Dede Korkut Hayatı Kimdir?

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Dede Korkutun 570-632 yılları arasında, Hz. Muhammed (S.A.V) zamanında yaşadığı rivayet edilmiştir. Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de gelecekten haber veren, "kerem sahibi bir evliya" olduğu rivayet edilmektedir. "Ozanların Piri" veya "Ozanların Başı" olarak da bilinen Dede Korkutun, (manen) Hz. Muhammed´in hayır duasını aldığı ve Oğuzlara İslâm dinini öğrettiği de bu rivayetlerle günümüze kadar ulaşmıştır.

Öte yandan Dede Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dâhisidir. Türk destanlarında ve halk hikâyelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevî sözlerine rastlamak her zaman mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede Korkut, bütün Türklüğün yegâne temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya çalışılan atalarındandır.

Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.

"Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut ala Lisan-i Taife-i Oğuz han Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir.


Kitapta, "Dede" ve "Ata" olarak geçen ve "Korkut Ata" olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Kara kalpak boyları arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna ölmek gibi çeşitli karekterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından önemlidir.

Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten sonra ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede Korkut o gencin adını "Boğaç" koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe ile ödüllendirir. Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem verilmekte, onların, ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan olmalarına işaret edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere salavat getirilerek başlanması da Türk Kavimleri'nin dinî yönden şuurlu olduğunu ve devlet millet birliğinin sağlam temellere dayandığını göstermektedir.

Dede Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türkleri'nin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir. Allah, doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında kendisini gösterir. Bugün Dede Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan alacağımız önemli dersler vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı hoşgörü ve mertlik bunların başında gelmektedir.

Dede Korkut aslında büyük bir vatanseverdir ve milletinin sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme mücadelesi içindedir. Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan Han, Bamsı Beyrek, Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması gereken ideal insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve vatanı için ölümü göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen
kahramanlardır.


Dede Korkut, bütün Türk kavimlerinin fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı ki, hikâyelerinde zayıflığa, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir. Rivayetlere göre Onun ölümü bile evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir: Çeşitli Türk boylarının kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını görmüş ve gittiği her yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun Irmağı'nın Aral Gölü'ne döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını sererek orada ruhunu Allah'a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının olduğu söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun mezarına da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir. Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır.

Bayburt ili; Türklerin Anadolu’da yerleştikleri en eski yerleşim yerlerindendir. Sosyologlar Bayburt’u gerek Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde ikinci dereceden önemli bir kültür merkezi olarak nitelendirmektedirler. Bayburt, ünlü sınırlarımızın dışına taşan pek çok bilim ve sanat adamı yetiştirmiştir. Türk dünyasının ortak kültür hazinelerinin en büyüklerinden biri olan Dede Korkut’ uda bunlardan saymak mümkündür. Dede Korkut, bütün Türk dünyasında kabul görmüş – Tarihi ve Efsanevi – ortak ulularımızın en önemlilerindendir.

Prof. Dr. M. Fuat KÖPRÜLÜ, Dede Korkut için; ”Terazinin bir Kefesine Türk Edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut’ u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar” demektedir.

Dede Korkut hikayeleri Bayburt’ta canlılığını korumaktadır. Türkiye Türkçe’sinde anlatılan hikayelerden Beğ Böğrek (Bamsi Beyrek) in en çok varyantı Bayburt’ ta tespit edilmiştir. Hikayelerde Bayburt , ”Parasarın Bayburt Hisarı” adıyla geçmektedir. Beğ Böyrek’ in mezarı Bayburt Kalesindeki ”Zindan”’ ın tam karşısındaki Duduzar Tepesindedir.

Dede Korkut’ un mezarı Masat Köyündedir. Bu bilgiler, Orhan Şaik GÖKYAY’ ın Dede Korkut çalışmasında mevcut olduğu gibi, halk arasında da dilden dile anlatılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Valiliğimiz; ilimize sosyal, kültürel, bilimsel, sportif, ticari ve ekonomik canlılık kazandırmak amacıyla bir şölen düzenlemeyi planlamış, şölene Orta Asya’ dan Anadolu’ya göçen Alp Erenlerden biri olan ve bütün Türk lehçelerinde ve coğrafyalarında tanınan, hikayeleri dildin dile anlatılan bu ulu büyüğün adını vermeyi uygun bulmuş ve 1995 yılından itibaren ”Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleni’ni düzenlemeye başlamıştır.

Şölen Türk dünyasında büyük yankı bulmuş ; Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Balkar – Karaçay, Dağıstan, Kazakistan ve bağımsızlığını ilan eden diğer Türk Cumhuriyetlerinden çok sayıda katılım gerçeklemiştir. Türk Cumhuriyetlerinden ilimize gelen bilim adamları Dede Korkut’ la ilgili tebliğler sunmuşlar, kendi coğrafyalarındaki izlerin etkisinden söz etmişlerdir. Dede Korkut’ un bizim olduğu kadar kendi edebiyatlarının da en büyük değere ve Türk dünyasının coğrafyalar üstü ortak ve en büyük kişiliği olarak nitelemiş ve sahiplenmişlerdir.

Dede Korkut, Türk dünyasının ortak birleştirici ve en büyük kişilerinden biri olarak Bayburt Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleninde anılmaya başladıktan sonradır ki; UNESCO 1999 yılını Dede Korkut’ un 1300. yılı olarak kabul etmiştir. İlimizde 16 – 22 Temmuz 2001 tarihleri arasında 7.’ Si düzenlenen dede Korkut Kültür – Sanat Şölenlerinde Dede Korkut, artık sadece Bayburt ve Türk Dünyası ile sınırlı kalmamış, bütün dünyanın ortak değeri olarak uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen hikâyeleri;

-Dirse Han Oğlu Boğaç Han
-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuzun iç Oguz'a Asi Olması


Dede Korkutun hayatı ve onun hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede varlığımızın, birliğimizin ve dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymakta, kahramanlık ruhumuzu coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe ümit ve sevgiyle bakmamızı sağlamaktadır
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
DEDE KORKUT MİRASI

Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN

19. yüzyılın başlarında Dresden’de bulunmuş olan Dede Korkut yazması, “Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân” adını taşır; “Oğuz boyunun diliyle Dedem Korkud Kitabı” demektir. 20. yüzyılın ortalarında Vatikan’da bulunmuş olan yazmanın adı ise “Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrı”dır; “Oğuzname hikâyesi, Kazan Bey ve diğerleri” demektir. Dresden nüshası bir giriş ve 12 destanî hikâyeden oluşur. Vatikan nüshasında ise girişle birlikte sadece 6 destanî hikâye vardır. Bu nüshadaki giriş ve destanî hikâyeler, Dresden nüshasında bulunanlardan farklı değildir. O hâlde Dede Korkut mirasından yazma olarak elimizde bir giriş ve 12 destanî hikâye bulunmaktadır. Destanî hikâyelerin her biri Dresden nüshasında “boy” olarak adlandırılmaktadır; bu bakımdan ben de yazımda bu özel terimi kullanacağım.

Biri eksik de olsa iki yazma hâlinde elimize ulaşan 12 boyun, 15. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan coğrafyasına hâkim olan Akkoyunlular zamanında son şeklini aldığı ve Osmanlıların Anadolu’nun Doğu ve Güney-Doğusuna hâkim olduğu 16. yüzyılda yazıya geçirildiği düşüncesindeyim.

Oğuzların tarihini yazan ve Dede Korkut kitabını Oğuz Türklerinin millî destanı kabul eden Türk tarihçisi Faruk Sümer; yazmalarda geçen alay, gönder gibi sadece Osmanlılara ait askerî terimlerden dolayı eldeki yazmaların 16. yüzyıldan önce yazıya geçirilmiş olamayacağı fikrindedir. Boyların coğrafyası Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan sahasıdır ve bu bölge 16. yüzyılda Osmanlıların eline geçmiştir. Esasen eserin giriş bölümünün başında yer alan “Korkut Ata ayıtdı: Â0ır zamanda 0anlık girü kayıya dege, kimsene ellerinden almaya, â0ır zaman olup kıyâmat kopınça.

