ÇaKMa MüSLüMaN

MuHaCiR

KF Ailesinden
Özel Üye
Sn. Çakma Müslüman! Bu mektubu hiçbir somut kişi, cemaat, cemiyet, parti, dernek, lobi, ticari kuruluş gayesi gütmeksizin senin manevi şahsına yazıyorum.

Zira sen; yalanı savunan bir avukat, talana destur veren bir bürokrat, hakikate takla attırtan çeyrek fikirli bir aydın, terazisini bozmuş bir tüccar, mikroplara karşı muvazaalı tavır takınan bir hekim, zalime geçit verip mazlumu müebbede mahkûm eden bir hâkim, akşama okuyacağı Yasin’den kaç para alacağını düşünen bir imam, yıkayacağı ölüye fiyat biçen bir gassal olabileceğin gibi; güya halkın vekili olup, ona sırtını dönen halksız ve haksız bir tip de olabilirsin. Veyahut sokaktaki sade bir vatandaş… Neticede boy ölçüsü alınan birisinin, boynunun kravatlı ya da kravatsız olması, ölçüye tesir etmez.

Soydaş katilimiz Kızıl Çin, çantadan cep telefonuna, kol saatinden güneş gözlüğüne kadar her şeyin “çakma”sını imal ederken, bizim de içimizde senin gibi “Çakma Müslümanlar” hâsıl oldu. Aslında bundan tam 34 yıl önce, 1975 senesinde Üstad Necip Fazıl; “Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanları” diyerek, senin hakikatini ortaya sermişti. Lakin sen bu hakikate, bu kadar zamandır kulağını ve yüreğini kapattığın için mesele artık ‘marka’dan da çıkarak ‘çakma’ya vardı.


Öncelikle -Bilge Kral- Aliya İzzetbegoviç’ten bir tespit ile başlamak istiyorum. Diyor ki Aliya; “Hakiki bir şair, hakiki bir sanatçı, istemese bile mücadeleye girmiştir. Onun sanatı daima yalanların aleyhine şahitlik etme durumundadır. Sanatçıların kaçınılmaz mücadelelerinin bulunduğu yer burasıdır.” Anlayacağın Sn. Çakma Müslüman, hakikate taraf olarak, yalana ve senin gibi sahteye şahitlik etmek bizim boynumuzun borcu. Ve bu hakiki borç karşısında da bilesin ki boynumuz kıldan ince. Neticede her sözümüzü, son sözümüz gibi söylemek mükellefiyeti altındayız; kelimeler namusumuzdur!..
Sn. Çakma Müslüman biliyor musun, ben zıtlıklardan hiç kaygı duymam ama senden inan ürperiyorum. Zira zıtlık dediğin, beyaza siyahın yanaşması, aydınlığa karanlığın yapışması gibidir; hemen belli olur. Oysa sen öyle misin? Ruhunu çürütmüşsün ama iddian hiç bitmiyor. Yürekteki közün tükenmiş ama dudaklarında sözün hiç eksilmiyor. İçini boşaltıp, dükkânı kapatmışsın ama “Bu dükkân kapalı” diyenlere de hemen vitrinde asılı duran tabelanı gösteriyor, onu kendi nefsine can simidi yapıyorsun. Sök lütfen şu tabelayı da kuduz nefsine alet etme artık ve lütfen bırak, şu yüzüne tutmaya çalıştığın Müslümanlık maskesini.


Oysa sen, öze değil de biçimlere takılanları ne güzel de kandırıyorsun değil mi? İçi boşalmış tipler de senin içini göremedikleri için hemen şekline yapışıyorlar. Sen elmas kutusu olsan neye yarar Sn. Çakma Müslüman, neticede için boş değil mi? Yapışırsın da yapışırsın biçime; her konuşmanda bir hadis, cebinde hep takken olur. Ama mesela şu hadis aklına hiç gelmez: “Emaneti ehline veriniz” veyahut “İşçinin hakkını alnının teri kurumadan ödeyiniz.” Sürekli büyük büyük laflar edersin ama “hikmetin başının Allah korkusu olduğunu” unutursun. Bundan dolayı da Allah’tan korkar gibi yapar ama gemini yürütürsün. Çünkü sen İslam’a değil, İslam’ı kendine uydurma açıkgözlülüğün remz şahsiyetisin.


Rantçısındır; hak edilmemiş, kazanılmamış gelir peşinde koşarsın. Rantın için yolun akışını da ülkenin gidişini de üst geçidin yerini de değiştirirsin. Ama şu düsturu hiç duymazsın: “İnsanoğlu! Yetecek kadar yiyip içeceğin varken, seni azdırması için fazlasını istersin! İnsanoğlu! Ne aza kanaat edersin ne de çokla doyarsın! Vücudunu afiyette, şahsını emniyet ve selamette ve gündelik rızkını beraberinde bul da varsın seni baştan çıkaran dünyanın başına kıyamet kopsun.”


Hasis ve tamahkârsındır. Sana sırt verene çok kolay sırtını dönersin. “Tamahın müminin kalbinden hikmeti sildiğini” ve “hasisliğin müminde olamayacağını” hep bilmezden gelirsin.


