Ahiret Günü, Ahiret gününe İman, Diriliş Günü, Tekrar Dirilişe İman

muhsin iyi

Deneyimli Üye
Kademeli
Ahiret Günü, Ahiret gününe İman, Diriliş Günü, Tekrar Dirilişe İman
İnsan ruhu doğal olay ve olgulardan benzer şekilde etkilenir. Aynı duyguları yaşar. Örneğin deniz herkeste aynı veya benzer bir teselli ve huzur duygusu uyandırır. Dağlar insanlara ruhlarını ezen bir mehabet, üstünlük duygusu verir. Yüce Allah (c.c.) tüm evreni, dünyayı, içerisindekileri öncelikle iman esaslarını pekiştirmek, işlemek için yaratmıştır. Her şey, bir iman konusunu anlatmaktadır, ona açıklık getirmektedir. İlgili konuda bir kelime, cümle, paragraf, metin gibi işlev görürler. İmani konulara açıklık getirmeyen hiçbir şey yoktur. İnsanların icat ettikleri şeyler bile bunun gibidir. Onlar daha insanlar tarafından düşünülmeden, hayal edilmeden önce yüce Allah’ın (c.c.) dilemesinin mührüyle damgalanıp imani konulara açıklık getirmek gibi bir işlev için insanlar tarafından icat edilmelerine izin verildi.

Yüce Allah (c.c.) insanlara sadece gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla iman esaslarını duyurmamış, ayrıca evren kitabının da en temel konusunu bu teşkil etmiş, iman esasları evren kitabında pek çok olay ve olgu ile insan nefsine hitap etmektedir. Yüce Allah’ın (c.c.) tebliği olan Kuran-ı Kerim ve Hz. Rasulullah’ın (s.a.s) sünneti ve hadis-i şerifleri insanların akıllarına ve duygularına seslenmektedir. Onlara hidayet ve irşat vermektedir. Oysa insan nefsi bunlardan pek etkilenmez. Çünkü nefsin dili ve anlayışı farklıdır. Nefis yaşantılardan etkilenir ve mesaj alır. Bu açıdan doğal olgular ve olaylar da nefse hitap ederler. Yüce Allah (c.c.) insanların imana gelmesi için tüm evreni, pek çok olay ve olgusu buna birinci derecede hizmet etmektedir. Nefis dünya imtihanı gereği kâfir olarak yaratılmıştır. Hedefi içgüdülerini tatmin etmektir. Onda entelektüel bir zeka yoktur. O sadece insanı dünyaya, haramlara içgüdüleri ile bağlayan çok kuvvetli bir manyetizmadır. Onun etkisi altına giren insan hayvanlaşmakta, akıl ve mantığına uymayan işler yapabildiği gibi Allah’ın dinini de ayaklar altına alabilmektedir. Yüce Allah (c.c.) nefsin dizginini iman esasları dahilinde tutmak için evren kitabının ayetleri olan pek çok olay ve olgu yaratmıştır.

İnsan günahlara hiç bulaşmasa gerek kendi doğasındaki gerekse evren kitabındaki iman esaslarını işleyen olay ve olguların tesiri ile imana gelecek, bunun için peygamberlere ve ilahi kitaplara bile lüzum duymayacaktı. Fakat günahlar insanları asi kılmakta, imani esaslara karşı durmasına neden olmaktadır. İnsanların büyük kısmı günahları vicdani bir rahatsızlık duymadan işlemek için iç ve dış gözlerini bu imani esasları işleyen olay ve olgulara karşı kapatmaktadırlar. Bunları görmek, bunlar üzerinde düşünmek istememektedir.

Dış gözü herkes bilmektedir. İç göze ise basiret denir. Basiret bir uyanıklıktır. Dış gözde görmeyi sağlayan olgu nasıl ışıksa basirette de bunda nur rol oynar. Nur ise imanla elde edilen bir nimettir. Dolayısıyla basiret imanı olan kimsede görülen bir bakıştır. Onun içindir ki, peygamberimiz (s.a.s) şöyle diyor: ‘Müminin bakışından çekininiz, zira o Allah’ın nuru ile nazar eder.’ Bu hadis, basireti ne kadar da güzel tarif ediyor...

