Ahmed ibni Süleyman Halid Hasen-i ŞAMİ ks Hazretleri

samuray

Üye
Üye
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin en son halifesi Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî, Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Trablusşam’ın Ervad kasabasında doğdu. Bu yüzden Ervâdî nisbesiyle tanındı. Nesebi Hz. Hüseyin (ra.) yoluyla Peygamber Efendimiz’e ulaşır. İlk tahsiline memleketinde başlayan Ervâdî hazretleri ilmini ikmal etmek için Mısır ve Şam’a çeşitli seyahatler yapar. Bu memleketlerin meşhur alimlerinden dersler alır. Bunlar arasında Mısır ve Şam diyarının en mümtaz alimlerinden ve Ezher Üniversitesi şeyhlerinden İbrahim el-Bacûrî, Şeyh Muhammed el-Fudâlî; Mısır müftülerinden Şeyh Ahmed et-Temîmî, Şeyh Abdurrahman el-Uşmûnî, Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Halvetî en-Nakşibendî, Mustafa el-Mübellad el-Ahmedî, Mustafa el-Bolâkî, Şeyh Abdurrahman el-Küzberî, Hüseyin ed-Decânî, Allame Muhammed İbni Âbidîn de bulunmaktadır. İlim tahsilini bu hocalarda tamamlayarak icâzet alır. Bu sahada bazı hocalarını bile geride bırakacak kadar büyük bir mesafe kat’eder. Zâhirî ilimlerde üstadlık payesini kazandıktan sonra kendisinde tarikate intisap duygusu uyanır. Bunun için muhitinin muhtelif bölgelerinde bulunan meczub, ümmî, velî ve ârif şeyhlerin hizmetinde bulunur. Ekberiye, Rifâiye, Desûkiye, Ahmediye (Bedeviye), Halvetiye ve Şâzeliye’den icazet alıp Câmiu’t-turûk bir hilâfet iznine sahip olur. Daha sonra Şam’da bir müddet Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin hizmetlerine ve sohbetlerine devam ederek kısa zamanda Kâdiriye, Sühreverdiye, Kübreviye, Çeştiye, Nakşibendiye, Müceddidiye, Mazhariye ve Hâlidiye tarikatlerinden de hilâfet-i tâmme ile icazet alır. Memleketine dönerek şeyhinin işareti ile tarikat neşrine başlar. Hiçbir ilim yoktur ki Ervâdî hazretlerinin ondan büyük bir nasibi olmasın ve hiçbir tarikat yoktur ki ondan büyük bir fazilete ermesin. Ervâdî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere çok faydalı dersler takrir ettirir, nefis terbiyesi ve tasfiyesi için kendisine gönül bağlayan müridlerine de izinli olduğu tarikatlerden birinin usûl ve âdâbı ile müridin kabiliyetine göre değişen seyr u sülûk tarzı uygulardı. Müridlerine; bazen Ekberiye tarikatinde olduğu gibi sadece teveccüh ederek, bazen Bedeviye tarikatinde olduğu gibi muhabbet nazarıyla bakarak, bazan de Rifaiye ve Hâlidiye tarikatinde olduğu gibi onları etrafına saf saf toplayıp kalplerindeki havâtırın def’i için teveccüh ederdi. Her müridin kabiliyetine göre kendi bâtınından feyz almasını sağlar, ledünnî ilmin gönüllerinde zuhuruna gayret gösterirdi. Şeyh-i Ekber Muhiddin İbnü’l-Arabî’ye ait Risâle Men Arefe Nefsehu Fekad Arefe Rabbeh isimli eserin şerhinde Ervâdî, Nakşibendî tarikatinde bulunan, nefsin yedi mertebesini kat’etme keyfiyetini anlattıktan sonra şöyle diyor: “Nefsin yedi tabakasını kat’etmek bazı tarikatlerde esmâ-ı seb’ay’ı (yedi