Ana Dilde İbadet Namazda Sureleri Türkçe Okumak

  • Konuyu başlatan Kayıtsız Üye
  • Başlangıç tarihi
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
Ana Dilde İbadet Namazda Sureleri Türkçe Okumak caiz mi? Namazım kabul olunur mu?
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan’da Araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O’nun tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir.

Ancak Yüce Rabbımızın bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur’an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça’yı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:

“Bu Kur’an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür.” (Al-i İmran, 3/138)

“Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun...” (Maide 5/67)

“Kendilerine, indirileni insanlara açıklayasın diye sana Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 16/44)

“Bu Kur’an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.” (Sad, 38/29)buyurulmuştur.

İfade edildiği üzere Kur’an-ı Kerim Arapçadır. Cenab-ı Hakk’ın yüce kelamı kutsal kitabımızın dilinin her müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de, âdeten mümkün değildir. O halde Kur’an-ı Kerim’in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların da bu Yüce Kitapta bildirilen ilahî gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O’nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç hatta zaruret vardır. Nitekim, İslamın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisî’nin İranlı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk. Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur’an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meal, terceme ve tefsiri bulunmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına gelince:

Kur’an-ı Kerim’de “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” (Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a) de bütün namazlarda Kur’an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken “... sonra Kur’an’dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku.” (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur’an okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır.

Bilindiği üzere Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın Hz.Muhammed (s.a,)’e Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel’in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Resülüllah (s.a.)’in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur’an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk’ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur’an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:

“Şüphesiz O, alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu’l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi.” (Şuara 26/192-195)

“Böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Ta-Ha 20/113)

“Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur’an indirdik.” (Zümer, 39/28)

“Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur’an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3) gibi tam on ayrı yerde (Yusuf, 12/2; Ra’d, 13/37; Nahl, 16/103; Şura, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkaf, 46/12) nazm-ı münzel’in Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, elfazının da Kur’an kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercemesine Kur’an denilemeyeceği ve tercemesinin Kur’an hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içindedir.

Bilindiği üzere terceme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir terceme de her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O halde, Kur’an-ı Kerim gibi, ilahî belağat ve i’cazı haiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah’ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun aciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin, Allah kelamının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?

Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.

Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.

Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.

Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah’tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır.

Diğer taraftan, Kur’an-ı Kerim’in en önemli özelliklerinden biri de i’cazdır. Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur’an bütün insanlığa meydan okumuştur. Bu i’cazın sadece anlamda olduğu söylenemez. Aksine, “onun Allah katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir benzerini ortaya koyun” anlamındaki tehaddi (meydan okuma) ayetlerinden (Bakara 2/23-24; Yunus, 10/37-38; Hud, 11/13; İsra, 17/88; Tur, 52/33-34) bu özelliğin daha çok lafızla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için, insanlar ve cinler bir araya toplanıp birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını ifade eden ayet-i kerime (İsra, 17/88) den de, Kur’an’ın bir benzerinin yapılamayacağı ve bu itibarla tercemesinin Kelamullah sayılamayacağı, o hükümde tutulamayacağı ve dolayısıyle namazda tercemesinin okunamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, 1926 yılında İstanbul Göztepe Camii İmam-Hatibi Cemal Efendi’nin Cuma namazında Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercemesini okumasıyla ilgili olarak İstanbul Müftülüğü(nün 20 Mart 1926 tarih ve 92-93 sayılı yazısı üzerine, altında Atatürk tarafından göreve getirilen ilk Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin imzası bulunan 9 Ramazan 1324/23 Mart 1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey’eti kararında:

“Namazda kıraet-i Kur’an bi’l-icma farz ve Kur’an’ın hangi bir lügat ile tercemesine Kur’an itlakı kezalik bi’l-icma gayr-ı caiz ve namazda kıraet-i Kur’an mahallinde terceme-i Kur’an’ın adem-i cevazı da bi’l-umum mezahib fukahasının icmaı ile sabit olduğundan, hilafına mücaseret, namazı vaz’-ı şer’isinden tağyir ve emr-i dini istihfaf ve mel’abe şekline vaz’ı mutazammın olduğu gibi, beyne’l-müslimin iftirak ve ihtilafa ve memlekette fitne hûdusuna bâis olacağından, fiil-i mezbure mecasereti sabit olan merkum Cemal Efendinin uhdesindeki vezaif-i ilmiye ve diniyenin ref’i, emr-i zaruri halini almış olmakla ol vechile tebligat icrası...” denilmiştir.

