Sonsuza Yolculuk Hicret

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Hicret, yalnızca bir yolculuk, bir diyardan bir diyara göç değildi. Hicret, hayatın ve kainatın, menbaına akışıydı. Yokluktan varlığa, varlıktan ölüme, ölümden de ebedi dirilişe bir akıştı. Bir kaçış, firar, vazgeçiş değildi. Bir yükseliş ve kemale erişti. Sabrın, çilenin, fedakârlığın, kardeşliğin adıydı. Batıl’dan Hakk’a yürüyüştü.

Hicret…

Allah korkusundan gayrı tüm korkulardan sıyrılmış yüreklerin teslimiyeti.

Mal, hane, ekmek korkusundan, yarın endişesinden kurtulmak, toprağını, ocağını ardına bakmadan geride bırakmak…

Bir uğurlayan: Hz. Esma r.a.

İşte, Mekke müslümanlarının çoğu emre boyun eğmiş, kendilerini nelerin beklediğini düşünmeksizin Medine’ye hicret etmişlerdi.

Şimdi Rasulullah s.a.v. ve birkaç müslüman, Mekke’de tüm düşmanca kasıtların tek hedefi olarak hicret emrini bekliyorlardı. Ve nihayet emir geldiğinde Hz. Ebubekir r.a. Rasulullah s.a.v.’e eşlik edebilme şerefine ermiş bulunuyordu. Kızı Hz. Esma r.a. ise o mübarek geceye şahit oluyor, iki kutlu yolcuyu uğurlayabilme nimetine kavuşmuş bulunuyordu.

Yol azığını hazırlayan da Hz. Esma’ydı. Yiyecek ve su kaplara konulmuştu. Fakat kapların ağzını bağlamak için gerekli ip bulunamıyordu. İşte o an Hz. Esma r.a. belindeki kuşağı koparıp yarısı ile su kabının, diğer yarısı ile de yiyecek kabının ağzını bağlayıveriyordu. Rasulullah s.a.v. bu hareketi tebessümle karşılıyor ve “ey Esma! Allah sana cennette iki kuşak verecek” buyurarak Hz. Esma’yı müjdeliyordu. O günden sonra Hz. Esma r.a. “Zatü’n Nitakeyn” yani “iki kemer sahibi” olarak anılıyordu.

Sonra… Hicretin ertesi günü Mekke müşrikleri iki yolcuyu aramış ve Hz. Ebubekir r.a.’ın kapısını zorlamışlardı. Başlarında Ebu Cehil vardı. Kapıyı Hz. Esma açmıştı. Ebu Cehil kin ve nefret dolu bir ifadeyle babasının nerede olduğunu sormuştu. Küçük yaşında Allah korkusundan başka tüm korkulardan kurtulmuş olan Hz. Esma r.a. büyük bir cesaretle sırrı saklamış ve bilmiyorum demişti. Öfkesi artan Ebu Cehil Hz. Esma’ya şiddetli bir tokat atmış, Hz. Esma’nın kulağından küpesi fırlamıştı. Cesaret ve metaneti ise öylece duruyordu.

Bir uğurlayandı o.

Şimdi Rasulullah s.a.v.’in olmadığı bir Mekke ona dar geliyor, bir an önce Medine’ye varabilmek için can atıyordu. Ama ilk önce iki yolcu sağ salim Medine’ye varsalardı.

Gözünü kırpmadan çok sevdiği kemerini ikiye bölüp yol azıkları için kullanan, Ebu Cehil’in karşısında büyük bir cesaretle dik durabilen Hz. Esma r.a. geride bırakacaklarına, kendisini Medine’de bekleyenlere dair en ufak endişe taşımıyordu.

Ve bir karşılama

Mekke taşıyla, toprağıyla gözü yaşlı uğurluyor; Medine, emaneti teflerle, taşı-toprağı bayram ederek karşılıyordu: Hoş geldin… Hoş geldin…

Günlerdir gözlerini yollara dikmiş müminler “ay doğdu üzerimize Vedâ tepelerinden” nağmelerini söylüyordu.

“Ya Rasulallah! İşte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrine amade!” diyordu Ensar aileler. Bir başka, bambaşka hava esiyordu Medine’de. Medineliler Allah’ın evi Kâbe’yi gözü yaşlı geride bırakanlara, Allah’ın evi kıldıkları gönüllerini açıyorlardı.

Ve bu sırada Ensar’ın gönlünü açmada sınır tanımadığına dair bir vakıa yaşanıyordu. Bir hanım geliyor ve “Ey Allah’ın Rasulü! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kalmadı. Benim ise bu oğlumdan başka sana hediye edebilecek bir şeyim yok. Bu oğlumu al, ömrünce mübarek hizmetinizde bulunsun.” diyor, biricik oğlunu Allah Rasulü s.a.v.’e hediye ediyordu.

