Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Üstad Bediüzzaman'ın, yaşayışını incelediğimizde, yeme ve içme alışkanlığı gibi özel hallerinin de "sünnet-i seniyye" ölçülerine tamamiyle uygunluk arzettiğini görmekteyiz.

Az uyuyor, çok çalışıyor; az yemek yiyiyor, çok gayret sarfediyor; kendinden çok başkasını düşünüyor. Hayatının hiçbir devresinde, ne israfın ve ne de cimriliğin izine rastlamak mümkün değil. O, tam bir iktisat, kanaat ve bereket üzere yaşadı. Zaman oldu, açlığa, fakirliğe kanaat getirdi; ama, kimseye el açmadı, yüzsuyu dökmedi, kimseden yardım dilemedi, kimsenin minneti altına girmedi. Kasten ve bilerek ne zekât aldı kimseden, ne de sadaka...

Bu "istiğna" düstûru ve "nâsın hediyelerini mukabilsiz kabul etmeme" prensibi, hayatının başından sonuna kadar kesintisiz devam etti.
Zaten o "yemek için yaşamıyor; belki yaşamak için yiyor"du. O'nun her lokması ilahi sıfatların okunması ve bir şükür vesilesiydi. En büyük kuvvet kaynağı olarak kabul ettiği "hakiki ihlâs"ın gereği olarak, fikrinde olduğu gibi, hayatında da tam bir "minnetsizlik" hali tahakkuk etti.

Üstadımız çok az yerdi. Yediği zaman da beş saat geçmeyince tekrar yemek yemezdi. Yemekten sonra da, (sünnete uygun olarak) iki saat geçmeden su içmezdi. Saate bakar, on dakika da kalmış olsa 'Daha iki saat olmadı' diye bekler, sonra su içerdi.

Üstad Bediüzzaman'ın yiyecek ve içecekler listesine dahil olmuş İlâhî nimetlerin önemli bir kısmı şunlardır: Çorba, bulgur, pirinç, sade ekmek, yoğurt, peynir, yumurta, tereyağı, bal, kabak tatlısı, hurma, incir, üzüm, kuru üzüm, kayısı kurusu, üryani erik (hoşafı), limon, limon tuzu, elma, çay (daha çok limonlu), su (genellikle soğuk ve buzlu)...

Üstad'ın kendisi ve bilhassa talebeleri, dışarıdan alacakları yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceği şekilde ve âzami derecede bir dikkat ve itina ile taşıyıp eve getirirlerdi. Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarı düşmesin, onda kimsenin gözü kalmış olmasın. Hatta, fırından bir ekmek aldıracak olursa, onu da kimsenin gözüne görünmeden torbanın içine konularak getirilmesini tembihlerdi. Aksi halde, yiyeceği herşey Üstad'a dokunurdu. Buna rağmen Üstad, kendisi fakr û zaruret içinde yaşadığı halde, kendi yiyeceklerinden de talebelerine ve misafirlerine ayrıca ikram ederek, onların nefsini kendi nefsine tercih ederdi.

Bayram Yüksel ağabey şöyle anlatıyor; "Üstad yemek yerken çoğu kez yalnız yerdi. Yanında olursak, bize de muhakkak ikram ederdi. Biz ise, almak istemezdik. O da, 'Keçeli, vermezsem, ikram etmezsem bana dokunur' derdi. Üstadımız yemeğini rahat yesin diye, yemek esnasında dışarı çıkardık. Bazan 'Herhalde yemeğini yedi' zannı ile sofrayı kaldırmak üzere gelip habersiz girdiğimizde, bizi görüp 'Keçeli, keçeli, midenin kerâmeti var' diyerek, o yemeğinden bize yine de yedirirdi."

Barlalı Hüseyin Bülbül anlatıyor; Birlikte kahvaltı yaptıkları bir gün, eline bir parça ekmek alan Üstad, ona şunları söyler: "Hüseyin, bak kardaşım. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa, yahut bir elmayı bölüşürse, eğer yarıdan fazlasını kendine alırsa, o kişiyle sakın arkadaşlık yapma." Üstad talebelerine böyle nasihatlar vererek dikkatli olmaya sevk ederdi.
Burdur'lu Şeyh Mehmed'in oğlu Hilmi Balkır anlatıyor: " Bediüzzaman büyük bir zattı. Babamgil kendisini rehber kabul etmişlerdi. "Bediüzzaman, çok az yemek yerdi. Bir gün kendisini evimize dâvet etmiştik. Bizimle önceden pazarlık yaptı. 'İki dilim ekmek ve bir tek çeşit yemek' diye, şart koşarak geldi ve yemekte ayrı oturdu."

Üstad Bediüzzaman limonu çok severdi. Bilhassa içtiği çaylara limon suyu kattığını pekçok kimse biliyor. Öyle ki, limon bulunmadığı zamanlarda, yanında taşıdığı limon tuzundan içtiği çaylara minik birer parça atarak, bu âdetini devam ettirirmiş.