Ahret gününe iman, adeta dinin ruhudur. Kâfir ile mümini ayıran en önemli farktır. Mümin ahretten hiç şüphe etmez. Bütün hayatı o güne hazırlanmakla geçer. Kendisini dünyada bu nedenle bir yolcu olarak bilir, ebedi hayatını cennette geçirmek için Allah’ın emirlerine uyar ve peygamberimizin (s.a.s) sünnetine sarılır. Kâfirler ise ahreti adeta hiç hatırlamazlar. Hatırlamak da istemezler. Dünyaya taparlar. Bu dünyada ebedi yaşayacakmış gibi hareket ederler. Haram helal demeden günlerini nefsanî zevklerle geçirmek tek emelleridir.

Yüce Allah (c.c.) ahrete iman mevzusunu nefsin anlayacağı doğal olay ve olgularla işlemiştir. Bunlardan bazıları insan doğasında, bazıları da evren kitabında bulunmaktadır.

Uyku ve uyanıklık nefsin doğasında ölümü ve dirilişi temsil etmektedir. Her gün uyuyup uyandığımız için bunu doğal karşılamaktayız. Aslında ebedi yaşamda, cennette, cehennemde uyku olmadığına göre insanın uyuması ve uyanması aykırı, özel bir olaydır. Yüce Allah’ın (c.c.) insanlara ahret gününü hatırlatmak için bir ayeti olarak görülmektedir. Bütün insanlar ahrette ebedi hayatlarını cennet ve cehennemde geçirdiklerinde hiç uyuyamayacakları için yüce Allah’ın (c.c.) rahmetiyle ahret gününü, tekrar dirilişi anımsayalım, üzerinde düşünelim diye dünyada iken uyku ve uyanıklığı her gün yarattığını anlayacaklardır. Nefis ister istemez uyuyup uyanmakla ölümü ve tekrar dirilişi kabul eder, onaylamak zorunda kalır: ’’Allah, ölümleri vaktinde canları alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece kendisi hakkında ölüm kararı olanın (ruhunu) tutar, diğerini ise kararlaştırılan vakte kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için ayetler vardır. (Zümer suresi, 42)’’ Peygamberimiz (s.a.s) yatmadan önce ‘‘Allah’ım Senin isminle ölüyor ve diriliyorum!’ Kalkarken bizi ölümümüzden sonra dirilten Allah’a hamd olsun!’’şeklinde dua ederdi.

Gece ve gündüz de ahreti hatırlatan birer ayettir. Gece ölümü, her doğan gün de yeniden dirilişi temsil etmektedir. Nefis gece olunca büzülür, evine veya güvenli bir yere sığınır. Gündüz olunca uyanır, kendisinden ve çevresinden emin olur. Hayata koşar. Gece gündüzün arka arkaya gelmesi nefse bir gün ölüp tekrar dirileceği konusunda bir ders verir. Nefis gece ve gündüz olguları karşısında ahret gününü ve tekrar dirilişi kabul eder, bu imani olgulara kolay kolay itiraz edemez. Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere cennet ve cehennemde gece ve gündüz yoktur. Demek ki yüce Allah (c.c.) lutfuyla bizlere ahret gününü ve tekrar dirilişi düşünelim, anlayalım diye dünyada gece ve gündüzü özel olarak yaratıp arka arkaya getirmektedir.

Mevsimler de ahreti, dirilişi başka bir boyutta ders olarak işlerler. Sonbaharda tabiat yaşlılığı, kışta ölümü temsil ederken ilkbaharda, yazda dirilişi ve gençliği canlandırır. Bunlar nefse ahret gününü adeta ders olarak okuturlar. Bir insanın mevsimlere basiret gözü ile bakarak ahret gününe, tekrar dirilişe karşı kayıtsız olması mümkün değildir. Yüce Allah (c.c.) insanları ahret gününe adeta bütün tabiatla, mevsimlerle davet etmektedir. Tabiat bütün varlığıyla bu iman esasını, yani ahret gününe, tekrar dirilişe imanı insanda doğurmak, geliştirmek, pekiştirmek için yaratılmış gibidir. Daha doğrusu tabiatın ve mevsimlerin en birinci vazifesi ölümden sonra hayatın olduğunu bizlere hatırlatmak olarak görülmektedir.