“İlim müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır.” ölçüsünü tekerleme gibi tekrarlarsın. Ama senin bu tekrarların bulmak ve almak değildir. Sadece konuşursun. Hakikat ilmine gönül verenlere asla yol vermezsin, hatta kedinin sigara dumanından kaçtığı gibi onlardan ve hakikatten kaçarsın. Neticede onlar senin sahteliğini ve kahpeliğini aşikâr edebilirler, bundan çok korkarsın.



Müslüman maskesi altına sığınıp, yerini sağlamlaştırmaktan tut da ihale alabilmeye kadar şakşakçılıktan pohpohçuluğa, yalakalıktan yalamalığa kadar her şey sendedir. Neden, bilmiyor musun ki “Allah’ın en sevdiği cihat, zulmü temsil eden devlet büyüklerine karşı doğruyu söylemektir.” Gerçi bilsen de bilmezden gelirsin çünkü senin mesleğin dalkavukluktur. Sen yine de istersen “dalkavukların yüzüne toprak saçınız” düsturunun yanında şu ölçüye de dikkat et; “Allah’ın gazabını çekecek işler ve sözlerle devlet reisinin hoşuna gitmeye çalışan, Allah’ın dininden dışarı çıkar.”

Üç-beş günlük sahte dünya saltanatında milletin temsil makamını sonuna kadar sömürürsün. Bu noktada senin bile belki farkında olmadan yaptıklarını sana söylesem inan dudağın uçaklar ama sen Çakma Müslüman sadece şimdilik şunu bil; “Müslümanların hazinesini haksızlıkla kullananlar ve nefsleri uğrunda harcayanlar, kıyamet günü ateştedirler.” Kıyamet günü ateşte olmaya hazır mısın Sn. Çakma Müslüman?!.. He bu arada bir de istersen şuna dikkat et; “Hıyanet içinde ekber ve azam olanı, bir valinin, idaresine memur olduğu halk içinde ticaret etmesidir.” Şimdi seni ‘büyük hain’ diye yaftalasak, bilmem bundan gocunur musun?


Sn. Çakma Müslüman, rüşvetçisindir. Ve bunu öyle çaktırmadan yaparsın ki, neyse korkma korkma tek tek saymayacağım… Sadece şunu hatırlatmak istedim; “Allah rüşvet alana da verene de bunlara aracılık edene de lanet eder.”
Sn. Çakma Müslüman, bahar havası gibi ılık, ‘Ilımlı İslam’ dersin. Cihad ruhu olmayan, içi boşalmış bir tipi savunursun. Sen en iyisi mi bundan sonra Hz. Ömer’den Halid bin Velid’e, Selahaddin-i Eyyübi’den Sultan Fatih’e kadar kimsenin ismini ağzına alma, zira onlar senin anladığın manada ılımlı değildiler. Fatih, İstanbul’u veyahut Selahaddin, Kudüs’ü ‘Ilımlı İslam’la mı aldı? Ya da Çanakkale’de yedi düvele karşı savaşan dedelerimiz, göğüslerinde taşıdıkları ‘Ilımlı İslam’la mı sence şehit oldular; hiç bunu düşündün mü? Bak ne diyor Üstad: “Razı mısın kaşı gözü olmasın simanın; / Hiçbir değeri yok öfkesi yok imanın!” Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan iman, ikisi de bir bizim için.


Şimdi sen hemen diyeceksin ki Peygamber cenkten dönerken Sahabeye demiştir ki “Büyük cihat nefs iledir.” Tabiî ki öyledir lakin şunu unutma, sen hangi küçük cihattan döndün ki büyüğü ile baş edeceksin. Peygamber o sözü cenkten dönerken söyledi, senin gibi plazasının deri koltuğunda otururken değil. He bir de Allah Resûlü şunu da söylemiştir: “Bir münkerin yayıldığını gören onu eliyle düzeltsin, eğer iktidarı yoksa diliyle düzeltsin, buna da iktidarı yoksa kalbiyle reddetsin… Fakat bu üçüncüsü imanda en zayıf olanıdır.” Şimdi sana imanı zayıf, iktidarsız Müslüman desek, acaba bize mi yoksa Allah Resûlü’ne mi kızarsın?
Ciğerine kadar kapitalist Sn. Çakma Müslüman... Yok yok hemen beni yanlış anlama, özel mülkiyete falan karşı değilim. ‘Mülkiyet hakkına bağlı cemiyet sermayedarlığı’nı sonuna kadar destekliyorum. Anlatmak istediğim başka bir şey. Hani senin şu; “Müslüman her şeyin en iyisine layıktır.”, “Ne yani Müslüman zengin olmasın mı?” tarzındaki dalaverelerin var ya, onları söyleyeceğim.


Önce şunu netleştirelim: “Dünyayı imar, hakikatte dünyayı gaye sananların değil, vasıta kabul edenlerin, yani bizim hak ve vazifemizdir. Dengelerin dengesi olan; ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahrete memur olma’ mükellefiyeti, bize bu noktada kılavuzluk eder.”


