Zekat vermede nisap miktarı

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Zekat vermede ölçü alınan nisap miktarı, zamana göre değişir mi?

İslam’da herhangi bir hükmün illeti ile hikmeti farklı şeylerdir. İllet, Allah’ın ve Resulünün emir ve yasaklarıdır. Hikmet ise, o hükmün insan aklı çerçevesinde algılanmasını sağlayan tâli bir nedendir. Hikmetler, farklı zaman ve zemine göre değişebilir, faka illet denilen hükmün gerçek sebebi ise değişmez.

Hükümler, değişkenliği ve göreceliği olan hikmetlere göre değil, değişmezliği ve sabitliği olan illetlere göre konulur.

Mesela, seferî olmanın illeti, belirlenen seferîlik mesafesini katetmektir. Hikmet ise, meşakkattir. Burada hükmün tahakkuku için gereken şart illeti olan seferîliktir. Hikmeti olan meşakkat olsun, olmasın bu hükmün oluşmasında olumlu-olumsuz herhangi bir tesire sahip değildir.

Buna göre, bir insan, seferilik esnasında evinden daha rahat bir hayat yaşasa bile yine seferî sayılır. Buna karşılık, evinde seferilikten bin kat daha fazla meşakkat çekse yine seferi sayılmaz, onun ruhsatlarından istifade etmez.

Zekât için belirlenen nisap miktarıyla ilgili hükmün de illeti ve hikmeti vardır. İlleti, Allah’ın ve Resulullah’ın emridir. Hikmeti ise, mal sahibinin belli bir zenginlik düzeyinin varlığıdır.

Buna göre, Hz. Peygamber (a.s.m)’in tayin ettiği nisap miktarı (20 miskal altın/200 dirhem gümüş) bu hükmün değişmez illetidir. Zenginlik düzeyinin tespiti ise, değişkendir, zaman ve zemine göre farklılık arz eder. Değişkenliği olan hikmete göre hükümler konulursa, değişik kimselere göre farklılık arz eder ve göreceli bir kaygan zemine kayar. Bu takdirde har asırda, hatta her asrın farklı zaman dilimlerinde, sosyoekonomik şartlara bağlı olarak çok farklı kriterler ortaya koymak gerekir ki, bu oldukça zor, yanılma payı fazla olan bir sitildir.

Demek ki, İslam dininde çok önemli bir yere sahip olan “dinde zorlama yoktur”, “dinde kolaylık esastır” prensiplerine en uygun ölçü, Resulullah’ın belirlediği altın-gümüş miktarıdır. Yalnız şu var ki, Saadet asrında iki yüz dirhem gümüş, yirmi miskal altına denk olan bir değerdi. Fakat zamanla, özellikle günümüzde bu eşitlik gümüş aleyhine bozulmuştur. Bu sebeple fakihler, her ikisi de nebevî birer ölçü olan altın ve gümüşten hangisi fakirler için daha faydalı ise onu kullanmanın daha uygun / belki de zorunlu olacağına işaret etmiş ve nisap miktarının tayininde “el-enfau li’l-fukara” prensibini kabul etmişlerdir.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
İşte, ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belâlı birşey olduğu hâlde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâp ve haram helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz; hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekâtı, hırs yolunda terk ediyorsunuz? Halbuki, zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhâlde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.
Hakikatli bir rüya-i hayaliyede, Harb-i Umumînin beşinci senesinde, bir acip rüyada benden soruldu:
"Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı maliye ve meşakkat-i bedeniye nedendir?"
Rüyada demiştim:
"Cenâb-ı Hak bir kısım maldan onda bir Haşiye1 veya bir kısım maldan kırkta bir, Haşiye2 kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve ha-setlerini men etsin. Biz, hırsımız için tamahkâr-lık edip vermedik. Cenâb-ı Hak, müterakim zekâ-tını, kırkta otuz, onda sekizini aldı.
"Hem senede yalnız bir ayda, yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık; muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenâb-ı Hak, ceza olarak, yetmiş cihetle belâlı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu.
"Hem yirmi dört saatte birtek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faydalı bir nevi talimat-ı Rabbâniyeyi bizden istedi. Biz tembellik edip o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi ettik. Cenâb-ı Hak, onun kefareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı" demiştim.
Sonra ayıldım, düşündüm, anladım ki, o rüya-i hayaliyede pek mühim bir hakikat vardır. Yirmi Beşinci Sözde, medeniyetle hükm-ü Kur'ân'ı muvazene bahsinde ispat ve beyan edildiği üzere, beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?"
İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribâ ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâdır.

Haşiye 1: Yani, her sene taze verdiği buğday gibi mallardan onda bir.
Haşiye 2: Yani, eskiden verdiği kırktan ki, her senede galiben ve lâakal ribh-i ticarî ve nesl-i hayvanî cihetiyle, o kırktan taze olarak on adet verir.

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 264
 
Üst