Zübeyir Gündüzalp'in hatıralarından dinleyelim; "Üstad Kahvaltı yemeğini kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından sonra asıl yemeği yerdi. Akşam namazından sonra, okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi. Üstad Hazretleri, çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (75 yaşından sonra) Yemeğin üzerine 4-5 habbe (tane) üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu."

Bayram Yüksel'in Üstadın yemek adeti hakkında tesbitleri; "Üstadın yemekleri çok sade idi. Ekseri yemekleri şehriye çorbası, pirinç çorbası, sulu yemekler, yoğurt ve yumurta idi. Sulu yemeklere muhakkak yoğurt katardı. Üstadımız yemekleri bize ekseri şu şekilde pişirttirirdi: Meselâ, küçük bir sefer tasına az su koyardık. Bir çay kaşığı tereyağı (Üstadımız, yağı katiyyen yaktırmazdı) ve çok cüz'i miktarda tuz ile ateşe koyardık. Kaynamaya başladığında, üzerine yumurtayı kırardık. (Üstad yumurtayı yıkattırırdı.) Yumurtanın beyazı pişmeye başladığında, içine ekmeği doğrar, öyle servis yapardık. 1948 Afyon hapsinden sonra, Üstadımızın kalan son dişleri de döküldü. Ağzında bir tek diş kalmadı. Şehriye çorbası olsun, pirinç çorbası olsun, onlar da biraz su ile kaynamaya başladığında, yine içine yumurtayı koyardık. Beyaz kısmı piştiğinde içine yoğurdu boşaltıp karıştırırdık. Hafif kaynadığında indirirdik. Üstadımız, yoğurtlardan da inek yoğurdu yerdi. Koyun yoğurdu yemezdi. Yemeklerden sonra ise, az da olsa tatlı yerdi. Meselâ, Isparta'da yapılan beyaz kurabiye çok yumuşak olurdu. onu kaşıkla ezer, toz haline getirir, kaşıkla yerdi. Üstad, kavunu da sever, kaşıkla yerdi. Üzümün kabuğunu ve çekirdeğini ayırır; domatesin de kabuğunu soyardı. Üstadımız on beş günde bir et yerdi. Taze koyun eti alır, çok pişirirdik. Bazan da köfte yaptırırdık. Köfteyi, Emirdağ'da Ceylan Abinin annesine, Isparta'da ise evin sahibesi Fıtnat Anaya yaptırırdı.

Âzami iktisat ile yaşayan, tam bir kanaat ve bereket ile hayatını idame ettiren Üstad Bediüzzaman'a, evham ve kuruntu içinde debelenen ehl-i dünyadan bazı kimseler, "Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? diye sorarlar. Bediüzzaman ise, "Elcevap" diyerek, onlara şu mânâ ve hikmet dolu izahatı yapar: "Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz. "

Üstad Bediüzzaman'ın maişetinde görünen İlâhî ikrâm ve berekete şahit olan Barla'daki Süleyman Rüşdü, Hüsrev, Refet, Bekir, Mustafa Çavuş, Barlalı Süleyman gibi güvenilir zâtlar, müştereken imza attıkları bir mektupta şunu ifade ediyorlar: "Evet iki sene evvel, bütün Ramazan'da üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerifte, otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini-yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna başka birşey yemediğini bizzat müşahede ettik.

Yemek ve sair hediyeleri karşılıksız aldığı takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduğunu muhtelif vesilelerle ve tekraren ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakın bir kimse olsa bile, ona mukabele olarak mutlaka bir hediye verirdi.

Mümkün olabildiğince kimseden karşılıksız yemek ve hediye gibi şeyler almayan ve alamayan Üstad Bediüzzaman, hatır kıramayıp verilen hediyeyi geri çeviremediği durumlarda, bir başka metod uyguluyor: Gelen hediye ve yiyecekleri yine başkasına teberrüken dağıtıyor.
Üstad Bediüzzaman'ın hayatında cimrilik gibi israfın da yeri yoktur. İhtiyaç fazlası olan bir yiyeceği, hiç israf ettirmeden, en iktisatlı ve en insaflı şekilde değerlendirirdi.

İşte böylesine dikkatli ve titiz yemek adabına sahip olan üstadımız iktisat risalesinde şu satırlar ile bize ders veriyor;
"...şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para (yani bir kuruş); diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin."Üstad Bediüzzaman'ın yemek konusunda ki tutumunu ve hassasiyetini gördükten sonra birde kendimizle kıyaslayalım. Bizler ne ölçüde üstada benziyoruz. Ne kadar titiz davranıyoruz. Ne kadar örnek alabiliyoruz. Hangi ölçülere uyabiliyoruz diye şöyle bir bakalım. Belki de içinde bulunduğumuz sıkıntıların bir kısmından böylece kurtulma imkanı bulabiliriz.
Erdoğan ÖZDİL

alıntı
 
Üst