isim) geçmekle, bazılarında şeyhin müride teveccüh etmesiyle, bazılarında şeyhin müride muhabbet nazarıyla bakmasıyla, bazılarında ise şeyhle bir araya gelerek ilim ve feyiz almak suretiyle olur. Bu durumda mürid şeyhin dediklerini duymasa bile şeyhle biraraya gelmek suretiyle ilimle dolup taşar. Nitekim şeyhim Hâlid-i Bağdâdî’nin dersinde hazır bulunduğum zamanlar istiğrak haline girer, ne dediğini duymaz ve birşey görmez olurdum. Şam’daki medresesinde bulunduğum sırada bazı alimler bana şeyhin derste takrir ettiği şeylerden sordukları zaman, söylediklerinin hepsinin hafızamda fazlasıyla mevcut olduğunu görür ve onları tek tek açıklardım.” Ervâdî hazretleri bir müddet memleketinde bulunduktan sonra şeyhi tarafından İstanbul’a gönderilmiştir. Mevlânâ Hâlid (ks.), halifesi Ervâdî’yi İstanbul’a gönderişindeki ulvi gayeyi şöyle anlatır: “Ey dost! Parıltısı ile Kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve Uzak Doğu’nun aydınlanacağı zât için İstanbul’a git, onu ara bul. O henüz açılmamış bir velayet goncasıdır. İstanbul’a senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de onun nasibi ezelde sana tevdi ve tensip edilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira o bizden sonra sâhib-i zaman ve rehber-i tarîkat olacaktır.” Bu sözler üzerine Ervâdî hazretleri, İstanbul’a giderek Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî hazretlerini bulur ve ona tarikat telkininde bulunur. Osmanlı Devleti’nin her bölgesine, her köşesine halifeler gönderen Bağdâdî hazretleri, İstanbul’a gönderdiği halifelerin özellikle uymaları gereken hususları belirlemiş, bunların yerine getirilmesini istemişti. Bunun sebebi, İstanbul’un Dârulhilâfetilaliyye olarak İslâm dünyası içindeki özel konumu ve hemen hemen bütün tarikatlerin temsil edildiği zengin bir tasavvuf muhitine sahip oluşuydu. İstanbul halifelerinin uyması gereken şartlar şunlardı: 1. İstanbul’a gidecek olan halife vezirler ve devlet adamları ile yakın alaka kurmaktan kaçınıp gerek bizzat ve gerek bir vasıta ile onlardan bir maaş tayini veya yakınlık istemeyecek. Tekke ve zaviye adına bile olsa bundan sakınılmalıdır. 2. Tekke ve zaviyesine genç kadınların tarikat ve telkin alma bahanesi ile olsa da gidip gelmelerine izin verilmemelidir. 3. İstanbul hilafetini kabul eden kişi basit bir meselede dahi olsa ihtiyatı ve haberleşmeyi elden bırakmamalı, bağımsız hareket etmemelidir. 4. Beraberinde götürdüğü hanımı üzerine İstanbul hanımlarından biri ile evlenmemeli, irşat hizmetlerinin verimini düşürücü böyle bir tutumdan sakınmalıdır. 5. Mürid ve müntesiplerin şahsi işlerinde, tekke ve tarikat adını kötüye kullanmalarına asla fırsat verilmemelidir. 