Ölümden sonra diriliş hususunda müminlerin şüphe duymaları söz konusu olamaz. Ama kalplerinin bu hususta mutmain olmalarını isteyebilirler. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.) şu ayet-i kerime ile yüce Allah’tan (c.c.) böyle bir istekte bulunmuştur: ‘’Bir vakit de İbrahim: ‘Ya Rabbi, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster!’ demişti. Allah: ‘İnanmadın mı?’ buyurdu. İbrahim: ‘İnandım, fakat kalbimin iyice yatışması için...’ dedi. Allah: ‘Öyle ise kuşlardan dördünü tut, onları kendine alıştır, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt. Sonra da çağır onları, koşa koşa gelsinler sana. Bil ki Allah gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir! (Bakara suresi, 260)’’

Bu ayeti okuyunca ben kendi kendime böyle ahret günü ve yeniden diriliş hususunda her müminin kalbi yüce Allah’tan mutamainlik duygusu için istekte bulunabilir, diye düşündüm. Gerçi Hz. İbrahim’e (a.s) verilen bu lutfun Kuran-ı Kerim’de zikredilmesi, bizler için de bu konuda ayrıca bir mutmainlik duygusu doğurmaktadır. Yalnız Hz. İbrahim (a.s) aynel-yakin (yaşarcasına) bir şekilde bu olaya şahit olmuştu. Bizler ise Kuran-ı Kerim’in bu lutfuyla ilmel-yakin (kesin bir bilgiyle bilircesine) bir şekilde olaya şahit olmaktayız. Arada elbette fark vardır. Yüce Allah’ın (c.c.) diğer müminlere bu konuda lütufkar olmaması düşünülemez. İşte şu ayetler bu lutuflara hizmet etmektedir. Zira yüce Allah (c.c.) bu ayetlerde ahret gününe, tekrar dirilişe inanmayan kimselerden ziyade müminlerin kalplerinin mutmain olmaları için gözlerini tabiata ve mevsimlere çevirmektedir:
‘‘Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl da diriltiyor. Bunları yapan şüphesiz ölüleri de diriltir. O her şeye kadirdir. (Rum suresi, 50)’’
‘‘O’nun ayetlerinden birisi de şudur: Sen toprağı boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine bir su indirdiğimiz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten Allah, ölüleri de elbette diriltir. O, her şeye gücü yetendir. (Fussilet suresi, 39)’’

Gerçekten insan tabiata ve mevsimlere yukarıdaki ayetlerin gözlüğü ile bakınca Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın yukarıdaki ayette yaşadığı mucize cinsinden büyük bir mucizeye tanık olur. Özellikle ilkbahar mevsiminde tabiat adeta yeniden dirilişin bir gösteri alanı gibidir. Zaten yukarıdaki ayetler kafirler için sadece bir benzetmedir. Onları ikna sadedinde söylenildiğini pek sanmıyorum. Çünkü ilkbahar mevsimindeki tabiatın dirilişinin, ahret günüyle tekrar dirilişle karşılaştırılması, onlara hiç bir şey ifade etmez. Onlar büyük bir ihtimalle şöyle düşüneceklerdir: Dirilen tabiat tohum, kök gibi bir sebebe bağlı olarak ilkbaharda yeşilleniyor. Oysa insan öldüğünde tamamen çürümekte, geriye görünüşte böyle bir şey bırakmamaktadır. Gerçi peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifte insanın kuyruk sokumunda bulunan zerre kadar küçük olan bir kemik parçasının asla çürümediğini, yanmakla ve yakılmakla yok edilemeyeceğini, tekrar dirilişin bununla gerçekleşeceğini belirtmiştir. Bir mümin için böyle bir sebebe bile ihtiyaç yoktur. Bu hadis onların imanlarındaki yakinliği artırmaz bile. Yüce Allah’ın ‘Ol!’ emri ile her insan, maddi bir sebep olmadan diriltilebilir. Yoktan ilk yaratılışı gerçekleştiren yüce Allah’ın (c.c.) ölümden sonra aynı kişileri yeniden yaratması için bir zorluk ve engel söz konusu değildir. Yüce Allah’ın ikinci kez yaratmak için insanın kuyruk sokumundaki zerre kadar küçük olan kemiğe hiç ihtiyacı yoktur. O sebepsiz de yaratabilir.

