Ablam bana küstü nasıl barışırım

  • Konuyu başlatan Misafir Sorusu
  • Başlangıç tarihi
M

Misafir Sorusu

Ziyaretçi
Selemun aleykum oyle uzuluyorum ki ablam bana küstu ne dediysem ikna edemedim illaki bir suclu ararsanız ikimizde de var diyebilirim ama ben kucuk oldugum icim elimden gelenin fazlasini yaptim ama olmuyor onu çok seviyorum onsuz yapmıyorum o benim canim lutfen yardimci olun
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Değerli kardeşimiz,

İnsan yaratılışı gereği, toplum halinde yaşamak zorundadır. Onun mutluluğu, huzuru, toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. Kişisel bazda huzur ve mutluluk, adeta kitlesel bazda huzur ve mutluluğun yakalanması ile elde edilmektedir. İnsan, zaman zaman karşılaştığı açmazları (problem ve sıkıntıları) toplumun diğer bireyleri ile paylaşmak zorunluluğu hisseder. Öyle ki, insan karşı karşıya kaldığı bazı problemleri, kişisel imkân, gayret ve yetenekleriyle aşamayabilir. İşte bu noktada, Allah’ın âdeta bir çiçek bahçesi gibi, değişik yeteneklerde yarattığı kimselerden teşekkül eden toplum devreye girmektedir.

Toplum, farklı misyon ve yeteneklere sahip organlardan teşekkül eden bir beden misalidir. Fonksiyonları farklı olsa da organların birinin diğerinden daha az değeri olduğu söylenemez. Ancak bütün organlar, belli amaç ve gayede buluştuğunda bir anlam ifade ederler. Toplum da âlim-cahil, zengin-fakir bütün katmanlarıyla, bir birliktelik arzettiğinde, beraber ve birlikte yaşamanın bir anlamı olabilir.

Nitekim Hz. Peygamber (asm)’in,

“Birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda mü’minler âdeta tek bir beden gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle vücudun diğer uzuvları da ona iştirak ederler.”(1),

“Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirine bağlayan bir tek bina gibidir.”(2)

sözleri, toplum anlayışımıza ışık tutacak nitelikteki başlıca argümanlardır.

Hz. Peygamber (asm)’in bu sözleri doğrultusunda her mü’min, diğer Müslümanlara bakış açısını bir daha gözden geçirmelidir. Çağımızın yozlaşan ve âdeta putlaştırılan anlayış ve değer yargıları ile basit menfaatler uğruna Müslüman kardeşini terkeden, onun musibetinde huzuru bulan, huzurunda da kalbindeki kinden dolayı üzüntüyü yakalayan, siyasî ve dinî kökenli bazı çevre ve gruplara göre sözünü ve selamını belirleyen Müslümanların, bu eksende bir daha düşünmesinin gerektiği kanaatindeyiz.

İster din orijinli olsun, ister siyasî olsun, düşmanlığa varan gruplaşmalar, bölünmeler, dargınlıklar, hem dinimize hem de toplumsal hayatımıza zarar vermektedir. Toplum halinde yaşamanın elbette belirli ilke ve kuralları vardır. Bu ilke ve kurallar yerine göre hukuk, yerine göre dinî ve ahlâkî kurallar olarak nitelendirilir. Söz konusu ilke ve kurallara uymada, toplumun her bireyinin aynı dikkat ve duyarlılıkta olduğunu kabul etmek veya böyle bir beklenti içine girmek, hayalden öteye geçmeyecek bir vehimdir. Zira tarihî süreç bunun en belirgin ve başta gelen kanıtıdır.

Toplumda bireyler arasında karşılaşılan kural hatta hak ihlâlleri veya fikrî çatışmalar sonucunda, kişiler birbirleriyle olan ilişkilerini ya askıya almakta ya da tamamen kesmektedirler. Başka bir ifade ile birbirlerine küsmekte, darılmaktadırlar. Bu durum hemen her toplum için geçerli bir olgudur. Âyet ve hadislerde değişik vesilelerle "kardeşler topluluğu" olarak nitelendirilen İslâm toplumunda, elbette ilişkilerin çok sıcak ve kardeşçe olması beklenir.