6. Dünya işlerinde kanaatkâr olmalı, Peygamber Efendimiz’in “Yaşayabileceğin kadar dünyan için, içerisinde kalacağın kadar âhiretin için çalış. Muhtaç olduğun kadar Allâh için ateşinin yakıcılığına tahammülün kadar cehennem için çalış.” hadîs-i şerîfini hatırdan uzak tutmamalıdır. İstanbul’da hizmet görmesi düşünülen Hâlidîler için ileri sürülen bu emir ve tavsiyeler, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin tarikat prensiplerini gösterdiği kadar zamanın şartları çerçevesinde tarikatlere yönelik tenkit noktalarını da giderici mahiyet arzetmektedir. Halifelerinde mânevî kemal ve kabiliyetten başka anılan bu şartlara da riayeti şart koşan Bağdâdî hazretlerinin halifelerinden Ervâdî’yi sırf Gümüşhânevî’yi irşad etmek üzere mânevî bir işaretle göndermiş olması, onun İstanbul şartlarında ve konulan esaslara göre tarikat neşrinde bulunabilecek kabiliyet sahibi olduğunu gösterir. Ervâdî hazretlerinin Günüşhanevî hazretlerinden başka müridleri ve halifeleri de vardır. Halifelerinden Salim el-Mesûtî, Ervâdî hazretlerinde şahit olduğu kerâmetleri şöyle anlatıyor: “Bir gün elinde çok az miktarda su alan bir ibrik gördüm. Şeyhim abdest almaya başladı. Su yetmedi ve bitti. Sonra hazret, ibriğe baktı aniden bardak su ile doldu, tekrar bitti, tekrar bakınca ibrik su ile doldu. Üç veya dört defa tekerrür eden bu halden sonra abdestini tamamladı. “Bir defasında da çok uzaklarda, haksız yere hapsedilmiş olan ve kendisinden istimdat eden müridini, bir anda tayy-ı mekân ederek bulunduğu yere varıp hapisten kurtarmıştır.” Halifelerinden biri de Abdüllatif b. Ömer el-Buhârî’dir. Mevlânâ Hâlid’in kendisine “Sana Şam sahillerinin şeyhi denilse yeridir.” diye iltifat ettiği Ervâdî, açık bir sırrın, berrak bir nurun, bol bir feyzin, güzel koku gibi yayılan şeref ve faziletin ve seyyid olma şerefinin sahibi idi. Alim ve ârif olarak zamanının büyüklerinden olduğunda şüphe olmayan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî hazretlerinin yüzden fazla eseri bulunmaktadır. Kendisi aynı zamanda şairdir. Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî eserlerinden Câmiu’l-usûl’ün sonlarında Ervâdî’nin Kasîde-i Râiyye adlı meşhur şiirini şöyle takdim ediyor: “Bu kasîde büyük imam ve mürşidimiz efendimiz, ârif-i billâh, Şeyh Hazreti Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî’nindir.” Ey ömrüne mağrur! Ve ey, dünyada para biriktirmekle meşgul! Medh ü senâ ve makam düşkünü! Ve ey, Ehl-i Beyt’e gizli ve açık ezâ veren! Sen kendini bir de takvâ sahibi mi sanıyorsun? Bütün bu işlediklerin hidayet resûlüne harp ilanından başka bir şey midir? Onları tarikate uymaktan men edersin, kadınların irşâdına sed çekersin de. Bid’at, fesad, habâset, oyun ve eğlenceden onları ya niye nehy edemezsin? Şüpheli yetim malı yemekten, haramlardan ve içkiden halkı niye alıkoymazsın? Gıybet ve fısk u fücûr hikâyelerini Âl-i Beyt-i Mustafâ’ya kadar götürmekten çekinmezsin, O kötü haller senin şahsiyetinin vasıfları değil mi? Kendin uyuyorsun da bütün ömrünce Başkalarının meşrû uykusunu ayıplıyorsun Senden Hakk’a şikâyet edenler, ıstırap ve kahr içindeler. Seni şikâyet edenlerden kendini koru. Onların ceddi Fahr-ı Âlem’dir! Onlara Cebrâil yardım etmektedir, sen bundan haberdar değilsin Bil ki Resûlullah kadınlarla mübâyaa