Bu didügi Osman neslidür, işde sürilüp gideyorır.” ifadeleri, eserin Osmanlılar zamanında ve Osmanlı toprağında istinsah edildiği konusunda bence herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak Dede Korkut coğrafyası, Osmanlılardan önce Akkoyunluların elindeydi ve bence boyların elimizdeki nüshalarda görülen son biçimi alması Akkoyunlular zamanında, yani 15. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Akkoyunlular kendilerini Oğuzların Bayındır boyundan kabul ediyorlardı ve bundan dolayı, aktif bir kahraman olmadığı hâlde Bayındır Han eserde en muteber mevkie çıkarılmıştı.

Dede Korkut kitabının 15. yüzyılda, Akkoyunlular zamanında aldığı son biçimi, bugüne ulaşan iki yazmaya dayanarak şöyle anlatabiliriz.

Giriş bir yana bırakılırsa kitap, konuları bakımından birbirinden bağımsız, “boy” adı verilen 12 destanî hikâyeden oluşur. 12 boyun her biri, bir veya iki kahraman üzerine kurulmuştur; ancak gerek bir boyun esas kahramanları, gerek yardımcı kahramanları, diğer boylarda da geçer ve bir boydaki yardımcı kahraman diğer boyda esas kahraman olabilir. Böylece esas kahramanın üzerine kurulmuş bulunan vak’a itibarıyla bağımsız olan boylar, ortak kahramanlarla birbirine bağlanmış olur.

Kahramanların başı Salur Kazandır ve dört boy, Salur Kazan veya oğlu Uruz üzerine kurulmuştur. Diğer kahramanlar Salur Kazan’ın beyleri ve arkadaşlarıdır. Bayındır Han ise Salur’un da bağlı olduğu hükümdardır; fakat olaylara aktif olarak karışmaz. 12 boydan 9’unda Salur Kazan ve arkadaşları geçer; 3 boyda ise onları göremeyiz. Fakat 12 boyun hepsinde de Dede Korkut vardır.

Dede Korkut’un boylardaki esas işlevi kopuz çalarak boy boylaması, soy soylamasıdır. Boyların anlatılmasına boy boylamak, boylar içindeki manzum kısımlara soy, soyları kopuz eşliğinde belli bir melodiyle okumaya ise soy soylamak denir. Dede Korkut her boyun sonunda boy boylar, soy soylar; kahramanlara dua eder ve bazen onlara ad verir. Dede Korkut’un birkaç boyda, müşkül işleri halletmek için ortaya çıktığı da olur. Şu hâlde Dede Korkut, 12 boyu birbirine bağlayan ve boyları düzenleyip anlatan ortak kahramandır. Başta yer alan giriş bölümü de eserin bütünlük kazanmasında rol oynar.

Kısaca anlatmaya çalıştığım bu son biçim öyle bir “form”dur ki hem her boy, bağımsız bir eser gibi tek başına ele alınabilir; hem de 12 boy bir bütünlük içinde tek bir eser kabul edilebilir.

“Dede Korkut mirası” derken ben, bir yandan bu “son biçim”in oluştuğu zamandan daha sonraki yüzyıllara kalan mirası kastediyorum; bir yandan da bu “son biçim”in daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğunu düşünüyorum.

Önce birinci noktaya bakalım: Sonraki yüzyıllara Dede Korkut’tan kalan miras nedir? Burada şunu belirtmeliyim ki sonraki yüzyıllara kalan miras, mutlaka yukarıda anlattığım “son biçim”den çıkmış olmayabilir. Başka Türk coğrafyalarında daha önceki dönemlerden kalmış rivayetler de bulunmaktadır.

Dede Korkut ve eserdeki beylerle ilgili rivayetler, daha sonraki bazı yazılı kaynaklarda da küçük parçalar veya atıflar hâlinde görülür. 3. Murad zamanında Bayburtlu Osman’ın yazdığı “Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihan”da, 1597’de yazılan Şerefnâme’de, 17. yüzyıla ait Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Ebülgazi Bahadır Han tarafından 1660’ta yazılan Şecere-i Terâkime’de, 1672’de yazılan Arapça Müneccimbaşı tarihinde, yine 17. yüzyılda Buharalı Hafız Derviş Ali Çengî tarafından yazılan Tuhfetü’s-Sürûr adlı Farsça eserde, bazı Bektaşî velâyet-namelerinde ve Kul Ata adlı Azeri şairin Leylâ Mecnun mesnevisinde bazen birer ikişer cümlelik, bazen yarım sayfaya varan uzunlukta Dede Korkut ve beyleriyle ilgili rivayetler vardır. Şecere-i Terakime’de ise Dede Korkut kahramanları ve özellikle Salur Kazan’la ilgili rivayetler bir hayli hacimlidir.

20. yüzyıl sözlü geleneğinde Dede Korkut boylarının en canlı olarak yaşadığı yer Türkmenistandır. Yüzyılın ortalarında Ata Rahmanov’un derlediği metinler el yazmaları hâlinde Türkmenistan’ın Kol Yazmaları Enstitüsü’nde saklanmaktadır. Ayrıca Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki metin de vardır. Bu metinler 1980’lerin sonundan itibaren Türkmenistan’da yayımlanmaya başlamıştır.

Ata Rahmanov’un derlemelerinden anlaşıldığına göre Dede Korkut kitabındaki 12 boydan 7’si Türkmenistan sözlü geleneğinde 20. yüzyıla kadar ulaşmıştır. Bunlar Iza berilediren Nesilsiz (Dirse Han oğlu Boğaç Han boyu), Makav (Deli Dumrul boyu), Yekegöz (Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü boy), Töreli Bey (Kan Turalı boyu), Bamsım Birek (Bamsı Beyrek boyu), Salır (Salur Kazan’ı oğlu Uruz’un tutsaklıktan çıkardığı boy), Imra (Begil oğlu Emren boyu) adlı hikâyelerdir. Bu hikâyelerde farklılıklar olsa da Dede Korkut yazmalarındaki boyların konuları temel olarak korunmuştur; hatta kahramanların adları da küçük değişikliklerle aynı kalmıştır.

Ata Rahmanov’un derlediği üç hikâye ile Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki hikâye Dede Korkut kitabında yoktur. Bunlar İgdir, Dışoğuzların Gever Hanlıkına Karşı Köreşi, Oğuzların Melâllaşmakı, Tekemuhammet, Salır Gazan ve İtemcek Hekâyası’dır. Dede Korkut kitabındaki 12 boy, bu 5 hikâye ile 17’ye çıkmaktadır.

Dede Korkut kitabındaki üç boy, Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında, sözlü gelenekte masallaşmış olarak yaşamaya devam etmektedir.

Bunlardan en yaygını Bamsı Beyrek boyunun Bey Böyrek adıyla söylenen masallaşmış biçimidir. Bu masalın Azerbaycan’dan; Anadolu’nun Trabzon, Bayburt, Erzurum, Erzincan, Urfa, Kilis, Kahraman Maraş, Sivas, Yozgat, Amasya, Sinop, Bartın, Zonguldak, Kırşehir, Kayseri, Konya, Osmaniye, Afyon, Eskişehir, Kütahya, İstanbul şehirlerinden derlenmiş varyantları vardır. Masalın 1791’de yazıya geçirilmiş eksik bir varyantı ise Türk Dil Kurumu Kütüphanesinde saklanmaktadır. Aynı masalın 1730-31 tarihli tam bir nüshası ise Mısır’da bulunmuştur.

Masallaşmış olan ikinci boy Tepegöz boyudur. Bu masalın da Azerbaycan’dan; Iğdır, Posof, Bayburt, Erzurum, Siirt, Yozgat, Kastamonu, Çorum, Çankırı, Ankara, Konya, Aydın, İstanbul, Kırklareli şehirlerinden ve Dobruca’dan derlenmiş varyantları vardır.

