Amir bin Füheyre (ikinci bölüm)

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Peygamberimizin yol arkadaşı Amir bin Füheyre(2) Siz Peygamberimizi hiç gördünüz mü? Onunla bir saat baş başa sohbet ettiniz mi? Onunla birlikteyken ölümle burun buruna geldiniz mi? Peki siz Peygamberin elinden süt içtiniz mi, mucize gördünüz mü hiç? Peygamber seksen kişiyi İslam'a davet ederken siz orada mıydınız? Amir bin Füheyre hicret yollarında tam bir hafta boyunca Resulün hemen yanı başındaydı.
Alemlerin Rabbi, Resulüne omuz veren, rızasını kazanmak için dünyasından vazgeçen kullarını yalnız bırakmıyor, onlara hayal dahi edemeyecekleri eşsiz mükâfatlar sunuyor. İşte Amir bin Füheyre, Efendimiz aleyhisselamla birlikte hicretin planlarını yapıyor, tarihin en muhteşem seyahatinde Peygambere yoldaş oluyor.
"Mağara ehlinin dışarıdaki dostu"

Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir hicret için yola çıkmış ve Sevr mağarasına gelmişlerdi. Mekkeliler her yerde onları arıyor, evlere baskın düzenliyor, onları canlı ya da ölü getirenlere servetler vaat ediyorlardı. Efendimiz Sevr mağarasında üç gün kaldı. Bu süre içerisinde, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah Mekke'de olup bitenleri, akşam olduğunda Peygamberimize haber veriyor, gece yarısı olduğunda mağarayı terk ediyordu.
Amir bin Füheyre ise koyunlarını o çevrede otlatıyor, gece Efendimiz ve Ebu Bekir'e yemek hazırlıyor, sonra da sürüsüyle, Abdullah'ın ayak izlerini yok ediyordu. [1]
Üç gün bitip, ortalık bir nebze yatıştığında Peygamber Efendimiz, Hz. Ebu Bekir ve kılavuzları Abdullah bin Ureykıt Medine'ye doğru mukaddes yolculuğa çıktılar. Amir bin Füheyre ne mi oldu? Resulullah onu yalnız bırakır mı hiç? Amiri, dostu Ebu Bekir'le aynı deveye bindirerek Medine'ye götürdü.
Efendimizin kâtibi

Süraka bin Malik, yüz develik ödülü hak etmek için Efendimizin peşine düştüğünde Amir bin Füheyre, Nebiyi korumak için onu gözetliyor, Süraka ile savaşmak için emir bekliyordu. Süraka'nın atının ayakları kumlara saplandığında, Süraka, Nebiyi öldüremeyeceğini, Onun Allahın Resulü olduğunu anlayıp da özür dilediğinde, Amir olanları sevinçle izliyordu. Süraka az evvel öldürmek istediği Peygamberden, ileride kullanmak üzere bir himaye yazısı istediğinde, Efendimiz onu kırmıyor, Amir, bir deri parçasına Süraka'nın istediği yazıyı yazıyordu.
Hicret yolcuları şiddetli sıcak altında yorulup mola vermek istediklerinde, Ümmü Mabed adlı bir kadının çadırına misafir oldular. Yiyecek hiçbir şey bulamadıklarında sütü kesilmiş bir koyun gördüler. Efendimizin sağdığı koyunun sütünü Efendimizin eliyle içtiler. [2]
Büreyde bin Husayb ve seksen arkadaşı Peygamberimizin karşısına çıktığında Amir de oradaydı. Akşam vakti olup namaz kılınırken o seksen kişi de namaza duruyordu. [3]
Bir adım ötede karşılarına neyin çıkacağını bilemedikleri, ölümün hemen yanı başlarında kol gezdiği, sıkıntı ve eziyetlerle dolu ama Amir için bir o kadar da zevkli olan yolculuk sona eriyor, karşıdan Medine'nin Kuba kasabası gözüküyor, Amir bin Füheyre için yepyeni bir hayat başlıyordu.
Hasret
AH Mekke, Seni terk etmek ne büyük bir acı! Sadece birkaç gün seni ve Kâbe'yi ziyaret edenlerin yürekleri, senden ayrıldıklarında nasıl da burkulur. Peki ya senin bağrında doğup büyüyenler, onlar seni bırakıp da nasıl gidebilir? Senden ayrılmak zorunda kalan Efendimiz (sav) bu acıyı bize şöyle anlatır: "Senden daha güzel ve bana senden daha sevgili bir yer yoktur. Eğer insanlar beni çıkarmamış olsalardı, seni terk etmezdim." [4] Allah yolunda eziyete uğrayan, canını hiçe sayan ve yurtlarını terk etmek zorunda kalan muhacirler ne kadar da yücedir. Yerini, yurdunu ve sevdiklerini terk ederek Allah'ın dini için gurbete, meçhule gitmek ne kadar zordur. Medine'ye göç eden sahabiler ilk zamanlar çok büyük sıkıntılar çekmiştir.
O'nun yanında ölüm, bedenlere huzur yayıyor