Yukarıdaki ayetler, mümin insanların ahret gününe ve tekrar dirilişe iman hususunda mutamain olmalarını sağlama yanında bu konuda kuşkusu olan insanların imanlarını da elbette takviye etmektedir.

İnsanların böyle bir amaçla bahar mevsimlerinde kır gezisi yapmaları onların ahret gününe, tekrar dirilişe imanlarını güçlendireceği kesindir. Ben 21 Martta çeşitli ulusların düzenlediği Nevruz kutlamalarına hep bu gözle bakıyorum. Bunun eski bir hak dinin kalıntısına ve bozulmuş şekline ait bir bayram kutlaması olduğunu düşünüyorum. Bugün ateş üzerinde atlamalarıyla amacından saptırılmış ve bozulmuş bir hal alan Nevruz kutlamaları, ilgili hak dinin sağlam olduğu zamanlarda yukarıdaki ayetin işaret ettiği gibi din adamlarının insanları tabiata davet ederek onlara ahret gününe, tekrar dirilişe dair vaazları ile geçtiğini, bunun ardından özellikle fakirlerin doyurulduğu bir bayramın kutlandığını düşünmekteyim. Televizyonda Kazakistan’daki Nevruz kutlamalarında bunu biraz daha açık bir surette seyrettim, bu konudaki kanaatim daha bir pekişti. Orada Nevruz kutlamalarına özellikle halk ozanları (ki eski devirde bunlar din adamları idi) etkin bir şekilde katıldıkları gibi özellikle yemek ve eğlence törenleri de dikkat çekiciydi. Konunun bu yönü ile araştırılması büyük bir önem arz etmektedir. Şuna eminim ki, insanlar eski devirlerde kendi başlarına bir bayram uyduramazlardı. Bayramlar dinin bağrından çıkardı. Bu açıdan bir kaç ulusun bugün eski bir gelenek olarak kutladıkları Nevruzun geçmişte bir hak dinin bayramı olduğu bence gayet açıktır.

Elbette Nevruzun bir hak dinin kalıntısı olduğu kanıtlansa bile bu hiç bir zaman gerçek bir dini bayram olacağı anlamına gelmez. Yüce Allah (c.c.) İslam dininde kutlanacak dini bayramları belirlemiştir. Bunda artma ve eksilme yapılamaz. Ama Nevruzun bir hak dinin kalıntısı olduğu anlaşılırsa bu insanların tabiata daha anlamlı bakmalarını sağlayacaktır. Zaten geleneksel olarak bazı yörelerimizde çok etkin bir şekilde kutlanan ve devlet tarafından da ülke genelinde kutlanması için çeşitli şekillerde teşvik edilen Nevruz, güzelce biçimlendirilip anlamlandırılabilirse salt bir eğlence olayı değil de yukarıda sunduğumuz ayetlerin tefekkürüne bir zemin de teşkil edebilecektir. Belki din adamlarının daveti ve onların ahreti, tekrar dirilişi konu alan konuşmaları ile daha anlamlı kılınabilecektir. İnsanların yiyeceklerini paylaştığı, beraberce yeyip içip eğlendikleri anlamlı bir birlikteliğe dönüşebilecektir.

Ahrete imanda insan doğasından gelen şu olgu da çok önemlidir: Yüce Allah (c.c.) insanlar için açlık, susuzluk içgüdülerini tatmin için dünyada sayısız yiyecek ve içecek yaratmıştır. Öyle ki dünya çok zengin bir sofra gibi insanın bu iki içgüdüsüne hizmet etmektedir. Cinsellik içgüdüsü için de karşı cinsler yaratılmıştır. İnsanın içindeki ebedi yaşam arzusu ise boş yere yaratılmış olamaz. Hiç bir insan ölümü gönül hoşluğu ile kabul etmemektedir. Ölümden sonraki hayata olan ihtiyaç, temel içgüdülerin enerjisinden daha bir güçlü olarak her insanda vardır. Elbette yüce Allah (c.c.), insanın fıtratında böyle bir kavurucu istek yarattığına göre ahret günü, tekrar diriliş de haktır. Bu olgu bir düşünce egzersizi olmaktan ziyade nefsin diline ve anlayışına daha uygundur.

Yüce Allah (c.c.) bütün iman esaslarına rızası dahilinde gereği şekilde iman etmeyi, son nefeste imanla gitmeyi nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
 
Üst