Üçüncü olarak Deli Dumrul boyunun masallaşmış varyantları Tokat, Konya, Antalya, Bolvadin ve Üsküp’ten derlenmiştir.

Ferruh Arsunar’ın 1962’de Gaziantep’ten yaptığı bir derleme ise çok ilgi çekicidir. Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı boyun bir özeti gibi olan hikâyede kahramanlar birbirine karışmış olmakla beraber, Türkmenistan’daki rivayetlerde olduğu gibi temel konu aynıdır.

Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da sözlü gelenekten derlenen bir rivayet ise doğrudan doğruya Dede Korkut’un kendisiyle ilgilidir. Bu rivayetlere göre Korkut Ata, Azrail’den kaçmak ve ölümden kurtulmak ister; nereye giderse kabrinin kazıldığını görür ve sonunda ölür.

Özbeklerde Alpamış, Kazak ve Karakalpaklarda Alpamıs, Başkurtlarda Alpamışa, Tatarlarda Alıpmemşen ve Altay Türklerinde Alıp Mamaş olarak yaşayan destan; birçok araştırıcıya göre Dede Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek boyu ile ilgilidir. Dolayısıyla bu destanı da Dede Korkut mirası olarak düşünebiliriz. Böylece Dede Korkut mirasının Balkanlardan Altaylara kadar uzanan Türk dünyasında yayılmış olduğunu görüyoruz.

Dede Korkut kitabının daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğu konusuna gelince:

Bilindiği üzere 14. yüzyılın başında yazılan Câmiü’t-Tevârîh’teki “Târîh-i Oğuzân ve Türkân” bölümü Oğuz destanıyla ilgili en geniş rivayetlerin yer aldığı bir kaynaktır. İşte bu kaynakta Dede Korkut’tan akıllı, bilgili, keramet sahibi ve hakkında pek çok hikâye anlatılan bir şahıs olarak bahsedilmekte, ayrıca Tuman Han’a ad verdiği belirtilmektedir. Memlûk tarihçisi Aybeg ed- Devâdârî’nin yine 14. yüzyılın başlarına ait Dürerü’t- Tican adlı eserinde Türklerin elden ele dolaştırdıkları iki kitap olduğu, bu kitaplardan birinin Oğuzname adını taşıdığı kaydedilir. Oğuzname hakkında verilen kısa bilgiye göre bu kitap Oğuzların başlangıçlarını, ilk hükümdarlarını ve onun adının Oğuz olduğunu anlatır; içinde acayip hikâyeler vardır. Bu hikâyelerden birisi olarak Tepegöz hikâyesinin özeti de Devâdârî’nin eserinde verilir.

Gerek Devâdârî’nin, gerek Reşideddin’in kayıtları bize, 14. yüzyılın başında Dede Korkut’la ilgili rivayetlerin yaygın olduğunu, hatta Devâdârî’ye göre bunların Oğuzname adlı bir kitapta toplandığını ve bu kitabın Türk boyları arasında elden ele dolaştığını gösteriyor. Bu durumda 15. yüzyılda son biçimini alan, 16. yüzyılda yazıya geçirilen, 20. yüzyılda da sözlü gelenekte yaşayan Dede Korkut boylarının en geç 13. yüzyılda kitap hâline gelen bir Oğuzname’de toplandığını ve Dede Korkut hikâyelerinin aslında Oğuz Kağan Destanından kalan bir miras olduğunu söyleyebiliriz.

Bu miras artık çağdaş san’at eserlerinde; şiirde, tiyatroda, sinemada yaşamaya devam etmektedir. Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Türkiye’de Dede Korkut’tan kaynaklanan şiirler, poemalar, tiyatrolar yazılmış; filmler ve çizgi filmler çevrilmiştir. Hiç şüphesiz Dede Korkut mirası bütün Türk dünyasında yarınki nesilleri de beslemeye devam edecektir.

Imre Adorján
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Dede Korkut Kitabı’nın Macaristan'daki Geçmişi ve Önemi

Kitabın Macaristan'daki Geçmişi

1977’te Ankara'da sanat tarihçisi Gábor Pap, Orhan Şaik Gökyay tarafından yeni Türkçeye çevrilen Dede Korkut kitabını (İstanbul, 1976) aldı, sonra hediye olarak bana verdi. Macaristan'a döndükten sonra Kitabı okurken, hemen ilgimi çekti. Dr. András Kelemen'le seçtiğimiz üç hikâyeyi beraber Macarcaya çevirmeye karar verdik. İlk çevirdiğimiz hikâye Boğaç Han soylamasıydı. Bu esnada eserin Türk kültürünün ama Macar ile de hazine sahibi olduğunu fark ettik. Örneğin, delikanlı boğa ile güreşmesi bizi şaşırttı. Zira János Arany ünlü Macar şair’in eserinde de Miklós Toldi boğa ile savaşıyor! Ama "kırk yiğidin" yani nökerlerin sayısı, hem Toldi’da hem Boğaç soylamasında da 40’tır. Bundan sonra artık Macar ile Türk, özellikle halk geleneklerindeki benzeyişlerini, aramaktaydık.

Deli Dumrul’daki soylamayla Macar halk şiirlerinden "Sevginin Sınanması" denilen türdeki destanların büyük bir benzerliklerini buldum. Bunu benden önce Macar ballad araştırıcıları da bilmekte idiler, ama Deli Dumrul hikâyesini hiç okumadılar.

Düşündük, ki Macaristan'da Dede Korkut hikâyelerini tanıtmalıyız. Bunun için Boğaç Han hikâyesi kaynak olarak kullanıp, bir kukla oyununun senaryosunu yazdım. Székesfehérvár’daki bir ortaokulun öğrencilerinin katılmasıyla 1983’te sahneye konuldu. Kukla oyunun galası, o zamanki Türk Büyükelçisi, sayın Osman Başman ve çalışma arkadaşlarının huzurunda, İl Kültür Merkezi'nde, Azız Stefanos adlı tiyatro salonunda düzenlendi. Öğrenciler bu kukla oyunuyla çok defa yarışmalara katılıp değerli ödüller kazandılar.

1984’te Székesfehérvár’daki Alba Regia Otel’de düzenlenen "Türk Mutfak Gecesi" sırasında, Deli Dumrul ve Sevginin Sınanması aynı zamanda beraber iki yerli tiyatrocu katılmasıyla sahneye konuldu. Piyes aynı şeklinde Yapıcılar’ın Kültür Evi'nde tekrarlandı. Sayın Osman Başman T.C.’nin Büyükelçisi sayın eşiyle ve çalışma arkadaşlarıyla bu iki şölene de katıldı.
András Kelemen ve ben de ayrı ayrı Dede Korkut Kitabının tanıtılması için Budapeşte’de, Békéscsaba’da, Debrecen’de, Kecskemet’te, Kiskun-halas’ta vs. konferanslar verdik.

Çevirdiğimiz Boğaç Han soylamasını 1985’te Halaşi Téka mecmuası tarafından Gábor Pap ve eşim Judit Berente önsözüyle yayınlandı. Debrecen Kossuth Lajos İlmi Üniversitesi’nin Kültür Dairesi tarafından, "stensilli" niteliğinde, çevirdiğimiz üç hikâye yayınlandı. Bunlar, Boğaç Han, Deli Dumrul ve Bamsi Beyrek soylamasıydı.

Dede Korkut Kitabını Almancaya (Joachim Hein, 1958’de), İngilizceye (Geoffrey Levis, 1974’te) ve bildiğim kadarıyla 6 soylamasını İtalyancaya (Ettore Rossi) da çevirdiler. O zamana kadar Macaristanda sadece tek Almanca yazılmış makale yayınlandı (Körösi Csoma Archívum tarafından 1926’da). Etnografya Ansiklopedisi'nde "Sevginin sınanması" baladlarından söz edilirken Türk kaynağa tek vasıtalı değinme bulunulur. Eserin Macarca tercümesinin önemli olduğunu düşündük. András Kelemen yayınevlerin çoğunu irtibat için ziyaret edip, bütün 12 hikâyeyi Macarcaya çevirmemizin teklifini etti, ama yayınevleri ilgisiz olduğundan Macarca Dede Korkut yayını önünde bütün kapılar kapatıldı.
1996’da Türk eserde bulunduğum, Macar-Türk halk kültürü arasındaki benzerlikleri topladığım "A Turul Gyermekei" başlıklı kitabım Fejér Megyei Pedagógiai Szolgáltató Intézet (İl'in Öğretim Enstitüsü) tarafından 1997’de yayınlandı.

