Bir Müddet Zeytin Yiyeceğiz Sonra..

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi.
>
> Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti: "Nazif Bey mi?"dedi.
>
> "Evet, Nazif Bey!" diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla
>
> "Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu." dedi.
>
> Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine. "Ya, öyle
> mi...?"diyebildi sadece.
>
> Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden
> yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini Toparlayıp "Onun
>
> adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba?" diye sordu.
>
> "Evetvar, oğlu Selim Bey....".Titrek bir sesle "Öyleyse Selim Beyle
> görüşebilir miyim?" dedi.
>
> Görevli hanım,insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,
>
> "Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor;
> ama ben yine de kendisine bir haber vereyim.
>
> " Dedi ve telefona yöneldi.. Sonra "Kim diyelim efendim?" diye sordu.
>
> "Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım." cevabı üzerine sekreter dahili
> telefonu çevirdi.
>
> Daha sonra mütebbessim bir çehreyle, "Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul
> etti, lütfen beni takip edin."
>
> dedi. Beraber merdivenden çıktılar.İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir
> salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak,
> 'Buyurun!' dedi.
>
> O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakur ve mütebbessim gence doğru
>
> hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak, "Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet
>
> Baydemir."dedi.
>
> "Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iş adamı.
>
> Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:
>
> "Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile
> olan insanın
>
> elini öpmek için bu ânı bekledim." dedi ve dudakları titredi,gözleri doldu.
>
> "Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm
> anlatamam."
>
> Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü: "Fakat en azından o
> büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktanda bahtiyarım." Misafirin bu sözleri
> üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin
> her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine: "Mehmet Baydemir
> demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?" Profesör, delikanlının bu
> heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla "Evet" dedi. Bunun üzerine
> Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
>
> "Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık." dedi.
>
> Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı
>
> ve "Sizi karşıma Allah çıkardı." dedi.
>
> Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı
>
> "Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?" dedi.
>
> Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak
>
> "Bizdeki emanetinizi vermek için..." deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden
> iyiye arttı.
>
> "Emanet mi?" dedi.
>
> Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.
>
> Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattı. Mehmet Bey,
> Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey
> girdi.
>
> Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir Şeyler
> fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken
> Selim Bey, misafiriyle tatlı
>
> bir sohbete başladı.Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık,
> yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki
> sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki
> tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen
> memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin
>
> duvardaki portresini göstererek, "Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum."
> dedi. "Bana yalnızca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız
> bırakmadı.
>
> Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen Yanımda hazır
> oldu. 'Sana bunun için burs vermedim.'
>
> Diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua ediyorum."
>
> dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotoğrafına mıhladı. Sonra gözleri
> portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı.
>
> Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş
> oldukça eski bir çift çorap duruyordu.
>
> Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını
> fark etti:
>
> "Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra..."
>
> Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı
> tabloda kalmıştı.
>
> Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci
> cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:
>
> "Bir müddet sabredeceğiz, sonra..."
>
> İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına Gidip Tabloyu
> iyice inceleyecekti;
>
> fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle Yalnızca sohbet arasında göz ucuyla
> merakını gidermeye çalışıyordu.
>
> Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü
> cümlede:
>
> "Bir müddet yürüyeceğiz, sonra..."
>
> diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu.
>
> Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,
>
> "Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim." Dedi.
>
> Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin Bir nefes
> alarak
>
> "Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir Hayatımız vardı.
> Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey
> kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu.
>
> Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti.
>
> O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin...
>
> Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru karşısında
> annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor.
>
>
>
> Annemin ağlayışına mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'
>
> dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde ezdirdi,'Alışacağı z.'dedi.
>
> Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz
>
> memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük,
> eski bir
>
> eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı.
>
> Annem bezgin bir sesle: 'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl
>
> yaşayacağız.' Diye haykırdı.Bunun üzerine babam:
>
> 'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi
>
> Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna
>
> yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken,
>
> babam elimden tuttu, 'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi.Yürümeye
> başladık.
>
> Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum.
>
> Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark
>
> etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü.
>
> İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla
>
> baktıktan sonra, yanıma geldi.
>
> Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı
>
> bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim.
>
> Babam oldukça sakin bir şekilde: 'Bir müddet yürüyeceğiz,
>
> sonra alışacağız.' dedi.
>
> Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak
>
> dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor,
>
> bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları
>
> içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün,
>
> merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir
>
> seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı.
>
> Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı: 'Allah borcunu ödeme
> niyetinde
>
> olanın kefilidir.'
>
> Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu
>
> hal birkaç yıl sürdü.
>
> Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
>
> Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket
>
> getirmişti.
>
> Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve
>
> geliyordu. Bizi bir araya topladı.
>
> 'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyormusunuz? ' dedi,
>
> kelimeleri boğazına düğümlendi,
>
> gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her
>
> birimize hediyelerimizi teker teker
>
> verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi
>
> de bir koltuğa oturdu.
>
> Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu.
>
> Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
>
> Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı.
>
> Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken
>
> babam, beklemediğimiz bir şey yaptı.
>
> Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak
>
> ağlamaya başladı.
>
> Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik.
>
> Babam nihayet kendisini topladı ve 'Bir zaman önce, büyük bir
>
> borcun altına girmiştim.
>
> Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi
>
> kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın
> hakkıdır. Onların hakkını
>
> vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün
> ise, Allah'ın
>
> yardımıyla, borcumu bitirdim.
>
>
>
> Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı." dedi. Sonra gözyaşları içinde
>
> ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları
> hem aziz
>
> bir baba yadigârı, hem de bir ibret
>
> nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını
>
> ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor".
>
> Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen
>
> gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran
> hayran
>
> baktı.
>
> "Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım
>
> öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde
> çıldırırdım."
>
> Selim Beye döndü ve
>
> "Siz ne yapardınız?" diye sordu.
>
> Selim Bey kendisine has tebessümü ile: "Bir müddet zeytin
>
> yerdim, sonra..."dedi ve gülümsedi.
>
> O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir Kutuyla
>
> içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı.
>
> Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
>
> 'Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey
>
> bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı.
> Keseyi
>
> açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
>
> Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı.
>
> Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
>
> Sevgili Mehmet Bey oğlum,
>
> Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu...
>
> Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim.
>
> Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını
>
> bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum;
>
> lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve
>
> borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün
>
> olsaydı,ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum.
>
> Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde
>
> bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım.
>
> Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu
>
> altınlar sizindir.
>
> Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş
>
> olacağım.
> > Sevgilerimle, Nazif Cebeci.
>
> > Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.>
> Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor,
> ağlıyordu.
>
> Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar
> süzülüyordu.
>
> Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.
> > Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
 
Üst