etmişlerdir -el tutmadan- Sen hiç Kur’an okumaz mısın? Senin başka bir kitabın mı var? Herhangi bir müslüman takvâ bir zâta hizmet etmek isterse sana ne oluyor!? A miskin! Sen idrak etmez misin ki Bizim Peygamberimiz Ebû Amr’a inâbe vermişti..! Lakabı Zinnûreyn olan da hâkezâ böyle değil miydi? Fâtımatü’z-Zehrâ’nın zevci de böyle Ben de onlar gibi Resûlullah’ın vekili olan şeyhe inâbe ettim, Eğer sen benim bu sözlerimi inkâr edersen akıl sahibi olamazsın! Bâhusus Mevlânâ Hâlid’in ruhu mürşid olduğu zaman Sen Hakk’ı görürsün derim, eğer ruh ve sırra sahipsen Hidayet yolunun diğer râbıta ehilleri Benimle râbıta halindedirler ve bu sözüm de fahrın hissesi yoktur. Zira bundaki kuvvet ceddim Mustafa ve refik Kadri yüce Ebû Bekri’s-Sıddîk’a, Düşmanı ikiye bölen Farûk’a, Ve zi’n-Nûreyn’e de Ve ceddim Haydar’ın kudretine dayanır ki O bâb-ı Nebî’nin bedridir! Ve benim şeyhim Abdülkâdir-i Geylânî der ki: Ona mülakî olan aşkta yanar Ve şeyhim Bedevî ve Rifâî; âcizlerin sığınağı, Ve şeyhim Desûkî ve Muhyiddîn-i Arâbî zi’l-fevzi kâlim Kezalik şeyhim Bistâmî ile Şâh-ı Nakşibend, zikr ve ilimde yektâ, Abdülganiyyü’n-Nablûsî ve Mustafa Seyyidü’l-Bekrî ve şeyhim Ebu’l-Abbas bunların nakîbidir. Ve bana yardım eden Seyyid Hızır ve bütün tarikatlerin büyükleridir Ve benim şeyhim hidayete kulları davet eden Hâlid-i Bağdâdî’dir. Bütün keriheleri kaldıran kuvveti, Ahmed’den bütün şerleri de def’etmeye say’eder. Amma sen bilirsin ki ben o hazretin en son halifesiyim, İsmim, onun şevki yıldızları aşan divanında yazılıdır! Sana şu yetişir ki ben Hâtemü’l-enbiyâ’nın varisi, Ve Hâlid-i Bağdâdî halifelerinin hâtimiyim Efendimiz ve ashâbına salât ü selâm olsun. Ervâdî hazretlerinin önemli eserleri şunlardır: 1. Ferâid-i Fevâid 2. Mir’âtü’l-irfân 3. Târîh-i Kebîr 4. Elfiye fî ulûmi’l-edeb 5. Kifâyetü’l-mürîd min Mühimmâti’l-Tarîk 6. Kitâbu’n-Nuri’l-mazhâr fî Şerhi Salâti’l-vüstâ li’ş-Şeyhi’l-Ekber 7. Risâle fî Râbıta beyne fîhâ şemâili’r-ricâli’t-tarîka 8. Risâle fi’l-Halvet 9. Evrâd 10. Manzûme fî Esmâi’llâhi’l-hüsnâ 11. İlhâmâtü’r-rabbâniyye fî Şerhi’s-Saliti’z-Zâtiyye 12. Keşfu’s-sutûr an meâni salâti’n-nûr 13. et-Tibrü’l-Mesbûk fî nihâyeti’s-sülûk Ervâdî hazretleri, 1261/1845 senesinde şeyhinin işareti ile İstanbul’a gelmişti. Burada müridi Ahmed Ziyâüddîn-i Gümüşhânevî’ye yaptırdığı ilk halvetten sonra bir ara memleketine gider. Bir yıl sonra İstanbul’a gelen Ervâdî iki sene Ayasofya Camii’nde hadis dersi okutur. İcra edilen ikinci halvetin ardından Gümüşhânevî’ye izinli olduğu bütün tarikatlerden hilâfet-i tâmme ile icâzet verir. Ervâdî hazretleri 1264/1848 yılında Gümüşhânevî’ye İstanbul’daki Hâlidi şeyhlerinden Abdülfettah el-Ukarî’ye (1281/1864) sohbet şeyhi olarak bağlanmasını tavsiye ederek, memleketi Trablusşam’a döner. Trablusşam müftüsü diye de anılan Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî 1275/1858 senesinde memleketinde âhirete irtihal etmiş, Diba Mescidi’ndeki medfen-i mahsusuna defnedilmiştir.
 
Üst