Ama Müslümanlar da nihayet insandır. Çok farklı sebeplerle birbirlerine kırılmış, küsmüş olabilirler. Bu durumda asl olan, söz konusu kırgınlığın ya da dargınlığın, daha ileri boyutlara taşınması değil, kardeşlik anlayışı ve hukukunun yeniden tesisi için her bireyin çaba sarfetmesidir. Nitekim İslâm, bu tür istenmeyen hadiselerin ortadan kaldırılması için bir dizi tedbirler almış ve bazı yollar göstermiştir. Dargınlık hâlinin bir vakıa olduğunu kabul eden dinimiz İslâm, müminler arasında vukû’ bulacak dargınlığın, fazla büyütülmemesini bu hâlin, üç günü geçmemesini tavsiye etmiştir.(3)

Eğer küskünlük meydana gelmiş, nefislere uyulmuşsa, Allah'ın şu emri tatbik edilir:

"Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın (mücadele edin). Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin."(4)

Bu âyet, toplumu teşkil eden bireyler arasında vukû bulacak fizikî, sosyal, kültürel ve psikolojik çatışmalar sonucunda meydana gelecek anlaşmazlıklarda takip edilecek prosedüre işaret etmektedir. Anlaşmazlık vukû bulan tarafların arası öncelikle ıslaha çalışılır. Barışa yanaşmayan, aradaki anlaşmazlığı sürdüren tarafa karşı, toplumsal müeyyideler devreye sokulur. Başka bir ifade ile onunla olan bireysel bazdaki ilişkinin kesilmesi, kitlesel bir boyuta dönüştürülür.

Her konuda olduğu gibi insanlar arasında vukû bulan anlaşmazlıkların çözümünde de adalet değişmez ilke ve emirdir. Hz. Peygamber (asm) de buyuruyor:

"Bir kişinin kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir. İki Müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa, öteki öbür tarafa döner. Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır."(5)

Yine Hz. Peygamber (asm) dargınlığın dinî açıdan tasvip edilmediğine ve bu durumun manevî boyutuna şu sözüyle işaret etmiştir:

“Her pazartesi ve perşembe günü ameller Allah’a arzolunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında, Allah’a şirk koşmayan her kulun günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur.”(6)

Bu hadis, ilişkiyi kesen ve birbirine küsen Müslümanların ilâhî huzurda tâbi tutuldukları bir muameleyi dile getirmekte ve dolayısıyla Müslümanları sürekli barışık olmaya çağırmaktadır.

Yüce Peygamberimizin (asm) hadiste dile getirmiş olduğu müeyyide, af ve mağfiret beklentisi içinde olan -ki her Müslüman bu duygu ile yaşar- bir Müslüman için hiç de yabana atılamayacak türden bir yaptırımdır. Ayrıca “yüz çevirme” şeklinde nitelendirilen bir dargınlık türü de vardır ki, bu, âsî, fâsık, zâlim kimselere karşı sergilenen bir tutumdur, toplumsal yaptırımdır.

Bunun örneğini, Resûlullah’ın şu uygulamasında görüyoruz. Şöyle ki, Tebük gazasına katılmayıp geride kalan Kâ'b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî' ve Hilâl b. Ümeyye adlarındaki üç sahabî ile Hz. Peygamber (asm)'in emriyle elli gün hiçbir Müslüman konuşmamış, onlara selâm dahi verilmemiş ve selâmları alınmamış, onlara güleryüz gösterilmemiş, tamamen toplumdan dışlanmışlardı. Savaştan geri kalan bu üç kişiden Kâ’b, bizzat, yaşadığı o acıklı durumu şöyle dile getirmektedir:

"...sonra Resûlullah müminlerin bizimle konuşmasını yasakladı. Savaşa katılmamış olan üçümüzle de kimse konuşmuyordu. Herkesten ayrı kalmıştık. Yeryüzü bana çok dar ve mânâsız gelmişti o zaman..."

Bunlar toplum içinde yapayalnız kalınca çok pişman olmuş ve yaptıklarına tövbe etmişlerdi.

