Bir Sözün Güzelliği, Mükemmelliği, Yüksekliği ve Derinliği Nasıl Bilinir?

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
[h=2]Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: Mütekellim, muhatap, maksat ve makam. Bunlardan maksat nedir, biraz açar mısınız?[/h]
Bir askeri kışla düşünelim. Ortada bir emir varsa, asker önce emir verenin kim olduğuna bakar. Şayet yetkili birinden ise emri dikkate alır; sıradan bir askerden ise duymaz ve umursamaz. Bu noktadan bir onbaşı kalkıp bölüğe emir veremez.
Diğer yandan bir avam ve ami adam kalkıp fetva ve içtihatta bulunamaz. Şayet vermeye kalksa, tıpkı onbaşının durumu gibi olur. Fetva ve içtihat ancak ehline ait bir sıfattır. Fetva makamında olmayan birisinin fetvası dikkate şayan değildir.
"Kime söylemiş" sözü, söylenen sözün muhatabın haline uygun olup olmadığına işaret ediyor. Peygamber Efendimiz (asv) bir bedeviye hitap ederken, onun halini ve seviyesini dikkate alıp ona göre hitap ediyor. Ya da onun özel bir durumuna hitap ediyor. Şimdi bu özel durumu alıp genelleştirsek ve bütün insanlığa yaysak, insanların yolunu daraltmış oluruz. Özeli genel yapmış oluruz ki, bunda fayda yoktur.
Mesela, Peygamber Efendimiz (asv) cimri bir bedeviye "En güzel şey cömertliktir." derken, korkak birisine de "En güzel şey cesarettir." diyor. Burada bir tutarsızlık ve çelişki yoktur, sadece muhatabın haline uygun ıslah metodu var. Bunları bilmeyen cahiller, -haşa- "Peygamber burada böyle derken, şurada başka diyor..." diyerek şüpheye düşüyorlar.
Niçin söylemiş sözü ise, söylenen şeyin gerekçelerine işaret ediyor. Hukukta hükmün illeti hükmün ana dayanağıdır. Yani insanlar bir emir ya da yasağın gerekçelerini anlamadan ona uyması zordur. Bu sebeple bir şeyin illeti yani gerekçesi bilinmeden anlatılması yanılgılara sebep olabilir.
Mesela, Peygamber Efendimiz (asv) ateşte pişirilmiş bir yemeği yedikten sonra abdest alır. Ebu Hureyre (ra) bu harekete binaen "Ateşte pişmiş yemek abdesti bozar." diye bir hüküm veriyor. Sahabenin büyük müçtehitlerinden İbn-i Mesud (ra) hemen duruma müdahil olur ve der; "Abdest alma gerekçesine yani illetine bir karine bir ip ucu yok iken, neden hüküm verdin." diyerek durumu düzeltir. Demek bir şeyin hangi maksat ve hangi gerekçe ile söylendiği çok önemli bir husustur. Bunlar bilinmeden hükme gitmek yanlış olur.
Üstad Hazretlerinin şu sözleri de bu manaya işaret ediyor:
"İkinci nükte: Bazan olur ki, iki adamın söyledikleri bir söz, bir kelâm, mütefavit olur; birisinin cehline, sathîliğine; ötekisinin ilmine, maharetine delâlet eder. Şöyle ki:"
"Bir adam, düşünmeden, gayr-ı muntazam bir surette söyler; ötekisi, o sözün evvel ve âhirine bakar, siyak ve sibakını düşünür ve o sözün başka sözlerle münasebetlerini tasavvur eder ve münasip bir mevkide, münbit bir yerde zer' eder. İşte bu adamın şu tarz-ı hareketinden, derece-i ilim ve marifeti anlaşılır. Kur'ân-ı Kerimin fenlerden bahsederken aldığı fezlekeler, bu kabil kelâmlardandır."(1)
Burada ne söylendiğinin değil, nasıl ve ne makamda söylediğinin önemine vurgu yapılıyor. İlimde rasih ve derin olan birisi, hangi sözü hangi makamda ve ne suretle söyleyeceğini çok iyi bilir ve makamında söylediği o söz onun ne kadar derin ve vukufiyetli birisi olduğuna işaret eder.
Aynı sözü bir cahil söyler, ama makamına ve ne suretle söyleneceğine dikkat etmediği için söz yerini bulmaz. Bu da onun ne denli yüzeysel ve cahil olduğunu gösterir. Demek sözü söylemek kadar, ne makamda ve ne suretle söyleyeceği de o kadar önemlidir. Öyle olmamış olsa idi, herkes her sözü ezberleyip söylemek ile alim olurdu.
Allah bir kelamı ifade ederken, bütün ayetlerin mana yapısına ve uyumuna dikkat eder, aralarında bir irtibat kurar ve çelişmeyecek bir şekilde beyan eder. Aynı kelamı bir insan dese, sadece kendi basit ve cüzi tasavvurundaki manaları yükleyebilir. Öyle ise Kur’an’daki kelamlara beşeri kelam nazarı ile bakmamak gerekiyor. Söz aynı, ama makam ve manevi irtibatları çok farklıdır. Birisini Allah sonsuz ilmi ile söylüyor, diğerini ise insan cüzi ve sönük fikri ile söylüyor.
Altı yüz sayfalık bir insan kitabı üstüne bin tefsir yazılmaz. Ama altı yüz sayfalık Kur’an üstüne üç yüz elli bin tefsir yazılmıştır. Demek "kelamı kim kime hangi makamda söylemiştir" yönü, en az kelamın kendisi kadar önemlidir.


(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, Âyet: 23,24



kaynak
 
Üst