Hz. Aişe'nin anlattığına göre hicret sonrasında Medine, havası çok kötü olan hastalıklı bir yerdi. Mekkeli Müslümanlar bu havaya alışamamış ve pek çoğu hasta düşmüştü. Hz. Ebu Bekir de hastalanmış, halini soranlara, derdini şöyle anlatıyordu: "Ailesinin yanında sabahlayanlar, ölüm kendilerine takunyalarının kayışından daha yakın olsa bile ne kadar mutludur."
Hz. Bilal, Mekke'ye olan hasretini şiirlerle anlatıyor, onları Mekke'den hicret etmeye zorlayanlara beddualar ediyordu: "Ah bir gece olsun, etrafımda izhir ve celil otları varken Mekke'de geceleyebilir miyim? Bir gün olsun Mecenne suyuna inebilir miyim? Şame ve Tufeyl tepelerini görür müyüm bir daha? Allah'ım! Şeybe'ye, Utbe'ye ve Ümeyye'ye lanet eyle. Onlar bizi yurdumuzdan çıkardılar ve bu vebalı yere attılar." Amir bin Füheyre de onlarla birlikte hasta yatıyor, Mekke'ye olan özlemini anlatırken şunu söylüyordu: "Ölmeden önce ölümü tattım."
Sevgili Peygamberimiz onların bu haline üzülmüş ve Allah Celle'ye bu durumun düzelmesi için dua etmişti: "Allah'ım! Mekke'yi bize sevdirdiğin gibi Medine'yi de sevdir. Hatta ondan daha çok sevdir." [5]
Haris'in kardeşi oluyor

ALLAH Resulü, Ensar ve muhacir arasındaki samimiyeti artırmak, onları birbirine ısındırmak ve muhacirlerin ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla onları birbirine kardeş etti. Amir bin Füheyre de Ensardan Haris bin Evs'in kardeşi oldu. [6] Mekkeli müşrikler, İslam'ı yok etmek amacıyla Bedir ve Uhud'a geldiklerinde, Amir de Allah Resulü'nün yanında İslam'ı müdafaa ediyordu.
Bi'r-u Maune Faciası

Hicretin dördüncü yılıydı. Necid bölgesinde oturan Amiroğullarının lideri Ebu Bera Medine'ye gelmiş, Peygamberimizle görüşmüştü. Ebu Bera Müslüman olmadıysa da Peygamberimizden Necid'e muallimler göndermesini ve bölge halkına İslam'ı anlatmalarını teklif etti. Efendimiz, Necid halkının, ashabına zarar vermesinden endişe ediyor, onları tehlikeye atmak istemiyordu. Ebu Bera, Müslümanları koruyacağına dair söz vermiş ve onları himayesine almıştı. Efendimiz Suffe ashabından yetmiş sahabiyi seçerek Necide gönderdi. Bu sahabiler mescidde yaşıyor, bütün vakitlerini Efendimizle geçiriyorlardı. Hz. Peygamber her gün onlara ders veriyor ve onların durumuyla bizzat ilgileniyordu. Kafile, Bi'r-u Maune denilen yere geldiğinde içlerinden Haram bin Milhan, Efendimizin mektubunu Ebu Bera'nın yeğeni Amir bin Tufeyl'e götürdü.
Haram, Amir'i İslam'a davet edip Efendimizin mektubunu uzattığında Amir ve adamları onu hunharca şehit ettiler. Sonra da kendilerini destekleyen kuvvetlerle Müslümanları muhasara ettiler. İslam davetçileri kendilerinin savaşma niyetinde olmadıklarını, Resulullah'ın elçileri olduklarını söyledilerse de dinletemediler. Kılıçtan başka silahı olmayan müminler, kendilerinden kat kat fazla olan düşmanlarıyla kanlarının son damlasına varıncaya kadar savaştılar ve şehit oldular.
Göklere yükselen şehit

AMİR bin Füheyre de bu şehitlerin arasındaydı. O, kendini öldürmek isteyen Cebbar bin Sülma'yı İslam'a davet etmiş, Cebbar ise mızrağıyla ona saldırmıştı. Cebbar'ın mızrağı Amir'in sırtından girip göğsünden çıktı. Amir son nefesini verirken: "Kâbe'nin Rabbine andolsun ki kazandım" dedi. Cebbar bunu anlayamadı. Adamı öldüren kendisiydi ve o kazanmıştı. Bu adam neyi kazandığını söylüyordu. Ölen kazanır mıydı? Kafası karıştı, günler ve geceler boyu Amir'in sözlerini düşündü. Araştırdı, sordu ve Cennetin var olduğunu, Amir'in de Cennete gittiğini öğrendi. Cebbar Müslüman oldu. İslam davetçisi son nefesinde dahi bir kimsenin hidayetine vesile olmuş, şehid, bir âleme daha can vermişti. [7] Amir bin Füheyre'yi şehit eden Cebbar ve Müslümanları katleden ordunun komutanı Amir bin Tufeyl, Amir'in cesedinin göklere yükseldiğini ve daha sonra yeniden yere indirildiğini bizzat gördüklerini ifade etmişlerdir. [8] Allah Resulünün hicret arkadaşı, kâtibi, talebesi, cihad meydanlarındaki mücahidi Amir bin Füheyre şehit olduğunda henüz kırk yaşındaydı. Efendimiz, O ve arkadaşlarının şehadetine üzüldüğü kadar hiçbir şey için üzülmedi. [9] Amir bin Füheyre ve kahraman arkadaşlarının, uğrunda şehid düştüğü Rabbimizin rızası için yaşamak ümidiyle. Allah tüm şehitlerimizden razı olsun ve onların makamını yüce eylesin.
 
Son düzenleme:
Üst