Kitabımı yazarken bana soylamaların her birisi gerekliydi, bunun için hepsini Macarcaya çevirdim. Kaynağım yine de Gökyay’in önce andığım eseriydi.

1997 yazın eşimle beraber Dede Korkut’un Bayburt yakındaki Masat köyünde bulunduğu düşünülen türbesini görmek için Bayburt’a gittik. Şehri görmek için seyre çıkarken sokakta bir Türk genç Bayburt’a nereden geldiğimizi ve çevresinde ne yapacağımızı bizden sordu. Dede Korkut’la uğraştığımı duyunca, hemen bizi öğretmenevine bir konuşmaya davet etti. Varınca çok şaşırdık, çünkü yaklaşık 10-12 öğretmen bizi bekliyordu. Sohbet ettik ve hattâ tartıştık da Dede Korkut Kitabı üzerinde.

Vedalaşınca Bayburtlu Ali Sırrı çoban (Âşık Süphani) "Hoş geldiniz bugün bize..." diye saz çalıp ismimizi de içeren dörtüklerini söyledi. Orada, o anda karar verdim ve Türk arkadaşlarıma da söz verdim, Dede Korkut Kitabı Macarca da olacak! Âşık Süphani'nin yazdığı şiirin tarihi 5. Mayıs 1997 idi. O zaman ne büyük bir görevi kendi kendime üstlendiğimi düşünmedim. Tekrar yine Gökyay metni çevirmesine başladım, ama yazik, ki Dede Korkut’un asıl eski atasözlerini içeren "mukaddime"si bu kitapta yoktu.

O zamana kadar artık bu yeni Türkçe edebî eserin çoğunu, güzel tarzda Macarcaya çeviren László Puskás aklıma geldi. Dede Korkut Kitabınının tamamını beraber çevirmeye anlaştık, hem de kaynak olarak yayınlanmış Latince harflariyle basılmış sayın Muharrem Ergin’in bizce en uygun metinle indeksi de içeren, iki ciltte yayınlanmış eserini kullanmaya kararlaştık.
İlk ham çeviriyi ben yaptım ve László Puskás metni titizce inceleyip düzeltti. Şiir parçaları çevirirken, Türk şiirlerin tarzını, ölçüsünü ve kafiyelerini okuyuculara hissettirmek için çabaladık. Ortak işimiz bir yıldan fazla sürdü, çok defa tartıştık, ama bu her zaman daha iyi ve daha uygun ifade bulmamız içindi. Sayısız kez yazdıklarımızı düzeltip değiştirdik.

Dede Korkut’un manzum bölümlerindeki mısraların hece sayısı ve kafiyeleri Macarca çeviride de tam aynı, hattâ seci kısımlarının da asıl Türk eserin tarzında Macarca okuyabilmesinin tümü, László Puskás'ın güzel çalışmasının faziletidir. Edebî alandaki eksikliğimden dolayı ham çeviriden sonra, sadece Türk eserin anlatmasıyla ilgili, izahı ve dipnotları yazmasıyla uğraştım.

Uygun yayınevinin bulunmasını Puskás László üstlendi. Sonra L’Harmattan-Európai Folklór Központért Egyesület Európai Folklór Intézete (L’Harmattan, Avrupa Folklor Merkezi Derneği’nin Avrupa Folklor Enstitüsü) Dede Korkut edebî değerine uygun yayınevinin müdürü, kendisi halkbilimin dünyada ünlü araştırıcı Hoppál Mihály, çevirinin yayınlanmasını benimsedi. Yayınlanması Macar-Türk Kadınları Derneği, Necla Aksop, Türk-Macar İşadamları Derneği, ve Milli Kültür Mirası Bakanlığı tarafından desteklendi.
Kitap okutmanı türkolog Mihály Dobrovits bize çok yardım etti, hatalarımızı bulunca, güzel mizahıyla, hakaret etmeden bize bildirdi, biz hatalı parçaları gecikmeden düzelttik.

Biz Macar okuyucuların dikkatini Türk kültürü’nün bu hazinesine çekmek isterdik. Çünkü Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Dede Korkut için: "Terazinin bir kefesine Türk Edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut’u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar" demektedir. Bu iddiayı kitabın arka sayfası üzerinde yayımlamak istedik, bunun Macarca okunabilmesi için.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Türk ile Macar Gelenekleri Arasında Bulunan Bazı Benzerlikler

Eserin Tarzı

İlkönce Dede Korkut'un manzum ve mensur parçalarının tavrı ve eski Macar halk şiirleri ve Macar edebiyatı arasındaki benzerlikleri belirginleştirmeliyim. Türk nazmında çok kullanılan 4+4+4 veya 4+4, veya 4+4+3 veya 4+3 gibi hece sayılı mısralara Macar halk şiirlerinde sık sık rastlanmaktadır. Örneğin:

4+4+4 T: Kara tırnak / ağ yüzüme /çalayım mı?
M: Hol lakik kend / hugomasszony? / Komáromba.
4+4 T: Bunalmışsın /sana n’olmuş? // çal kılıcın / yettim Kazan!
M: Anyám anyám /édesanyám // Gyulainé édesanyám!

Macarca bilmeyenlerin de mısralarda aynı heceli ve aynı darb duyduklarının umudundayım.
Macar şiirlerde de iki mısra sonuncu sözcüğü aynı olduğundan kafiye oluşturulur. Bunun Türk örneği:

Dâyim duran / Cebâr Tanrı 4+4
Bâki kalan / Settar Tanrı

Bu iki kerre dört heceli mısra Macar terimi "felező nyolcas" yani "ikide sekizli"dir.

Bunun ortak köküne Eski Oğuz Destanı'nda rastlayabiliriz:

Men sizlerge / boldım kagan, 4+4
Alalım ya / takı kalkan.
Tamga bizge / bolsın buyan, ...

Oğuz Destanı’nın dokuz mısrası aynı kafiyelidir, buna Avrupalı edebiyatçılar "assonans" derler. 19. yüzyıldaki Macar edebiyatında o kadar çok "assonans" kullanıldığından dolayı "Macar kafiyesi" olarak derlendi.
Nesirle yazılan kısımlarda Türk yazarın çok defa kullandığı sanat aracı secidir. Macar edebiyatında da sık sık buna rastlanır.

Hem Türk, hem Macar dili, aynı dil gurubunda olduğundan dolayı başka, örneğin Almancaya veya İngilizceye çevirmekten, Macarcaya çevirilmesi daha kolay idi, sadece eski Türkçede kullandığı sözlere uygun Macarca da aynı heceli ve kafiyeli söz bulması bazen zor idi.

Toy ve Konaklama

Dede Korkut hikâyelerin çoğunda "Hanlar Hanı Han Bayındır yılda bir kerre toy idüp Oğuz biglerin konuklar-idi" gibi sözleri okuruz. Macar yurttutuşundan önceki zamanlarda, 8.-9. yüzyıllardaki geleneklerinden Anonymus (Türkçe: ismi tanınmayan) tarihçinin 12. yüzyıl sonlarında yazdığı Gesta’sının 16. babında "Hemen aynı yerde, putperest (Latince: more paganismo) geleneğe uygun olarak bir semiz at öldürüp, büyük toy ettiler" yazmaktadır.

