Ashâbu'r-rey

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Görüş, akıl fikir ve tedbir sahibi kimseler. Rey taraftarları, reyciler.

Terim olarak rey; ortaya çıkan yeni bir meselenin hükmünün Kur'an-ı Kerim ve hadislerde açıkça bulunamaması durumunda umumî prensipler ve İslâm'ın ruhundan hareket edilerek akıl ve kıyasla varılan netice ve çıkarılan hükme denir. Sahabe ve Tabiînin ilk döneminde bu anlamda kullanılan rey, tabiîn devrinin sonlarına doğru kıyası ifade etmek için kullanılmıştır.

Rey ekolü sahabe devrinden itibaren başlamıştır. Sahabe'den bazıları Hz. Peygamber (s.a.s.)'den hadis vârid olmayan hususlarda kendi rey ve ictihadlarıyla hüküm verme yolunu tutmuşlardı. Zaten bu ruhsatı bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) vermiştir. (Ebû Dâvud, Akdiye, 11).

Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde teşrî vahye dayanıyordu. Vahiy devam ettiği için re'y ve ictihada geniş çapta lüzum yoktu. Ancak bununla beraber Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bazen re'y ve ictihadiyle hüküm verdiği olmuştur. Meydana gelen meseleler hakkında bizzat Hz. Peygamber hüküm verdiği için bir itiraz ve ihtilaf sözkonusu olmazdı.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra, İslâm devletinin sınırları genişleyip müslümanlar birçok yerlere dağılıp değişik toplumlarla temasa geçtiklerinden problemler çoğalmış, bu problemlerin çözümü hususunda değişik ictihadların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştu.

İslâm alîmlerinin her bir grubu kendi görüş ve ictihadı için uygun deliller aramış ve ayrı ictihadlarda bulunmuşlardır. Hadis'e dayanarak görüş ve ictihadlarını açıklayanlar fıkıh meselelerini inceleme ve çözümünde izledikleri usûle göre iki kısma ayrılmıştır. Bir kısmı nasslara bağlı kalmıştır. Bunlara "Ehl-i Hadîs"* adı verilir. Diğer bir kısmı nassların illetlerini inceleyip kıyas yoluyla yeni hükümler verme yolunu izlemişlerdir ki bunlara da "Ehl-i Re'y" adı verilmiştir. Ehl-i Hadîs'in merkezi Medine'de (Hicâz Ekolü), Ehl-i Re'yin merkezi ise ırak'ta (ırak Ekolü) idi. (Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, 67).

Her iki grubun mensupları da derece farkıyla hadis ve re'yi kabul etmektedirler ve aralarında karşılıklı temaslar ve düşünce alış verişleri olmuştur. ırak'ta Ahmed b. Hanbel (241/-. 855) gibi hadis taraftarları olduğu gibi Hicaz'da da İmam Mâlik ( 179/795) gibi re'ye önem veren bilgin ve müctehidler vardı. İmâm Şafiî (204/819) ise bu iki grup arasında yer almıştır.

Ehl-i re'y arasında başta sahabîlerden Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah İbn Mes'ud'u zikredebiliriz. Tabiîn'den de:

1- Alkame b. Kays en-Nahâî (62/ 681 ),

2- Mesruk b. el-Ecda' el-Hamdânî (63/682),

3- Kadı Şureyh b. Haris b. Kays (78/697 veya 80/699),

4- Saîd b. Cübeyr (95/713), 5- Habib b. Ebi Sabit el-Kâhilî (119/737),

6- İbrahim en-Nehâî (95/713),

7-Hammâd b. Ebi Süleymen (Ebu Hanife'nin hocası) (120/738), gibi alimler kaydedilmektedir.

İbn Kuteybe "el-Maarif" adlı eserinde "Re'y Taraftarları" başlığı altında şu isimleri zikretmiştir: İbn Ebi Leyla (148/765), Ebu Hanîfe (150/ 767), Rabîatu'r-Re'y diye meşhur olan Rabia bint Ebi Abdurrahman (136/753), Züfer b. Huzeyl (158/ 774), Abdurrahman b. Amr el-Evzaî (157/774), Süfyan es-Sevrî (161/778), İmam Ebu Hanifenin talebeleri ve Ebu Yusuf (182/798) ve Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî (189/804)

Aslında "Ehl-i Re'y". (Re'y taraftarları) deyimi, hükümlerde re'y ile ictihad eden herkesi kapsamakta olup bütün İslâm âlimleri buna dâhildir. Çünkü müctehidlerin hepsi, ictihadlarında akıl ve re'ye başvurmadan yapamazlar. Ancak bu deyim, "halk-ı Kur'ân" meselesi ortaya çıktıktan sonra raviler tarafından ıraklılar'a yani Ebû Hanife ve ona tâbi olan Kûfeli fakihlere ad olarak verilmiştir. Onun için ehl-i Re'y denilince ilk etapta hanefî fukahası akla gelir.

Hanefîler'in "Re'y taraftarları" diye adlandırılması hüküm çıkarırken re'yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Yoksa ırak'ta veya Medine'de, yani fıkhın bulunduğu her yerde re'y de vardır. Ayrıca bu tabirin Ebû Hanife ve taraftarları için kullanılması onları küçümsemek için değildir. Bu, onların kendi görüşlerini, sünnete ve sahabilerin ictihadlarına tercih ettiklerini söylemek gayesini de gütmez. Çünkü Ebu Hanîfe ve arkadaşları böyle bir anlayışa sahip değildirler. (Muhammed Zâhid el-Kevserî, Hanefî Fıkhının Esasları, Trc. Abdulkadir Şener, Cemal Sofuoğlu 20, 21)

Ehl-i Re'y fukahasının başı sayılan ve aynı zamanda kıyas üstadı olan Ebu Hanife, ictihadlarından şu metodu takip ederdi: Önce Kur'ân-ı Kerim'e başvururdu. Kur'ân'da bir hüküm bulamadığı zaman Sünnete başvururdu. Sünnet'te de bulamazsa âlimlerin icmâını kabul ederdi. Bir konuda İcmâ' da yoksa sahâbîlerin söz ve uygulamalarına bakardı. Sahâbiler'in ittifak ettikleri görüşü tartışmasız benimser, ihtilafa düşmeleri halinde onlardan birisinin görüşünü tercih ederdi. Tabülerin görüş ve fetvalarına uymayı zorunlu bulmaz ve: "Onlar nasıl insan iseler biz de öylece insanız" yani biz de onlar gibi ictihad ederiz derdi.

Kıyas, Ebu Hanife'nin çok iyi kullandığı bir metod idi.

İstihsân, yani maslahattan dolayı kıyası terkedip daha uygun bir hükme varmak ve örf ve teâmül gibi geri kaynaklara dayanarak rey'ini ortaya koyardı.

Re'yi kabul edenler onun metodu hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Şâfiîler'e göre re'y metodu kıyastan başka bir şey olamaz. Hanefiler bunun yanında istihsan prensibini de getirmişlerdir. Mâlikîler'le Hanbelîler'in bir kısmı, re'yin manasını daha da genişleterek kıyası, istihsanı ve "mesail-i mürsele"yi de kabul etmişlerdir. (M. Ebu Zehrâ, a.g.e., 69).

Abdülkerim ÜNALAN

Durak PUSMAZ
 
Üst