmet”tir dostlar! Bu muhteşem sanatın adı “aşk”tır dostlar.
Mü’minûn sûresi (23), 21: “Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır...”
İlimsiz aşka ulaşılmaz!
Lûtfen okuyun, Kur’ân-ı Kerîm... “Muhteşem kâinat kitabı”nı okuyun... Hayat düstûrunuz ilim, aşk ve istikamet olsun...
Haşr sûresi (59), 24: “O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur...”
Rabbimin isimlerine kurban olayım; Rabbimin isimlerini bildirişine kurban olayım! Rabbimin Zâtını anlatışına; sevgini hissettirişine kurban olayım! Kabul buyur kulunu! Kapında, yolunda kurban olayım!
Kehf sûresi (18), 7: “Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.”
Tîn sûresi (95), 4: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”
el-Bedî’ olan Allah, yerleri-gökleri süsledi ve insanı yarattı dostlar.
Kendinizi ne kadar tanıyor; vücudunuzdaki o kusursuz, o mükemmel sistemin işleyişini ne kadar biliyorsunuz?
Meryem sûresi (19), 67: “O insan, daha önce hiçbir şey değilken kendisini yoktan var ettiğimizi düşünmez mi?”
Târık sûresi (86), 5: “Onun için insan neden yaratıldığına bir baksın.”
Dünyayı, muhabbetle, aşkla yaratan, tüm mahlûkâtında muhteşem sanatını icra eden, Habibine “kulum” diyerek, insanoğlunun kazanacağı en büyük şeref ve payenin “kulluk” olduğuna işaret eden Yüce Allah’a kulluğumuzu ispata geldik dostlar.
Sevin bu dünyayı. Burası sevginin tek ispat yeri!
Burası, O’na koşmak, O’nunla olmak için seccadelerin serilebileceği tek mekân!
Burası, bir garibin gönlünü yapıp, duasını alınca, göklere uzanabilmenin, mesafeleri ışık hızı ile aşabilmenin tek mekânı!
Burası “dünya”!
Aşk alınan, âşık olunan, aşk satılan tek pazaryeri burası!
Eşsiz bir sanatın, “örneksizliğin” örneklerinin sergilendiği muhteşem sanat galerisinin adıdır dünya!
Gayb perdelerini kaldırmadan gaybı görebilmenin; tefekkür ederek, gayb âlemine kanatlanmanın mekânıdır dünya!
Sevin dünyayı dostlar!
Siz de güneşe gülümseyin her sabah! Başınızı sallayın, aşkla “Hayy” diyerek! Selâmını alın güneşin ve onun kâinatı selamlayışına katılın.
Gece namazlarına kalkın! Ay ve yıldızlarla söyleşin, dostluk kurun onlarla. Onların sessiz, ama ışıltılı tesbihlerine katılın... Bu keyfiyet üzerinde devam ettikten bir süre sonra yüreğinize öyle muhteşem bir sevgi doğacak ki; kâinat ile bambaşka bir bağ kurduğunuzu ve kullukta kainatla aynı lisanı konuştuğunuzu fark edeceksiniz!
Sevin dünyayı!
Dünyayı, Allah için severseniz, dünyanın ayaklarınızın altına serildiğini göreceksiniz. Ama tam aksini yapar; dünyayı, “dünyalık” elde etme adına sevecek olursanız, o sizi kulu, kölesi eder, mahveder... Seçiminizi dikkatle ve bilinçle yapmalı; yüreğinizi hakikate doğru yönlendirmelisiniz.
Dünyaya bağlanmadan, onu ahirete basamak yapmak için sevin bu küçük gezegeni.
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Husnu’l-Huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381.) buyurarak, dünyayı teşrif eden, O, eşsiz örneği ağırladığı için sevin dünyayı!
O’na ümmet; o güzeller güzeli Yaradana kul olabilmek için koşturulabilecek tek yer olduğu için sevin dünyayı!
Bu yolculuğun adı, bilmeye, bulmaya yolculuk dostlar! Bilip de, ermeye yolculuk dostlar!
Yani o, “sonsuz aşk”a, yolculuk canlar...
Ömür, aşk ile geçerse, gidiş de aşk ile olur, aşk ile gidenin sonu “vuslata ermek” olur.
“Ölüm bir köprüdür, dostu dosta ulaştırır” (Süyûtî, Kabir Âlemi Tercümesi s. 39.) hadisinin tecellisi ile, aşk ile ölenin hali, “mâşuk”un murada erişi olur. İnşallah.


 
Üst