Ama bu gelenek yüzyıllarca devam yaşadı. Anonymus’a göre Arpad vezirin Zolta (Türkçe: Sultan) oğlunun doğumu "günlerce süren toy (konaklama) ile kutladı vezirler ve hanlar önünde yiğitler koyunların kuzularıyla keçi gibi oynadılar" diye kutlandı.
17-18 yüzyılların Erdel (Transylvania) gelenekçilerinden Péter Apor, Metamorphosis Transylvaniae adlı eserinde

"insanlar içki içince... türkü söylemeye başlayıp güzel eski olayları söylediler, bazen aşktan da söylediler... eski zamanlarda zurna ile davul büyük adamların çok sevdiği müzik aletiydi... Şimdi büyük olasılıkla o güzel Macar türküleri Erdel'de kimse söylenemez"
diye üzüntüyle yazdı.

Demek ki, eski Türk toyla konaklama geleneği Macarlar tarafından Avrupa'ya taşınıp, devam yaşadı.

Korkut Ata’nın Dileği

Hikâyelerin çoğu Dede Korkut'un "yom vireyüm hanum" deyimiyle başlattığı dileklerle biter. Bereket veren sözler arasında "...kölgelüçe kaba ağacun kesilmesün..." rastlanılır. Demektir ki Oğuzlar "Hayat ağacı" inanışındaydı. Hayat ağacı mitolojisinin çok türü, çeşidi ve çok geniş alanı var. Janos Berze Nagy adlı Macar araştırıcı, Türk efsanelerinde bulunan hayat ağacı inanışlarını toplarken, ortak benzerliklerine dayanarak 2 sınıfı tasnif etti: 1) Ölümsüzlük ile zenginlik, 2) Her hayatın ve her doğurganın başlangıcı ve kaynağı olduklarını sembolize eder. Hem Macar, hem Türk halk geleneklerinden Şamanizmde de kuvvetli kökü olan bu inanış, bugüne kadar halk sanatında devam eder. İki milletin halk sanatının çeşitli alanında (örgü, halı, kilim, dokuma, nakış, ahşap ve taş tezyinatı), hayat ağacı motiflerine rastlanır. Halk yaşamında da büyük bir mânevi ağırlık kazanmıştır.

Macaristan’ın şimdi Slovakya'da bulunan bölgesinde, kadın çocuk doğururken, çocuğun babası bir "hatıra ağacı" diker. Yerli inanışa göre, doğacak bebek, ağaçla beraber ölür.
Buna benzer örnekleri halk baladında da duyabiliriz. Ayni günde Kongó (adam ismidir) ile bir ağaç da dünyaya gelir, ikisi aynı gün ölür, çünkü Kongó bu ağaç kesildikten sonra odunundan yapılmış darağacı üzerinde öldürülür.

Doğu Anadolu'da bereketli aile yaşamı için düğün günlerinde nişanlı akrabaları ve arkadaşları bir bağçede ağaç dikerler. Meyve ağacı dikilirse, onun ilk meyvesi, dikildiği günde evlenenlere verilir.
Macaristan'da, Mohaç bölgesinde (Meydan savaşından meşhur bir yer) geline bir tomurcuklu dal verilir. Bu dal titiz hazırlanır. Dal, ucuna kadar yeşil dalcıklarla süslenilir, ucuna elma ve yaldızlı vişne ile kuş tüyü de asılır. Macaristan'ın başka bölgelerinde de ayni gelenek, veya bu geleneğin çeşitlemelerini bulabiliriz (Eğer Kalesi çevresinde, Erdelde, Balaton Gölü yanında vs.) Bazı yerlerde dal ucuna pastadan kuş da koyarlar.

Bu Macar geleneğindeki dalın Türkiye'deki eşi, Erzurum'da bulunan Selçuklu eseri olan çifte Minareli Medrese portalı yanında, çok büyük ölçüde taşta yontulmuş muhteşem hayat ağaçıdır. Bunun hemen hemen aynısı Sivas'taki Gök Medrese portalında da mevcuttur, Sayısız Selçuklu eserinde hayat ağacının uclarında meyveler ve kuşlar da görebiliriz.

Beşik Kertme

Beyrek "Bakdı gördi, bu otağ Banı çiçek otağı-y-imiş ki Beyregün bişik kertme nışanlusı-y-idi..." çünkü daha evvel "Pay Piçen Big aydur: Bigler Allah Ta’ala mana bit kız virecek olur-ise, siz tanık olun, menüm kızum Pay Büre Big oğlına bişik kertme yavuklu olsun didi.

Türkiye'de halen geçerli olan evlenme biçimlerin birisi "Beşik Kertmesi"dir. Bir ailenin, başka bir aileyle hısımlık kurmak istemesiyle yapılır. Çocukların çok küçükken, henüz beşikte iken, nişanlarının yapılması, Derleme Sözlüğü’nden de anlaşıldığına göre, birçok il, ilçe ve köyde bilinmektedir. Bu bağın belirtisi olarak da çocukların beşiklerine birer "kertik" yapılır, beşik kertme adı buradan gelmektedir. Sedat Veyis Örnek Türk Halkbilimi adlı kitabında beşik kertmesiden bir problem, veya suç çıkarsa davada hâkim Medenî Kanun’un kendisine tanıdığı takdir hakkını kullandığının güzel bir örneği yazdı.

Macaristan'da beşik kertmesinin bir türü henüz 1983’te de yapıldı. Daha evvel 16.-17. yüzyıllarda büyük beylerin ailesi tarafindan da yapılmaktaydı. Bunu yazılı kaynaklar da kanıtlanır. Aile kararını gerçekleştirmek için bazen büyü de kullanılmıştır. Nişanlıları aynı dadı emzirirdi veya iki dadı birbirinin kardeşiydi. İki çocuğa karşı karşıda yer alan fırında kızarmış poğaça yedirirlerdi.
Bir Macar halk türküsünün: "Sözü verdi o zamanda / Beşiğinde salınınca..." sözlerini beşik kertme gelenekten aydınlatır.

At ve Ok Yarışması

At ve ok yarışmasının güzel örneği Beyrek soylamasında okuruz:

"...gel imdi senün-ile ava çıkalum, eğer senün atun menüm atumı kiçer-ise onun atını daha kıçersin, hem senün-ile ok atalum, meni kiçer-isen anıdahı kiçersin... Ikisi atlandılar, meydana çıkdılar. At depdiler, Beyrek atı kızun atını kiçdi. Ok atdılar, Beyrek kızun okın yardı."

Aynı hikâyede Beyrek eve dönünce "Gördi dügünde güyegü ok atar..." Kazan Bey huzurunda Yalançı oğlu Yaltaçuk ile ok atış yarışına kalkışır, Beyrek kazanır.

Macar ve Hun yiğitlerin at ve ok yarışmasından örnek veren Anonymus, Gestasında:

"Vezirler huzurunda yaklaşık her gün atlanıp kalkanla ve mızrakla savaştılar, öbürleri putperest adeta göre (l. more paganismo) yay ok yarışmayla oynalardı." söz eder.

Beyrek ve Baniçiçek gibi, genç erkek ile genç kız, ok yarışmasının bir türü Macar halk geleneklerinde, oyun olarak yaşatıldı. Erdel’de "horoz atma" veya "horoz bayramı" adlandırılır. 19. yüzyılda oğlanlar ve kızlar iki guruba ayrılıp, kızların gözleri baş örtüsüyle kapatılıp bir direğe bağlanmış tavuğu sopa ile vurmaya, oğlanlar bir direğe bağlanmış horozu oklamaya çalışırlardı.

Horozu okuyla ilk vuran oğulun kutlanması için, hep beraber "horoz türküsü" (Macarca: kakas ének) yüksek sesle söylenirdi. Bu oyun çeşitlerinin Türk asıllı olduğunu, oynadıkları köylerin arasında bulunan çok Türkçe kökenli adlar kanıtlar. Türkös (1625), Turk-falva (1336), Turkester (1540), (Romanca: Turkis), (Almanca: Türkischdorf), (Latince: Villa Turcica), adlarından kolayca anlaşılır. Bu geleneği 19. yüzyılda derlendiği ve kitabında yazdığı Balázs Orbán "oyun’un Türk rengi şüphelenmez" diye açıkladı.