Nihayet Yüce Allah, onları affedip haklarında şu âyeti indirdi:

"Ve Allah savaştan geri kalan o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu. Bütün genişliğiyle beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş, canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı...”(7)

Bu âyet indikten sonra, kendilerinden yüz çevrilen üç sahâbî büyük bir sevinçle ümmetle bütünleşmişlerdi.(8)

Bu örnek, Müslümanların hemen her konuda yekvücût olmalarının gereğine işaret eden temel dinamiklerden birisini teşkil etmektedir. Onlar, birlik ve bütünlük içinde topluca Allah'ın dinine sarılırlar, toplumsal birlikteliğe ve genel anlayışa aykırı düşenler, hemen bu cemiyetin dışına itilirler.

Ka'b ve arkadaşlarının başına gelen olay, ayrıca Müslümanlardan teşekkül eden toplumun, samimi bir iletişim düzeni kurmasının önemini; Allah rızası için dostluk, kardeşlik bağı ile bağlı olan müminlerin cemâat anlayışında bulunması gereken açıklık ve netliği: Mükellefiyetlere göğüs germe, verilen emirlere değer verme ve meşrûiyet çerçevesinde itirazsız itaat etmenin ehemmiyetini; Müslümanlardan ayrı düşüldüğünde nasıl pişman olunduğunu da anlatmaktadır.

Kâinatın Efendisi (asm),

“Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve hased etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir Müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helal değildir.”(9)

sözüyle, Müslümanların birbirlerine buğz etmelerini, sırt çevirmelerini, hased etmelerini ve birbirleriyle küs durmalarını yasaklamıştır.

Ayrıca Allah’ın Resûlünün,

“Kim, din kardeşini bir yıl terkedip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer.”(10),

“Müslümanın din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir. Kim Müslüman kardeşini üç günden fazla terkeder ve o hâl üzere ölürse cehenneme girer.”(11)

hadisleri de dargın durmanın dinî açıdan tasvip edilmediğini vurgulayan türden argümanlardır.

Resûlullah (asm), İslâm toplumunda da insanlar arasında türlü geçimsizliklerin çıkacağını bilerek, müminlere kesinlikle üç günden fazla birbirlerini terketmemelerini emretmiştir. Müminlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarının, onları kin, nefret, buğz duygularıyla donatacağına ve doğal olarak zıtlaşmanın çatışmalara dahi yol açacağına dikkat çekmiştir. Gerçekten de bazen haklı, bazen de dikkate alınmayacak derecede basit bir nedene dayanan kırgınlıklar, zaman uzadıkça kine hatta düşmanlığa dönüşebilmektedir.

Her konuda dengeyi öneren dinimiz İslâm, dostluk ve düşmanlıkta, sevgi ve nefrette de ölçülü olmayı tavsiye etmektedir. Nitekim,

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman aranızda düşmanlık bulunan kimse, sanki samimi bir dost gibi oluverir.”(12)

âyeti, sevgi ve nefrette, dostluk veya düşmanlıkta, izlenecek yolu ve takınılacak tavrı gayet veciz bir şekilde ifade buyurmaktadır.

İnsanlar arasında meydana gelen küskünlükler, bir münakaşada öfke ve kızgınlık sebebiyle sarfedilen sözlerden kaynaklanabileceği gibi, kimi zaman da bir başkası tarafından taşınan sözler sebebiyle meydana gelmektedir. Günümüzde mezhep, meşrep, siyasî ve ideolojik görüş farklılıklarının taassup ve fanatizm derecesine varmasından da fertler arasında ayrılıklar, dargınlıklar görülmektedir. Neticede aynı idealleri paylaşan ya da paylaşması gereken insanlar, acı tablolarla karşı karşıya kalmaktadırlar. İnsanlığın, geçmişte olduğu gibi çağımızda da huzur ve mutluluk için rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (asm)’e kulak vermesi gerekmektedir.

Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan sakınmalıdırlar. Her şeye rağmen aralarında dargınlık vukû bulursa, dargınlıklarını gidermeye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etmelidirler. Hemen her hususta barışı, insanların arasını ıslaha çağıran(13) İslâm, tabii olarak kendi mensupları arasında vukû bulan dargınlıklarda da diğer müminleri, söz konusu anlaşmazlığı ya da dargınlığı sona erdirmede aktif göreve çağırmaktadır.(14) Bu yönüyle dargınların barıştırılmasının, dinî ve ahlâkî bir görev olduğu hatırdan uzak tutulmamalıdır.

Kur’an-ı Kerim’de,

“Sulh daima daha hayırlıdır.”(15)

âyetinin kapsamı özel bir olaya indirgense de verilen mesaj geneldir. Hemen her türlü anlaşmazlıkta İslâm’ın öncelikli tercihi, sulhtür, barıştır. Allah Teâlâ, başta aile hayatı olmak üzere, toplum hayatında barış ve anlaşmanın hayırlı bir iş olduğunu bildirmiştir.(16) Bu sebeple,

"Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltiniz,"(17)

emrine uymayı, hayatımız için bir düstûr kabul etmeliyiz Hz. Peygamber (asm) bir taraftan Müslümanlara, arabuluculuk yapmalarını tavsiye ederken, kendisi de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan Müslümanları barıştırmıştır.

Nitekim bir gün Resûlullah ashabına:

"Size, namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi?" buyurdu. Onlar: "Evet, ya Resûlellah, " dediler. Peygamberimiz de sözüne devamla: "Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum, dini kazır."(18)

buyurdu. Yine bir gün, Medine yakınlarındaki Kuba halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bunu haber alan Peygamber Efendimiz (asm), ashabına: "Haydi bizimle geliniz de onların aralarını düzeltelim." teklifinde bulunmuş ve Kuba'ya gitmişti.(19)

Başka bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur:

"Halkın arasını düzelten ve bunun için iyilik kasdiyle söz taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan söyleyen, yalancı değildir."(20)

Bilindiği gibi yalan, İslâm’da büyük günahlardan kabul edilmiştir. Eşler veya diğer insanların arasını bulmak için buna müsaade edilmesi, arabuluculuğun ne kadar önemli bir dinî ve ahlâkî görev olduğunu göstermektedir. Dargın Müslümanlar, inatla dargınlıklarını devam ettireceklerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı yasakladığını, atalarımızın:

"Müslümanın Müslümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır."

dediğini düşünerek, arabuluculuk yapmak isteyenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma vesilesi saymalıdırlar.

Kur’an-ı Kerim’de,

"Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna. Kim bunları, sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz."(21)

buyurulmaktadır. Bu âyet bize, arabuluculuğun, diğer iyiliklerde olduğu gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini, ancak böyle bir düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâki bir değer ifade edebileceğini göstermektedir.

Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazilet olarak teşvik ederken, insanların arasını bozmak için söz taşımayı (kovuculuğu) da büyük günah saymıştır.(22) Hz. Peygamber (asm),

“Kovucu, cennete giremez.”(23)

buyurmak suretiyle, böyle bir davranışın dinî açıdan ne derece büyük bir günah olduğuna işaret etmiştir. Ancak dargın olan eşleri veya iki kişiyi barıştırmak için gerçek olmayan sözleri söylemenin, yalan olarak değerlendirilmeyeceği ifade edilmiştir. Çünkü Resûlullah (asm), "Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır maksadıyla yalan söyleyen, yalancı sayılmaz."(24) buyurmuştur.

Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümmü Gülsüm (r.anh.)'dan şu mealde bir rivayeti de kaydetmektedir:

"İnsanların söylediklerinden hiç bir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: Harpte, insanların arasını bulmada, kadının kocasına ve kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için- söylediklerinde..."(25)

Ebû Dâvud'un Sünen'inde rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber (asm);

“Ben, sırf insanların arasını bulmak niyetiyle yalan söyleyen kişiyi yalancı saymam."(26)

buyurmuştur. Hadislerde geçen "insanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık sayılmaz" sözü, "bu yalanda günah yoktur" anlamındadır. Çünkü hadiste yalan, yalan olmaktan çıkarılmamakta, sadece bu çeşit yalana günah terettüp etmediği bildirilmektedir.