Şüphesiz bir müslümanın en azından namazda okuduğu Kur’an-ı Kerim metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. Ancak manasını anlamak, onun hidayetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’i terceme etmenin ve bu maksatla meal, terceme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu tercemeleri Kur’an yerine koymanın ve Kur’an hükmünde tutmanın hükmü yine başkadır.

Namazda ve ibadet olarak Kur’an-ı Kerim asli lafızları ile okunur. Yüce Rabbımızın bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise, terceme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur’an-ı Kerim’in terceme, meal ve açıklamalarını okumak ta çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir.

Diyanet İşleri Başkanlığı
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Namazın kıraatinde Arapça'dan başka dil kullanmak caiz midir?

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, Arapça’dan başka bir dil ile kıraati yerine getirmek caiz değildir. Yani Kur'ân'ı başka bir dile çevirip namazda o dil üzerine okumak, caiz değildir. Çünkü Kur'ân Allah (C.C.) sözüdür. Her kelime ve cümlesi bir nice mana ve hikmetlerle doludur.
Arapça çok zengin bir dildir. Kelimelerin kendine göre ve bulunduğu cümle itibariyle birkaç manası vardır. Terceme yalnız o manalardan birini yansıtabilir. Ancak dili Arapça'ya dönmeyen, bunun teleffuzunu bir türlü beceremeyen ümmî bir kimsenin öğreninceye kadar kendi diline çevrilen âyetleri okuyabilir, diye bir fetva verilmiştir. (Fetâvâ-yi Hindiyye - Şerh-i Nukaaye / Şeyh Ebîl-Mekârim.)

İmam Ebû Hanife'nin herhangi bir dile çevrilen Kur'ân âyetlerini o dil üzere okumanın caiz olduğuna dair bir içtihadı olmuşsa da, yapılan ciddi araştırmalarla, İmamın bu içtihadından vazgeçip İmameyn'in içtihadına döndüğü anlaşılmıştır. Nitekim Fetâvâ-yı Hindiyye'de de bu hususa dokunulmuş ve «İmamın rücu' ettiği rivayet olunmuştur. Bu rivayete de itimat gerekir» diye kaydedilmiştir. (Fetâvâ-yi Hindiyye: I/69 - El-Mektebetü'Uslâmiyye - El-Hidâye. )

İbn Abidîn bu konuda Dürrü'l-Muhtar'ın metnini naklederek diyor ki:
«Namazda acizlik hallerinin dışında Farsça tekbir getirip başlamanın sahih olduğu hususunda İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed, İmam Ebû Hanîfe'nin görüş ve içtihadına dönmüşlerdir. Namazda yine acizlik hallerinin dışında Farsça (veya herhangi bir dil ile) kıraatin caiz olmadığı hususunda ise, İmam Ebû Hanîfe, İmameyn'in görüş ve içtihadına dönmüştür.»
Ne var ki, İmamey'nin Tekbir (Namaza Başlama Tekbiri) konusunda İmam Ebû Hanîfe'nin kavline döndüğünü hiç kimse nakletmemiştir. Tatahaniyye'deki nakil ise bu tekbir hakkında sarih değildir. Teşrik ve Kurban Kesme tekbirleri hakkında olması muhtemeldir. Evlâ olan da budur. Çünkü Tatarhaniyye sahibi bunu namaz dışındaki Ezkâr (zikirler) bahsiyle birlikte anlatmıştır.» (İbn Âbidin, I/505.)

Kâsânî (ö. 587) Bedayiu's-Sanayi’de bu konuda diyor ki:
«Ebû Hanîfe'ye göre kıraat Arapça sabit olduğu gibi, Farsça da sabittir. Bu cevaz mutlaktır. Yani kıraatte bulunan kimse Arapça’yı uygun biçimde teleffuz etsin etmesin fark etmez."

"İmameyn'e göre, Arapça’yı uygun ölçüde teleffuz edemiyorsa, o takdirde Farsça veya herhangi bir dille caizdir. Aksi ise caiz değildir."