Boğa ile Güreş

Buğaç Han boğa ile güreştikten sonra "Dedem Korkut gelsün, bu oğlana ad kosun... babasına varsun, babasından oğlana biglik itesün, taht ali-virsün didiler" diye okuyoruz. Bu olayın benzerlerine hem Macar halk geleneklerinde, hem edebiyatında da rastlayabiliriz. Paskalyadan yedi hafta sonra olan Yortu (Macarca: Pünkösd) bayramının kutlanması sırasında Mór Jókai adlı ünlü Macar yazar

"Kral seçme oyunu bayram üçüncü gününde at yarışıyla yapılır, bunun sonucu katılanlar tarafından kabul etmezse, rakipler bir azgın boğa kovalarlar."

O bunu 19. yüzyıldaki romanında ve ardından 1856’da Vasárnapi Ujság’in (Türkçe: Pazar Gazetesi’nin) bir makelesinde de yazdı. Ünlü Macar etnograf Tekla Dömötör, 1983’te konumuza ilgili olarak "boğa ile güreşme Pünkösd bayramında yaptığı kral seçimiyle ilgili haberimiz 1910 yılına kadar var, ama fazla bilgimiz yoktur" diye açıkladı.

Toldi başlığı olan János Arany adlı şairin büyük eserinde, Toldi kahraman köylü yoksul genç bir tehlikeli azgın boğayı el kuvvetiyle mağlup ettiği için, onu kral ordusuna alır. Bu eserde Dede Korkut Kitabında yazılmış olduğu gibi, büyüklerin refakatında bulunan yiğitlerin sayısı 40’tır.

Hem Türk hem Macar geleneğindeki "boğa ile güreşmenin" kökü, Şaman inanışındadır. Macar halk inanışları bunu kanıtlar. "İnsan üstü kuvvet sahibi olan ‘táltos’ (kam’ın bir türü) zaman zaman başka bir ‘táltos’la kara boğa, at vs. biçiminde savaşmalıdır" halk inanıştır. Örneğin, Pézásó Pişta (isim) "yedi kerre bir ‘táltos’ boğa ile dövüşmeliydi, ama (boğayı) yenemezdi" dedi. Bu zatın ölüm tarihi 20. Aralık 1939’da idi.
Türkiye'de bugün var olan boğa ile adam yarışmasından haberim yok, ama Orta Asya'daki Türkler arasında, Uygurlarda da bu gelenek halen yaşıyor.

Aşık Oyunu

Buğaç hikâyesinde "Dirse Hanun oğlançuğı üç dahı ordu uşağı meydanda aşuk oynarlar-idi" okuyoruz. Aşık sözün "koyun bilek kemiği" anlamıdır. Kemik zarla oynanan barbut çok eski kumardır. Ambrosius Milano piskoposu 385’te yazdığı "Liber de Tobia" adlı eserinde Hun okçu yiğitler aşık oynadıklarına değiniyordu.
Macar turkolog Ármin Vámbéry tarafından aşık oyunu okçu parmaklarının çevikleştirmesine uygun bir alıştırma olarak sanıldı. Vámbéry Orta Asya'da 19. yüzyılda gördüğü aşık kuralları da yazdı, kemik atmaktan önce, ne atacağını en doğru söyliyen kazanır. Koyun bilek kemiğinin kemer şekli olan yanı "çeke", keskin yanı "alçı", düz yanı "tava" denilir. 4 bazen 8 kemicikle oynanır.
Artık 15. yüzyılda Macar kralı Mátyás (Türkçe: Mattei) Orta Avrupalı kurallara uymaz kuralla, Orta Asya kuralına uyan aşık oynadı, çünkü aşık atmadan evvel sonucu söyleyip kazandı. Avrupalı kurala uysaydı attığı küp üzerindeki sayı görünce söylerdi. İtalyan asıllı Macar tarihçi Bonfini, 15 yüzyılda onu çok ilginç olduğundan dolayı andı.

Taklit Gelin

Macar düğün gelenekleri çok zengindir ve bölgelere göre değişir. Gelenekler arasında çok eski İslama dönüşmeden önceki bir Türk aslı olan, gelenek "taklit gelin" şakasıdır.
Macarların "Taklit gelin" şakası, yurttutuşlarından daha evvel yani 9 yüzyıldan öncekidir, veya yurttutuş sırasında Macarlarla beraber yerleşmiş Türk boylarından, sonra Macarlaşmış Türklerden öğrendiğinin düşüncesindeyim.

19. yüzyılda derlenmiş gelenek hem Doğu, hem Kuzey Macar bölgelerde yaygındı. Bu geleneğin esası, düğünün bir anında nişanlıya hakikî gelini değil, ama yerine ihtiyar, çirkin, sakat kadını gösterip şakalatıklarından sonra hakikî sürdürür. Bazı yerlerde sadece gelinin bir "taklidi" var, ama Erdel Orosztelke köyünde "taklit" göstermesi üç defa tekrarlanır. Magyarvista köyündeki gelenek bizim açımızdan en önemlidir. Gerdeği yöneten "altın yüzükle nişanlanmış çiçek" ararken, ev sahibi "ben önünüze getiririm, eğer size uygun görünürse" diye söyleyince, buna"Gelinin şekli, manda buzağı gibi, çukura çok gittiğinden oldu yırtık, eğri" şeklinde görücüler cevap verir. İkincide beyaz kılıklı muşmula suratlı bir cadaloz getirilir. Tepelenmiş göğsüyle nişanlıya ulaşır, öper, kuru ottan bağlanmış demeti verir. "Gelin üçayaklı sandalye kadar güzel, nişanlısı artık keyfi uçtu der" bundan sonra hakikî gelin getirilir. Jákótelke köyünde gözcü şiirinde geleneğin aslı da açıklanır: "Gözcüler geldiler uzak Asyadan / Macarlar’ın eski vatanından..." Macar halkı Asya'dan geldikleri kanaatındaydı.

Bamsi Beyrekten Burla Hatun "Mre delü ozan ya maksudun nedür" sorar "hanum maksudum ere varan kız kalka oynaya men kopuz çalam" karşılık verir. Sonra "Kısırça Yinge"ye "tur sen oyna, ne bilür delü ozan" der ve bu kısır yaşlı kadın "Ere varan kız menem" der ama Beyrek aldatamaz, soylamasında "Kısır kısrağa bindügüm yok" sözlerle başlattığı şiirinde kadının ahlakının da kötü olduğunu anar. Sonra "Boğazça Fatma"yla aynı rol oynatarak Beyrek yeni soylamasında kadının eskiden bıyık altı adını ("kırk oynaşlu") da tanıdığını söyler. Sadece bu iki "taklit gelini" gösterdikten sonra Banı Çiçek'le, hakikî geliniyle görüştürülür.
Taklit gelin geleneği, Türkiye'de yaşar yaşamaz bilmiyorum, haberim yok, belki Silifke çevresindeki Tahtacılar arasında bir çeşidi var.

Sevginin Sınanması

Macar halk şiirlerinin en eski örnekleri arasında içeriklerine göre sınıflandırılan balad / destanların bir bölüğüne "Sevginin sınanması" başlığı konulmaktadır. Bu türden değişik biçimlerde, yaklaşık 40 balad oluşmuştur ve bütün Macarların oturup yaşadıkları yerlerde yaygındır. Baladın göğüs arasında yılan konusu, Macar halk ahşap el sanatında dizayn edilmiş şeklinde yer alması da çok ilginçtir. Aşağıda Szakcs köyünde derlendiği baladın birkaç mısrası konu anlaşmasını kolaylaştırır:

1.Köröşdağında gezdim, öküzlerim güttüm,
Dişbudak yanında uzanıp kestirdim.

2.Büyük bir sarı yılan bağrıma yumuldu
Tatlı anam çıkaver, yoksa hemen ölürüm.
Yoksa hemen ölürüm, dünyadan el etek çekerim!