Şüphe yok ki yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka amaçla söylenmiş olsun yine mahiyeti itibâriyle yalandır. Ancak burada yalan, söyleniş amacı itibariyle başkasını kandırma amacı taşımadığından günah sayılmamıştır. Hatta böyle yapan kimseler Hz. Peygamber (asm)'in ifadesiyle faziletli bir iş yapmış olup oruç tutmuş, namaz kılmış veya sadaka vermiş kadar da sevap kazanırlar.(27)

İslâm dini, mensuplarını daima birlikteliğe davet eder. Bu birlikteliğin Allah’ın dini ile temellendirilmesi öngörülür.

“Topyekün Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın…”(28)

âyeti bu hususu vurgulamaktadır. Zira, her yönüyle bitmiş bir toplum modeli çizen cahiliye toplumunun, Kur’anî öğreti ile nasıl aydınlığa çıkarıldığı ve örnek toplum konumuna yükseltildiğine işaret edilir.(29) Bunun yanısıra İslâm, dinsel, ideolojik, siyasal her türlü bölünmenin, ayrılığın karşısında olduğunu değişik vesilelerle dile getirir. Bireysel bazda da olsa mensupları arasındaki ayrılıkları, kırgınlık ve dargınlıkları onaylamaz.(30) Çünkü bu tür tefrikalar, ayrılıklar bir toplumun bitmesi ile hemen hemen eşdeğerde bir olgudur.

Kur’an, ayrılıkların, bölünmelerin toplumun gücünün zayıflamasının veya yok olmasının baş etmeni olduğunu vurgular.

“Allah’a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkuya kapılır başarısızlığa düşersiniz ve gücünüz gider…”(31)

âyeti bu gerçeği dile getirmektedir.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, insanların birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Bu birlik ve beraberliğe çağımızda daha da muhtacız. Birlik ve beraberliği zedeleyen etkenlerden birisi de, insanların birbirleriyle ilişkilerini kesmeleridir. Olası dargınlıkları, toplumun diğer fertleri, körükleme yerine, uygun bir biçimde bitirmeyi amaçlamalıdır. Müminler, misyonlarının ifsat değil ıslah olduğunu asla hatırdan çıkarmamalılar.

Dipnotlar:

1- Buharî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
2- Müslim, Birr, 18.
3- Buhârî, Edep, 57, 62; Müslim, Birr, 23, 25.
4- Hucurât, 9-10.
5- Buhâri, Edeb, 62, İsti’zan, 9; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
6- Müslim, Birr, 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
7- Tevbe, 118.
8- Buharî, Meğâzî, 79.
9- Buhârî, Edep 57, 58, 62;Müslim, Birr, 23, 24, 28.
10- Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
11- Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
12- Fussilet, 34.
13- Bakara, 208;Nisâ, 114; Enfâl, 1, 61; Hucurât, 9-10.
14Hucurât, 9-10.
15- Nisâ, 128. Benzeri ayetler için bkz Bakara, 208;Nisâ, 114;Enfâl, 1, 61; Hucurât,9-10.
16- Nisâ, 128.
17- Enfâl, 1.
18 -Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 56.
19- Buhârî, Sulh, 2.
20- Buhârî, Sulh, 1.
21- Nisâ, 114.
22- Kalem, 10-14.
23- Buharî, Edeb, 50; Müslim, İman, 169170.
24- Buharî , Sulh, 2; Müslim, Birr, 101.
25- Müslim, Birr, 101.
26- Ebû Dâvud, Edeb, 50.
27- Ebû Dâvud, Edeb, 50.
28- Âl-i İmran, 3103.
29- Âl-i İmran, 103.
30- Bkz. Âl-i İmran, 105; Enfâl, 46.
31- Enfâl, 46.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 
Ü

üzgün

Ziyaretçi
olmuyor bende küstüm barışmıyor onu çok seviyorum :(
 
Ü

üzgün

Ziyaretçi
bizde küstük onu çok seviyorum ama barışmıyor :(
 
Üst