Bİr Demet GÜlle Kapina Geldİk Üstadim

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici

:gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula:
Ebedi saadet kapısının son asırdaki bekçisi,
Saadet kapısının anahtarını onun elinden alanlarının teşekkürnamesi,
Çeşit çeşit bahar çiçekleri destesi
Müteşekkir gönüllerin bam teli bestesi

Mazlumiyetlerin, mahrumiyetlerin Osmanlı'nın son karakolunu kasıp kavurduğu, ve imana karşı saldırıların savurduğu bir dönemde..

Barla derelerinde bir yalnız adam..

Adı artık olmuş Bediüzzaman, yıldızlar artık onun ile birlikte konuşur, bulutlar ağlar alem-i İslam'ın melaline o ağladığı zaman.

Bediüzzaman bir yalnız adam, davasında yalnız, çilesinde yalnız ve rüyasında yalnız...

Az yiyor, az içiyor. Üzerinde 70 yamalı bir çuha, sadakayı reddediyor, hediye almıyor. Yemeğini karıncalarla paylaşıyor, “bunlar cumhuriyetçilikte insanlara üstad oldu” diyor.

Örneğimiz Nebilerdir; Onlar ki ümmetlerinden ne ücret istedi ne de dünyalığa boğuldular. “Üstadım bu kama, bu şalvar pek garib” diyor Van Valisi.

“Zamanın gereğince sana bir kıyafet giydirelim” deyince, “Olmaz!” diyor büyük mütefekir.. “Asıl güzellik ilim ve irfandadır, bu kıyafet benliğimdir gerçek gariplik benliğinden utanmandadır!”

Önde yıllanmış çuhası ile Bediüzzaman, fakrı ve şükrü rehber edinmiş; kendine savcı iddia ediyor, güya bu muttaki adam dini alet ediyormuş geçimine, hakim sormakta

“İşi yok, geliri yok.. ne yiyor, ne ile yetinir bu adam?”

Üstad haykırıyor;

“Benim gıdam iktisattır, davası ALLAH olan davası ile yetinir. İnsan sadece ekmekle doymaz, hakikatli bir söz de gıdadır demedi mi Hazreti İsa, semadan inen bıldırcın eti ile doymadı mı kavm-i Musa?”

İlmin izzeti ile çatılmış kaşları, küfrün belini kıran bakışları, yirminci asırda bir sahabi gibi yaşıyor. Dost da düşman da kabul etmiş ki, bu adam Sahibüzzaman.

Pencerede gözüyle değil de basireti ile gören bir adam durmakta. Karşı kız mektebinin bahçesini seyrederken nazarı elli yıl sonrasına bakmakta. Görüyor ki o oynayanların bir kısmı mezarda azap içinde. Bir kısmı da ölümü arzulayan biçareler.. “İşte” diyor, “Vazifemiz ölümün yüzünü güzelleştirmek” dökülüyor kaleminden daha nice vecizeler, “En bahtiyar odur ki, dünya onu terk etmeden o dünyayı terk eder imanına ahiretine sahip çıkar, böylelerin milletin imanına hizmette ne cennet sevdası ne de cehemnem korkusu çıkar. Zaman iman kurtarma zamanı...” demiş, şeytandan Allah'a sığınıyor. “Yaydığım Kuran nurudur, vaktim yok düşmanlığa, alevleri gökleri sarmış bir yangın var. İçinde evladım yanıyor, imanım yanıyor...”

Mahpus damında zehirlenmiş bir Said, ölüm etrafında kol geziyor, o hâlâ davasının peşinde etrafa nurlar saçıyor;

“Ölseydim, kurtulurdum; yaşadım, milyonların imanı kurltuldu!” diye şükrediyor. Değil haklarının peşinde, dudaklarında hayatına kasdedenler için mırıldandığı dua...

“Allah'a havale ediyorum” bildiği tek beddua..

Bediüzzaman, zamanı güzelleştiren adam. Biliyordu bir mezar taşı olmayacağını ki yıllar önce kazıdı ona mezar taşı olacak gönüllerimize. “Yıkılmış bir mezarım ki yığmışlar içine Said'in ömrünün elemlerle dolu her senesini, sonuncusu olmuştur o mezara bir mezar taşı. Beraber ağlıyorlar alem-i İslam'ın hüsranına. Mezar taşım ile birlikte ah u enin ederek gidiyorum yarınımın mahşer meydanına. Yakinen biliyorum ki geleceğin dünyası ve bütün bir Asya kıtası birlikte olacaklar İslam'ın nurlu eline teslim ve gülşene dönücek İslam dünyası...”

Bediüzzaman zamanın ötesine seslenen adam;

“Ey benden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş sessizce nurun sözünü dinleyen ve gaybi bir nazarla bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler... sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız.. “sadakte-doğru söyledin” deyiniz, böyle demek sizlere borç olsun. Şu muassırlarım varsın beni dinlemesinler, tarih denen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin için konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz, şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açıcaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz; mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız, o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız, kapıcıya tembih edeceğiz, bizi çağırınız, mezarımızdan “henien leküm-helal olsun” sesini işiticeksiniz...”

İşte sana geldik ey koca üstad! Bir demet gülle geldik... Senin ektiğin nur tohumları nice çiçekler bitirdiler. Hani Hafız Ali senin için ve senin namına öldü demiştin, işte sana senin gibi Allah Rasûlünü ve Kur'anın nurunu rehber edinmiş nice muhafız Aliler getirdik. Hani sen kendine “ebu laşey” demiştin, olmayan şeyin babası.. işte sana davan yolunda kendini hiçleyen evlatlar getirdik. Hani sen Beyazıt Camii'nde Kur'anın hakikatlerini şeytana dahi kabul ettirmiştin, işte sana bu münazarayı üniversite koridorlarına taşıyan Hamzalar, Osmanlar, Tahirler getirdik. Hani sen “İslam davası için bir Said değil bin Said feda olsun” demiştin, işte sana dinleri için davaları için kendilerini feda eden binler Saidler getirdik.

Hani sen “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslam'ın sedası olacak!” demiştin, işte sana bu sedayı gür sesleriyle haykıran yiğitler getirdik. Hani bizden bir “sadakte-doğru söyedin” ifadesini duymak istemiştin, işte sana varlıklarıyla doğru söylediğini haykıran gençler getirdik.

Mazinin derin derelerinde yaşadığı halde adı istikbalin yüksek kulelerine yazılacak olan koca üstad, bu bize düşmez ama sana bir de geleceğin ufuklarından selam getirdik, şu Horhor medresesinde duyduğumuz “henien leküm” sadana cevaben senin ektiğin nur tohumlarının açtığı çiçekleri koklayan geleceğin ışık ordusunun seslerini duyar gibi oluyoruz.

Onlarla birlikte bizler de sana, ey zamanı güzelleştiren Üstad! Henien leke, henien leke-helal olsun sana, helal olsun sana!” diyoruz.

İşte bir demet gülle sana geliyoruz.

:gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula::gula:
Bedirhan Sulhi Taşcan
 
Üst