Yani tabiî ki Müslüman zengin olsun, varlıklı olsun, iyi yesin-içsin. Lakin aracı, amaç haline getirmesin. Yani Müslüman zengin olsun da Müslüman cömert olmasın mı? Bunu neden hiç söylemiyorsun?!.. Müslüman malının zekâtını verendir ve bu öyle bir farzdır ki İslam’ın beş şartından biridir. Bunu neden hiç ulu orta zikretmezsin?!.. Müslüman’ın faizden kaçması gerektiğini, faizin büyük bir haram olduğunu, Müslüman’ın helal ticaret peşinde koşması gerektiğini neden hiç dillendirmezsin?!.. Üzerinde düşünmen gereken nokta budur.
Salt manada “Müslüman zengin olmalıdır” zırvalığını savunan, Sn. Çakma Müslüman; sen bu palavrayı bir de “buğday değil, himmet isteyen” Bizim Yunus’a anlat! Sen bu palavrayı; “Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki koskoca Kanuni bu dünyadan eli boş gitmiştir.” diyen Sultan Süleyman’a anlat! Sen bu palavrayı; Resûlullah’ın orduya yardım ediniz dediği zaman, tüm malını getirip bağışlayan, “Çoluğuna çocuğuna ne bıraktın?” sualine ise “Allah’ı ve Resûlü’nü bıraktım.” diye cevap veren Sıddık-ı Ekber Hz. Ebubekir’e anlat! Sen bu palavrayı; ilim şehrinin kapısı, “Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır.” buyuran, Ali Haydar Murtaza’ya anlat! Sen bu palavraları; “Sizin taptığınız Allah ayaklarımın altındadır.” diyen ve bastığı yeri kazdıklarında çil çil altınlar bulunan, insanları paraya tapmakla suçlayan büyük veli Muhiddin-i Arabi’ye anlat! Sen bu palavraları; tacı sorgucu savuran İbrahim Ethem’e anlat; sıkıysa bir de Horasan Erenlerine anlat!


“Müslüman ‘jeep’e binmesin mi?” diye soran Sn. Çakma Müslüman. Binsin tabiî ama dedik ya aracı amaç haline getirmesin. Dünya malını gaye edinecekse de devesine nöbetleşe binen Halife Ömer’i hatırlasın. Halife Ömer dokuz yamayla dolaşırdı ama Bizans tekfurları onun karşısında titrerlerdi.
Şimdi görüyorum ki Ramazan münasebetiyle bütün işin gücün Çırağan Sarayı’nda yahut Hidiv Kasrı’nda iftar tertip etmek veya buralara katılıp boyunu göstermek olmuş. Sn. Çakma Müslüman, yine aracı amacın önüne geçiriyorsun. “İftara kadar deniz, sahura kadar havuz” konseptleri hazırlıyorsun, alternatif Ramazan tatil paketleri oluşturuyorsun veyahut bunlara büyük bir şevkle iştirak ediyorsun. Kaldırımın hangi tarafında olduğun fark etmez Sn. Çakma Müslüman, neticede sen artık başka bir caddede yürüyorsun. Lakin iman ettiğini iddia ettiğin dinin, fakir peygamberi; ultra beş yıldızlı açık büfe, alakart, ara sıcak ve sair bilmezdi. Resûlullah bir akşam eve geldiğinde, sabah evde bulunan etin büyük bir kısmının olmadığını görünce, ne olduğunu sorar. Hane halkı, eve gelen muhtaç birine verdiklerini, kendilerine kalanın da bu kadar olduğunu söylerler. Allah Resûlü “Hayır” der ve şöyle buyurur, “Bize kalan verdiğimizdir!” Sn. Çakma Müslüman, keyfiyet peşinde koştuğunu iddia edip ciğerine kadar kemiyetin esiri olan, kurt taksimine alışık sen, bilemiyorum ki bu Peygamber taksiminden hiç hissen var mıdır?!.. Sen bu beş yıldızlı Ramazan paketlerini, Hidiv’li Çırağan’lı iftarları, en iyisi mi Medine Müdafaası esnasında çekirge yiyerek cihat eden Çöl Kaplanı Ömer Fahreddin Paşa’ya ve onun mübarek silah arkadaşlarına anlat! Sen bu iftarları; akşamları televizyon başında -sahte bir nefs tesellisi içinde- “Ah… vah…” ederek izlediğin Gazze’deki çocuklara, Türkistan’daki analara anlat. Çünkü sen:

“Aracı amaç yaptın, mönün Hidiv kasrında;

Nebi sofrası kaldı, Ebu Zer’in asrında!”


Sana son bir ikazım daha var Çakma Müslüman, ölmeden önce nefsini iyice bir hesaba çek ve şu düsturu hiç unutma; “Münafıklık alameti üçtür: Söz söylerse yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, emanet edilirse hıyanet eder.”


Sn. Çakma Müslüman! Mektubumu burada sonlandırırken, senin hakkını ve hesabını Allah’a havale ederek, kendime ettiğim gibi sana da hidayet ve selamet duası içindeyim. Tövbeleri ve duaları geri çevirmeyen Allah’a, O’nun Resûlü’nün bildirdiği yoldan bağlanabilmek temennisiyle…
 
Üst