Bu hanım Hz. Rumeysa olarak da bilinen Ümmü Süleym b. Milhan r.a.’dı. Oğlu ise daha sonraları seçkin sahabiler arasında yer alacak olan Hz. Enes b. Malik’di ve Enes b. Malik r.a., ömrü boyunca Peygamberimiz’e hizmet edebilme şerefine eriyordu.

Ümmü Süleym, dul kalınca Kuba’daki kardeşi Ümmü Haram’ın yanında yaşamaya başlamış bir hanımdı. Kuba, Mekke’ye3 miluzaklıktaydı. Hicret esnasında Peygamberimiz s.a.v. Kuba’da 14 gün kalmış ve ilk mescid burada inşa olmuştu. Ümmü Süleym ve Ümmü Haram r.a. Rasulullah s.a.v.’e Kuba’da biat etmişler, Medine’de de biatlarını tazelemişlerdi.

Bir karşılayandı o…

Gönülden bir hediyeyle, biricik Enes’iyle Rasulullah s.a.v.’i karşılayan bir Ensar hanımdı.

O’nu ağırlayabilmek: Bir şeref ve…

Ve Rasulullah s.a.v.’in konaklayacağı, misafir edileceği bir ev aranıyordu.

Ensar Rasul s.a.v.’i ağırlayabilmek için birbiriyle yarışıyordu. Nihayet kuraya başvuruluyor ve bu şeref Hz. Ebu Eyyub r.a.’a nasib oluyordu.

Ebu Eyyub’un iki katlı bir evi vardı. Hz. Eyyub r.a. evinin ikinci katını teklif ediyor, fakat Rasulullah s.a.v., misafir ağırlamada kolaylık olması için ilk katı seçiyordu. Ve Rasulullah s.a.v. bu hanede 7 ay ikamet ediyordu.

Ebu Eyyub r.a. ve ailesi Rasulullah s.a.v.’i ağırlamak şerefine nail olmuşlardı. Ancak bu aileyi bu şerefin yanısıra büyük bir imtihan, büyük bir sorumluluk bekliyordu. İşte Ebu Eyyub’un Rasulullah s.a.v.’i ağırladığı günlerden biri:

Ebu Eyyub r.a. üst katta oturuyor. Bir su ibriği kırılıyor. Su dökülüyor. Hane halkı suyun tavandan alt kata sızmasından endişe duyuyorlar. Bir örtüleri bulunduğu ve o örtüyü de üzerlerine örttükleri halde, onu hemen suyun üzerine atıp suyun sızmasına mani oluyorlar.

Hizmette sınır tanımayanlar, hizmette incelikte de sınır tanımıyorlardı. Onlar için mesele hizmet edebilmek değildi. Onlar, hizmeti sezdirmeden büyük bir incelik ve nezaketle nasıl yapacaklarının telaşındalardı.

Ve Ensar gönlünü yalnızca Rasulullah s.a.v.’e değil, tüm Muhacir’e aynı incelikle açıyordu. Çünkü Muhacir, gönlü yaralı Rasul s.a.v.’in emanetiydi…

Sonsuz yolculuğa katılanlar

Batıl’dan Hakk’a bir kutlu seferdi hicret.

Hayatın ve kâinatın menbaına akışıydı.

Fedakârlığın, kardeşliğin, teslimiyetin, inceliğin doruk noktasıydı.

O sefere ardına bakmadan katılanlar…

O yolculukları gönülden karşılayanlar…

Gönlü yaralıları büyük bir incelikle ağırlayanlar…

Hz. Esma r.a. Rasul s.a.v.’i uğurluyor, Rasulullah s.a.v.’in olmadığı bir şehirde müşriklerin karşısında büyük bir cesaret ve metanetle duruyordu.

Ümmü Süleym r.a. Rasul s.a.v.’i karşılıyor, tek varlığı biricik oğlunu O’nun hizmetine sunuyordu.

Ebu Eyyub r.a. ve ailesi Rasulullah s.a.v.’i büyük bir incelik ve zerafetle ağırlıyordu.

Onlar Allah korkusundan gayrı tüm korkulardan, Allah ve Rasul sevgisinden başka tüm sevgilerden sıyrılmışlardı. Yoksa mal, mülk, vatan nasıl geride bırakılırdı? Yoksa tanımadık kişilere haneler, gönüller nasıl açılırdı? Nasıl “kardeşim” denilebilirdi? Nasıl?

Bugün, kaybedecek ve sevecek ne kadar çok şeyimiz var.


Elvida Ünlü
 
Üst