3.Oğlum, tatlı oğlum; ben bunu eyleyemem
Eğer hemen ölsen de; dünyadan el etek çeksen de!

4. (İlk iki mısranın aynısıdır.)

5. Büyük bir sarı yılan bağrıma yumuldu
Tatlı babam çıkaver yoksa hemen ölürüm,
Yoksa hemen ölürüm, dünyadan el etek çekerim!

6. Oğlum, tatlı oğlum; ben bunu eyleyemem
Eğer hemen ölsen de; dünyadan el etek çeksen de!

7. (İlk iki mısranın aynısıdır.)

8. Büyük bir sarı yılan bağrıma yumuldu
Tatlı gülüm çıkaver, yoksa hemen ölürüm.
Yoksa hemen ölürüm, dünyadan el etek çekerim!
9. Sevgilim ölme sen! çıkarım ben hemen!
Eğer sen ölürsen, ben de seninle ölürüm.

Sevgilisi ona sokulup bağrına yumulmuşu kavrayıp yere çaldı. Bu yılan değil, ama bir kese paraydı. Böylece anladı, ki sevgilisi ona en hakikatlidir. Bundan dolayı hemen aldı, çarçabuk evlendi.

Macar halk şiir araştırıcılarca "Sevginin Sınanması" denilen baladların aslı büyük olasılıkla antik Yunan veya Romalı sayılır. Euripidész (ölm. MÖ 406) Alkésztisz adlı eserinde ölüme tayin edilmiş erkeğin yerine eşi ölümü kendi üstlenir. Başka bir görüşe göre bu tür Macar baladların kökü bir Batı Avrupalı deniz korsan baladıdır. Bir Romanyalı araştırıcı (Adrian Fochi) yanlışlıkla eski "Dak"tan geldiğini sanır. Sevginin Sınanması türündeki baladlar Karpat Havzasından batıya bulunmaz, ama doğuda, Balkanlarda sayısız çeşidi derlendi. Bu türdeki baladlar tarihin bir zamanında Türk halkların yaşadığı yahut Osmanlıların fethedildiği yerlerinde bulunduğundan dolayı, bu baladın Türk asıllı olduğunu görüşündeyim.

Kanaatime göre "Sevginin Sınanması" balad gurubunun kaynağı büyük olasılıkla Deli Dumrul Türk soylamasıydı. Bunu kanıtlamak için sadece Deli Dumrul soylamasıyla Macar balad gurubunu karşılaştırmak yeterdir.

1.a) Gencin hayatı tehlikededir.
b) Ne anadan ne babadan yardım görmez. Her ikiside canlarını biricik oğullarından daha çok sever.
c) Sevgili, sevgilisini canından daha üstün tutarak canını vermeğe hazır, korkmaz.
d) Ölüm tehlikesinin ardında ödül vardır.
2. Yukarda belirttiğimden başka şu nitelikler de vardır:
a) Deli Dumrul soylamasında genç yiğit bir köprünün yanında ölür. Tabii köprü su kıyısında olmalıdır. Dolayısıyla Macar baladındaki çoban da çok zaman sulu, yaş, yeşil yerlerde yılanla karşılaşır.
b) Macar baladındaki tehlike, yılanın başının altından çıkar. Deli Dumrul’un eşinin sözlerinde de aynı yolda yılan kavramı vardır: "Senden sonra bir yigidi / Sevüp varsam bile yatsam / Ala yılan olup meni soksun." Burada yılan, cezalandırma unsuru olarak yer alıyor.
3.Macar baladları Deli Dumrul soylamasının değişimiyle oluşmuşlardır.
a) Deli Dumrul soylamasında Tanrı / Allah ile ölüm meleği Azrail faaldir; en önemli sahne cennettir. Tanrı insana hükmeder ve her şey onun dileğince gerçekleştirir.
Macar baladlarında insanlar dinden bağımsız düşünürler, Tanrı'dan söz etmezler.
b) Deli Dumrul ve eşi Tanrı'nın bir bağışı olarak uzun ömür müjdesi aldılar, canları oğlundan daha çok seven ana ve baba ise cezalandırıldı, onların canı Azrail aldı.
Macar baladlarında sevgisini yaşamdan üstün tutan çift, sevginin ve cesaretin ödülü olarak altın, para, maddi şeylerdir. Ömrünü vermeyi göze almayana hediye verilmiyor.

Baladlar edebî tarz bakımından destandan böylece Deli Dumrul soylamasından da çok daha kısadır. Yüzyıllarca söylediği destan metnin en önemli mısralarından asıl destandan daha kısa balad çeşitleri oluşturulmuş. Uzun zamanda kısaltmış asıl metnin manevî değeri de azaldı. Tanrı ile insan ikili ilişkisiyle, dinle hiç ilgilenmeyen Sevginin Sınanması baladları Macar, Roman, Bulgar çeşitlerinin ortak niteliğidir.
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Dede Korkut Kitabı ve Avrasya Edebiyatı Arasındaki İlişkiler

Kitabı H. O. Fleischer Dresden’de kesfetmesinden az sonra 19. yüzyılda artık Diez "Der neuentdekte oughuzische Cyklop" başlığı altında Tepegözle Homer’in Odysse’sindeki Pholyphem’i karşılaştırmış ve bu efsaneyi Yunanlıların Şarktan almış olduklarını iddia etmiştir. Diez, Tepegözle Homer'deki Polyphem’in benzerliklerini 10 nokta altında anlattı. Efsanenin Anadolu'dan geldiğini ve büyük olasılıkla Scyth asıllı olduğunu sonuçta ortaya çıkardı. Bunları sayın Orhan Şaik Gökyay'ın eserinde okuyoruz. Grimm, Tepegöz hikâyesini 1852’de Polyphem Antolojisi içine aldı, 1944’te W. Ruben kitabında Oğuz tarihiyle ilgilenerek 25 hikâyeyi inceledi.

"Körleştirilmiş tek gözlü" ad altında sınıflandırmış Macar halk masalların sayısı 11'dir. Şimdiye kadar Macar araştırıcılar konunun Balkanlardan, Macarlar Islâv halklarından alınmış olduğu görüşündedir. Bu görüşün temeli, konunun Eski Yunan aslı sayılmasındadır. Ama bu kanıtlanamaz. Hatta Macarlar ve çeşitli Türk halkları MS 600’den itibaren 17. yüzyıla kadar birbiriyle ilişkide bulundular. Yurttutuştan evvel Hazar Devleti'nde başlayan bu ilişki, yüzyıllarca Macar çoğunluğa katılan çeşitli Türk asıllı halklarla, genişleyip devam etti. Karpat Havzasında en az 128 yerleşim adı olarak (köy ve şehir adları) Türk halkların adı günümüzde korunuyor. Bunlar arasında Hazar 14, Horezm 26, Peçenek aslı ad (söz) 88'dir. Ayrıca yazı kaynaklarda (mektuplarda, tapu defterlerinde vs.) 190 Türk-Peçenek asılı yerleşim adı da bulundu. Macarlar ve Türkler uzun süreli yanyana beraber yaşadıklarından dolayı Macar dilinde yüzlerce çeşitli Türk dillerinden (örneğin Çuvaş, Itil Bolgar, Tuna Bolgar, Hazar, Oğuz, Kıpçak, Peçenek, Kuman, en son Osmanlı vs.) alınan Türk kökenli sözcükler bulunur. 17. yüzyıla kadar Macar halk kültürüne Türk kültürün etkisi şüphesiz belirlendi.

