Anti-militaristler

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Anti-militaristler
27 Ağustos 2011 Cumartesi 07:20
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’e ait olduğu söylenen ve yalanlanmayan konuşma, aslında ordunun durumunu çok açık biçimde ortaya koyuyor.
“Kepazelik” olarak niteliyor vaziyeti.
Çok ciddi özeleştirileri var.
Hepsinde de haklı.
Taraf gazetesi yıllardır bu gerçekleri söylüyor zaten, bütün o karakol baskınlarının arkasında yatan “kepazeliği” ve çocukların nasıl ölüme gönderildiğini biz defalarca yazdık.
Biz bu ülkede ilk kez orduyla ilgili gerçekleri açıkladığımızda yazdıklarımızı şiddetle reddeden generaller televizyonlara çıkıp neler söylüyorlardı, o günlerde medyanın hakkımızda yazdıklarını da çıkartıp bakan olursa rezilliğin boyutunu daha da iyi görür.
Soru şu, neden generaller bu gerçekleri bildikleri halde orduyu düzeltmediler.
“Tüfeğini mevzide bırakıp kaçan komutan” yeni bir gerçek mi?
“Alnından vurulan er” yeni bir gerçek mi?
“Eğitimsiz askerler” yeni bir gerçek mi?
Bakın şu kural hiç değişmez, bir ordu siyasetle uğraşmaya başladığında askerî yeteneklerini kaybeder.
Ordunun “sivillerin” denetiminde olduğu demokratik ülkelerin orduları güçlüdür, ordu “yönetimden” pay istemeye başladığında bozulmaya da başlar.
Bizim ordu çok uzun zamandır siyasetle uğraştığından çürüme çok derine indi.
Zaten Koşaner’in sözleri de bunu samimi bir şekilde itiraf ediyor.
Koşaner’in altını çizdiği zaafları bu ordu düzeltmek zorunda, bunun için de önce eğitim anlayışını değiştirmesi, genç subay adaylarına siyaset yerine askerlik öğretmesi, “bu ülkenin sahibi biziz” safsatasını bir kenara bırakması gerekir.
Çünkü o eğitim subayların zihnini zehirliyor.
Baksanıza Koşaner, “Balyoz darbe planlarını” hazırlamayı “namertlik” olarak görmüyor da, bunun yayınlayan gazetecilerin “namert” olduğuna inanıyor.
Belli ki zihinlerindeki “mert, namert” algılamaları bozulmuş.
Namertlik, darbe planı yapmak, halkına ihanet etmektir.
Bu ihaneti ortaya koymak değil.
Taraf gazetesinin öncülüğünde Türkiye büyük şoklar, sarsıntılar, inkâr dönemleri yaşayarak gerçekleri gördü, şimdi görülen gerçeklerin düzeltilmesi aşamasına geçtik.
Ordunun düzeleceğine dair en büyük işaret, önce medyanın kendini düzeltmeye başlaması.
Biz yayına başladığımızda, gazeteler bizim haberlerimizden alıntı bile yapamazlardı, var güçleriyle bizi yalanlayabilmek için kıvranırlardı.
Artık rahatça bu gerçekleri yazabiliyorlar.
Medya yazmaya başladığında sorun da çözülmeye başlar.
“Bozulmanın” işareti, gerçeklerin “yazılmaması”, medyanın gerçeklerden kaçmasıdır.
Orduyla ilgili olarak bu yalan “barajı” yıkıldı.
Şimdi başka sorunlarımız ortaya çıkıyor.
Siyasi iktidarla ve Başbakan’la ilgili gerçekleri yazamıyorlar.
Başbakan’ın Futbol Federasyonu başkanı atamalarına bizzat müdahale ettiğini açıklayan Aziz Yıldırım’ın sözleri, aynen bizim orduyla ilgili yayınlara başladığımız dönemlerde olduğu gibi büyük bir sessizlikle karşılaştı.
Biz orduyu eleştirmeye başladıktan bir süre sonra “muhafazakâr basın” bize katılmıştı, bir tür “anti-militarist” cephe oluşturmuştuk, askerî gerçekler birçok gazete tarafından yayımlanıyordu.
Ordunun gerçek yüzü ortaya çıkıp siyasi planda zayıflamaya başlayınca, “anti-militarist” medyanın da duraladığını görmeye başladık, “anti-militarizm” demokrasi savunuculuğuna dönüşmedi, askerin geri çekilmesinden memnun olanlar, askerin boşalttığı alanı meşru biçimde dolduran sivil siyasetçilerin “faullerini” görmezden gelmeye koyuldular.
Dün ben yazıyı yazmaya oturduğumda Deniz Feneri davasının üç savcısının birden görevden alındığı haberi geldi.
Arka plandaki gerçekleri şu anda bilmiyoruz ama bence son derece kuşkulu bir girişim bu, bakalım “anti-militarist” medya bu savcı atamalarına nasıl yaklaşacak?
Sorgulayacak mı, araştıracak mı yoksa bir zamanların “orducu” medyası gibi bu olay karşısında gözlerini yummayı mı tercih edecek?
Bu ordu, hiç eleştirilmediği için bugünkü zavallı hale düştü, kendi komutanlarının deyimiyle “kepaze” oldu, eğer aynı sessizliği sivil iktidarlara karşı benimser, onları eleştirmez, onların kurallara aykırı hareketlerini görmezden gelirseniz, bu “kepazelik” siviller tarafından da tekrarlanır.
Sivil iktidarların “kepazeleşmesini” istemiyorsanız, demokrasiyi güçlendirme peşindeyseniz, “eleştiriden” ve gerçekleri görmekten vazgeçemezsiniz.
Vazgeçerseniz, gün gelir bir “kepazeyiz” itirafı da sivil yönetimden duyulur.
Taraf
 
Üst