"İmam Şâfiî’ye göre, uygun biçimde teleffuz edebilsin, edemesin Farsça kıraat caiz değildir. Çünkü Kur'ân Arap lügati üzere inmiştir. Bu bakımdan Farsça okunan şey Kur'ân olamaz. Ancak Arapça’yı beceremeyen kimse -öğreninceye kadar- kıraat yerine tesbîh ve tehlilde bulunur (Sübhanallah ve Iâ ilahe illallah) der.»
Kâsânî, müctehidlerin bu konudaki delillerini, «Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun.» mealindeki âyette geçen«Kur'ân» kelimesinden ne kastedildiği üzerindeki görüşlerini naklederek konuyu hayli genişlettikten sonra devamla diyor ki:
«İmam A'zam'a göre: Tevrat veya İncil, ya da Zebur'dan namazda bazı parçalar okursa -bunun muharrefe (değiştirilmiş) olmadığını kesinlikle biliyorsa- caizdir. Bilmiyorsa, caiz değildir. Çünkü Allah (C.C.) Kur'ân'da: “Onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar) kelimelerin yerlerini değiştirirler.”buyurmuştur. Bu nedenle okunan kısmın muharref olması muhtemeldir." ('Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'şŞerayi' / Kâsânî, I/112 - 113, Beyrut-1974 –1394.)​
İmam A'zam'a göre, Kur'ân'dan maksat, Allah kelâmına delâlet lâfızdır, ama bu Arapça lâfız olma itibariyle değildir. Allah kelâmıyla kaim olan sıfat itibariyledir ki bu, ibretler, öğütler, özendirmeler ve korkutmalardan, övgü ve ta'zimlerden ibarettir.Kâsânî bu konuda İmam Ebû Hanîfe'nin İmamey'nin kavline döndüğüne dokunmamış ve bu konuda herhangi bir nakilde bulunmamıştır.

Mülteka Şerhi Mecmau'l-Enhür sahibi bu konuda diyor ki:
«İmam A'zam'a göre, Arapça’yı uygun ölçüde teleffuz edebilsin, edemesin Farsça İftitah Tekbiri getirmek sahihtir. İmameyn’e göre, ancak Arapça’yı uygun biçim ve anlamda teleffuzunu beceremeyen kimse hakkında caizdir.»

«Ama en sahih tespite göre, İmam A'zam bu konuda İmamey'nin görüş ve içtihadına rücu' etmiş (dönmüş) tür."

«Arapça teleffuzdan âciz olduğu için kıraati Farsça yerine getirmek hem İmam Azam'a göre, hem İmameyne göre caizdir. Arapça’yı teleffuzden âciz olmayan kimse hakkında ise, İmam A'zam'a göre yine caizse de İmameyne göre caiz değildir. Çünkü İmam A'zam'a göre, Kur'ân mânadır. Farsça (veya başka bir dil de) o mânaya delalet eder. Bu bakımdan başka dille kıraat caiz sayılır."

"Ancak bu cevaz sadece namazdaki kıraat hakkındadır.»

«Yapılan rivayete göre, İmam A'zam bu konuda İmameyn'in görüş ve içtihadına rücu' etmiş (dönmüş) tür. Sahih olan da budur; itimat da bu rivayete göredir. Nitekim musannif de onun rücu' ettiğini ihtiyar etmiş ve namazda kıraatin Arapça okunmasını imamların ittifakına dayayarak nakletmiştir.»
(Mecmau'l-Enhür Şerh-i Mülteka'l-Ebhur, I/92-93, Dersaadet-1327.)​
Fetâvâ-yi Hindiyye'de bu konu biraz daha açıklanarak şu cümlelere yer verilmiştir:«İmam Ebû Hanîfe'nin İmameyn'in kavline rücu' ettiği hakkında El-Esrar sahibi, «Bu benim ihtiyarımdır» diyor. Et-Tahkik Kitabında «Bu, muhakkiklerin hemen hepsinin seçip beğendiği bir rivayettir. Fetva da buna göredir» deniliyor. Şerh-i Nukaye'de de aynı husus belirtiliyor. En sahih olan da bu tespittir, kaydı yer alıyor.» Fetâvâ-yi Hindiyye, I/69 - 70, Mektebetü'l-İslâmiyye.)

Bütün bu rivayetlerden çıkarılan sonuç:

İmam A'zam'ın bu konuda İmameyn'in görüş ve içtihadına döndüğü, fukahanın ileri gelenlerinin hemen hepsine göre doğrudur. Hepsi de bu rivayeti en sahih kaydıyla belirtmeye çalışmış ve bir kısmı bunu ihtiyar ettiğini özellikle kaydetmiştir.

O halde Farsça ya da başka bir dil üzere kıraat konusunda fetva İmameyn'in içtihadına göredir. Kur'ân'ın ruhuna ve maksadına uygun olan da budur.
Nitekim Kitabu'l-Fıkh Ale'I-Mezahibi'l-Erbaa sahibi Abdurrahmân El-Cezîrî, Kıraat bahsinde Hanefî imamlarının görüşlerini ittifak halinde naklederek diyor ki:
«Hanefilere göre, Arapça okumaktan âciz olan kimsenin başka dillere göre okuması caizdir. Böylece kıldığı namaz sahihtir.» (Kitabu'1-Fıkh Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa, I/230, Mısır.)​
(Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/238-241.)
 
Üst