ed-Dârr

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
ed-Dârr

imaj%20%2892%29.jpg


ed-Dârr, zarar verenleri ve zararlı yönleri de olmak üzere her şeyi yaratan, elem verici şeyleri de halk eden demektir.
Bu isim, zıt anlamlısı olan ve hayır ve menfaat veren şeyleri yaratan anlamına gelen en-Nâfî’ ismi ile birlikte Esmâ-i Hüsnâ hadisinde yer alır dostlar.
Yüce Allah, her şeyi zıddıyla dengeleyerek, o eşsiz kudretini gösterir kullarına. Ve böylece onların, ellerindeki nimetlerin; kendilerini kuşatan güzelliklerin kıymetini bilmelerini, anlamalarını ve idrak etmelerini ister.
Şayet, Allah (cc) zarar veren şeyleri yaratmasaydı, faydalı olanların kıymetini bilebilir miydik? Ne dersiniz dostlar?
Kaldı ki, O Yüce Allah, her zararlı şeyi de insanoğlunun yararına halk etmiştir. Allah, insanoğluna akıl nimeti vermiş, aslında insan için pek çok faydaları olan şeylerin zararlarını, akıl yoluyla önleyip, onları, insanlığın hizmetinde kullanmayı öğretmiştir.
Ateş, içine düşen her şeyi yakar dostlar.
Ama ateşin keşfi insanoğlunun yaşamının adeta başlangıcı olmuştur.
Yâ-Sîn sûresi (36), 80: “Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O’dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.”
Cehennem de ateştir, hiç düşündünüz mü? Ve cehennemin varlığı, insan yapısına işlenen, fıtratındaki güzelliklere ve huzura olan eğilimle, kulları cennete sürüklemek için hazırlanmış muhteşem bir rahmet ocağıdır anlayana...
O, güzeller güzeli Yüce Yaradan, cehennemi yaratarak, adeta “Bakın, burada ateş var, can yakacak bir azap var, dünyada buraya düşmemek için gayret edin ki, sizleri ebedi âlemde, cennetimde ağırlayayım” buyurur.
Kur’ânın muhteşem huzur ikliminde cehennem bile dillenir dostlar, konuşur insanlarla. Feryat eder adeta... Nasıl yolunu şaşırdın da benim kapıma geldin, cennete gitmek varken, der insana...
Mülk sûresi (67), 8: “Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara; Size bu azab ile korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar.”
ed-Dârr’dır O, dostlar.
Hayrı da şerri de, iyiliği de kötülüğü de, aydınlığı da karanlığı da, acıyı da mutluluğu da, tatlıyı da tuzluyu da yaratan O’dur!
Ve her şeyi, bir hikmetle kulunun yararına yaratandır O! İnanan insanın başına gelen bela ve musibetler, o kulun hayat yolunda olgunlaşması ve manevî yönden terakkî etmesi için gereklidir. Nice acı olaylar, kulun kendine gelmesini, Rabbine yönelmesini sağladığından, neticede o insan için hayır olur.
Çevrenize ibretle baktığınızda nice hayat hikâyesine şahit olursunuz.
Nice yangınlar, yürek yangınlarıyla kurtuluşa; nice iflaslar, maddi bitişlerin içinden manevî dirilişlere; nice ölümler; arkada bırakılan insanlar için ahirete uyanmaya sebep olmuştur.
Yûnus sûresi (10), 107: “Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O’nun lûtfunu engelleyebilecek kimse yoktur. O, lütfunu dilediği kuluna nasip eder. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”
Bu dünya imtihan dünyasıdır. Yeri gelir, hayat yolunda nice dert ve sıkıntılarla karşılaşır insan. Hastalıklara yenilir. Hâlbuki hastalıklar, manevî kurtuluşa vesiledir; aslında dert değil, dermanın tâ kendisidir dostlar. Zira hastalıklar, insana sağlığın kıymetini hatırlatır, zamanın kıymetini öğretir, acziyetini gösterir. İnsanoğlu hasta olduğu vakitlerde yaptığı ibadetlerle kat kat ecir alır; yapamadığı ibadetleri de yapılmış gibi sevap kazandırır. Bu açıdan bakılırsa, belâlar, musibetler bir ilâhî ihsan; bir rahmânî hediyedir dostlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Mü’minin her haline gıpta edilir, şöyle ki, o başına bir musibet gelse sabreder, bu ona ecir kazandırır başına sevinilecek bir hal gelse ona da şükreder, bu da ona ecir kazandırır. Bu hal, sadece mü’mine hâstır” buyuruyorlar. (Müslim, Zühd, 64.)
Nahl sûresi (16), 52, 53: “Göklerde ve yerde olan her şey yalnız O’nundur. Din de daima O’nundur. Böyle iken, siz Allah’tan başkasından mı korkarsınız? Nimet olarak, size ulaşan ne varsa Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda yalnız O’na yalvarırsınız.”
ed-Dârr’dır O, dostlar.
Yegâne Yaratıcı O’dur. Kötülükleri, sıkıntıları, belâyı, musibeti ve zarar verici şeyler de dâhil olmak üzere her şeyi yaratandır O.
Böylece birbirine zıt olan şeyleri yaratıp, âlemde dengeyi kurandır O.
el-Kâbız-el-Bâsıt; el-Muhyî-el-Mümît ve el-Muızz-el-Müzill isimlerinde olduğu gibi ed-Dârr ismi de en-Nâfi’ ismi ile birlikte mütalaa edilince, kâinattaki denge çok güzel fark edilir, dostlar.
En’âm sûresi (6), 17: “Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundursa, kuşkusuz O, her şeyi yapabilendir.”
Zümer sûresi (39), 38: “Andolsun ki onlara: “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan: “Elbette Allah!” diyeceklerdir. De ki: “O halde gördünüz ya Allah’tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O’nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun rahmetini tutabilirler mi?” De ki: “Allah, bana yeter.” Tevekkül edenler, sadece O’na güvenip dayanırlar.”
Bize zararı dokunan şeylerde de hayır olabileceğini bilmeliyiz. Zararımıza olan hadiseleri imtihan vesilesi kılan Rabbimizin, bizim teslimiyetimizi denediğini ve bu zararı da yalnız O’nun kaldıracağına iman etmeliyiz dostlar.
“Allah’ın gülü dikenli yarattığına üzüleceğimize, dikenler arasında bir gül yarattığına şükretmeliyiz” der, Hz. Mevlânâ.
İman, “lûtfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmekte. Marifet, yılana zehir verip, insana akıl yoluyla panzehirini buldurana; arının iğnesinin battığı dokuları amonyakla rejenere etmeyi öğretene, biberdeki acı ile vücuttaki ümminolojik savunma araçlarını kuvvetlendirene kul olabilmekte Dostlar.
Marifet, karşılaşılan her zorlukta, ümitsizliğe kapılmadan, “ben O Yüceler Yücesinin kuluyum ve O, benimle” diyerek, yıkılmadan, dimdik ayakta durabilmekte dostlar.
Marifet, yalnız O’na dayanmakta...
 
Üst