Homer’in Odysse’si ve Dede Korkut Kitabı arasında benzerlik yalnız Tepegöz değil, ama Beyrek Oğuzlara dönüşün zamanındaki olayları gözden geçirirsek, Odyss eve dönüş olaylarında da çok benzerlik bulabiliriz. "Turul Gyermekei" (Toğrul’un Oğulları) başlıklı Kitabımda 20 benzeyişi saptadım. Bunlardan en önemlilerini
 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Örnek olarak aşağıdaki tabloda topladım:

Bamsi Beyrek Hikâyesinde

Homeros Odyssinde
koyun çobanları
domuz çobanları
Çobanlardan taş toplanılır
çobanlardan taş atılır
taş yığarlar
taştan duvar yapılır
Beyrek köhne kaftan giyer
Odyss çobandan yeni gömlek, ve kepenek alır

Beyreği kızkardeşlere yedirir

Odyss çobana yedirir
Beyrek kızkardeşiyle pınar yanında görüşür
Odyss evi yanında çeşme var
Beyrek bir eski deve çuvalına giyer
Odyss eski yırtık elbisesine giyer
başka onu tanıyamayının maksadıdır
Başka onu tanıyamayının maksadıdır
düğün, şölen içinde zurnacılar, nakaraçılar çalarlar
Eğlencede söyleyip dans ederler
Beyreği fark etmezler
Odyssi fark etmezler
Kızları rahatsız eder
Kadınları kovar
Katı yayı sadece sahibi gerginleştirebilir
Katı yayı sadece sahibi gerginleştirebilir
Ok yarışmasında nişan bir yüzük deliğidir
Ok yarışmasında nişan 12 balta deliğidir
Olay sonunda yangın
Olay sonunda yangın
Beyrek nişanlısını isteyen ölür
Osyss eşi isteyenleri öldürülür

Bunlar arasında en önemli nokta ok yarışması sırasında kullanılmış "katı" yaydır. Kirişi büyük güçle gerginleştirebilen yay (refleks yayı) yalnız Doğu göçebe halkların silahıydı, Avrupalı Yunanlar bu çok tehlikeli, uzaktan öldüren silahın sahibi olmadılar. Bu yayı Yunan ressamlarca her zaman "Skıt (Scytha) tipindeki yay" olarak şekillendirildi. Katı yayın İskit aslı olduğunu Eski Yunan Herodot (Herodotos) yazdığı İskit şecere de kanıtlanır.

Bu şecereye göre Herakles Ekhidna ile yaşamış ve ona miras olarak çok güçlü yayını, süslü kemerini vermiş; devletini doğacak oğullarından yayını çekebileni alacak diye. Bunu yalnız en küçük oğlu Skythés gerçekleştirebilmiş, babası silahını iletip devletini de almış, kendisi İskitlerin ilk babası olmuştu.
"Yalnız sahibi çekebilen yay" motifi Beyrek hikâyesine çok benzeyen şekilde Özbeklerin Alpamış Destanı'nda da verilir, Dede Korkut soylamasına etkisi mümkündür. Kırgız Manas Destanı yanında da ok ile yay yarışması motiflere az kalmış bütün Türk asıllı halkların edebiyatında rastlanabiliriz.

Avrupa'ya Doğu'dan giren Hun, Avar, sonra Macar atlı ordunun korkunç silahıydı. Henüz Ortaçağda da bu tipindeki kuvvetli refleks yayı tanımayan Batı Avrupalı halk arasında "Macarlar oklarından Tanrı bizi kurtar!" duası yaygındı. Bugün de Asya Türk ve Moğol halkları arasında ok yarışması gelenek olarak devam yaşıyor.
"Körleştirilmiş tek gözlü" yahut "Polyphem" ile "Odyss eve dünüşü ve ok yarışı" konusu hem Homer’in eserine, hem Macar halk masallarına İskitlerden Türk vasıtasıyla geldiği düşüncesindeyim.

Sonuç Olarak

Dede Korkut Kitabı hem Türk, hem Macar geleneklerinin ortak hazinesidir. Macarca şimdiye kadar ne halkbilim araştırıcıları ne köklerimiz için ilgilenenler okuyamadılar. Tercümemiz bu eksikliği giderdi. Ümit ederiz, ki çalışmamız Türk Macar kültürünün daha iyi anlaşılmasına yarar.
Bu yolculuğumuzun ürünü: Gábor Pap, Fényhimnusz a kappadókia barlangszentélyeiben, Budapeşte,

Design&Quality 1997. eseridir.
Halasi Téka, 2. szám 1985. 38. o.
Dr. András Kelemen'in Türkçeden çevirdiği en önemlileri: Török Elbeszélők kıtabında: Halıkarnas Balıkçısı: Cennet gemisi, Refik Halıt Karay: Yatık Emine, Sadrı Ertem: Bacayı Indir-Bacayı Kaldır, Ahmed Hamdı Tanpınar: Erzurumlu Tahsın, Ilhan Tarus: Demokrasi, Yaşar Kemal: Çancının karısı, Budapeşte, Európa 1974.
Samim Kocagöz, Onbinlerin Dönüşü Romanı'nı Macarcaya çevirdi. Budapeşte Európa, 1976.
Török Esték, 1984. április 28.

Halasi Téka, 2. szám 1985. 38-42. o.
Adorján Imre, Kelemen András, 3 oguz törzs mondája, Dede Korkut elbeszéléseiből. Kézirat, Módszertani füzet belső használatra, kiadó: Kossuth Lajos Tudományegyetem Közművelődési Titkársága, Pető Andor.

László Puskás'ın Türkçeden çevirdiği en önemlisi: Ömer Seyfettin: Harem, Seçilmiş Hikâyeler Macar-Türk Dostluk Derneğinin Yayımı Budapeşte 1992.

Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Giriş-Metin. Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1958.
Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Indeks-Gramer. Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1963.

Apor Péter, Metemorphosis Transylvaniae, Bukarest 1978. 42-43. old.

Dr. Muharrem Ergin, 1958. D 15-17.

dr. Berze Nagy János, Égigérő fa, 2. bőv. kiad. TIT. Baranya Megye, Pécs 1961. 177.o.

dr. Berze Nagy, im. 234.o.

Dr. Muharrem Ergin, 1958. 122/V26

Dr. Muharrem Ergin, 1958. 117/D69

Sedat Veyis Örnek, Türk Halkbilimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-Ankara 1977 187. o.

Bakó Ferenc, Palócföldi lakodalom Budapest Gondolat 1987 7071. o.

Jung Károly, Őrszerek könyve, 1994 Ujvidék Fórum Kiadó 89. 99. o.

Dr. Muharrem Ergin, 1958. s. 123

Orbán Balázs, A Székelyföld leírása történelmi, régészeti, természetrajzi s népismereti szempontból, I-IV Pest 1868. V-VI Pest 1871. VI. 152. 157. o.

Dr. Muharrem Ergin, 1958. D 15-17.

Dömötör Tekla, Naptári ünnepek-népi színjátszás, 1983 Budapest

Barna Gábor, Néphit és népszokások a Hortobágy vidékén 1979 Budapest Akadémiai Kiadó 34-38. o.

Vámbéry Ármin, A török faj, ethnologiai és ethnographiai tekintetben, Budapest, MTA. 1885. s. 232.

Zolnay László, Kincses Magyrország, Középkori művelődésünk történetéből 1977 Magvető 526. o.

Orbán Balázs im. 1868. 109. 100. o.

Imre Adorján, Dede Korkut Hikâyelerinden Alıntılar, Ozan Kültür ve Sanat Dergisi, YIl.1. Sayı:3. Ocak 1991. s. 36.

Vargyas Lajos, Balladáskönyv 1979 Budapest Zeneműkiadó 161. o.

Diez: Denkwürdigkeiten von Asien, Berlin und Halle, 1815.

Orhan Saik Gökyay, 1938: I-XVI.

Győrffy György, A magyarág keleti elemei, Budapest 1977. 122. és köv. o.

Adorján Imre, A Turul Gyermekei, Oguz eredetmondák és a magyar népi kultúra, FMPI Székesfehérvár 1998.

U. Kőhalmi Katalin, A steppék nomádja lóháton, fegyverben, Akadémiai Kiadó, Budapest 1972:42.

U. Kőhalmi Katalin, A steppék nomádja lóháton, fegyverben, Akadémiai Kiadó, Budapest 1972:49.

 
Üst