Şems-i Tebrizî ve Şeyh Bedrettin’in Haklarını Kim Koruyacak?

Niyazi

Yeni Üye
Üye
[FONT=&quot]ŞEMS-İ TEBRİZÎ VE ŞEYH BEDRETTİN’İN HAKLARINI KİM KORUYACAK?

[/FONT]
[FONT=&quot]Düşünün ki sizin vefat etmiş, tanınmış bir akrabanız var. Günün birinde romancının biri akrabanızın hayatı üzerine bir roman yazıyor. Ad ve soyadında bir değişiklik yapmıyor. Romanı okuyanlar başkahramanı tanıyor ve onun romandaki gibi biri olmadığını biliyor; kahramanın davranışlarını vefat etmiş kişiye konduramıyor. Siz yakın akrabanız olan kişinin onurunu kurtarmak için gerekli hukuki haklarınızı kullanmaz mısınız? Herhalde kullanırsınız. Bu kişi benim yakınım olsa ben hemen hukuki yollara müracaat ederim. Eğer benim böyle bir hakkım varsa, Şems-i Tebrizî’nin, Şeyh Bedrettin’in bugün hayatta bir yakını olsa onun da böyle bir hakkı var demektir. Eğer böyle bir hak varsa, kişi kaç yıl önce yaşamış olursa olsun, onun kişiliği ve yaşamını değiştiren, ama onun adını aynen kullanan bir romancıya karşı tepki göstermek gerekir.[/FONT]

[FONT=&quot]Elif Şafak, Hz. Şems’in söylemediği kuralları ona mal ederse (40 Kural), evlendiği kıza tutulması gibi Şems için söz konusu olmayacak bir hissiyatı ona yakıştırırsa Hz. Mevlâna’nın ve Hz. Şems’in manevi kişilikleri zedelenmez mi? Bu kitabı okuyanlar Şems hakkında yanlış bilgiler edinmiş olmazlar mı? Bu kadar basit bir gerçek bu yazarları hiç mi rahatsız etmez?[/FONT]

[FONT=&quot]Gelelim Yılmaz Karakoyunlu’nun son romanına. Romanda Şeyh Bedrettin’in mürşidi Ahlatî’nin cariyesi Mariye ve Bedrettin arasında duygusal ve cinsel bir yakınlık ve istek doğuyor. Bedrettin tasavvufî bilgilerinden yararlandığı ve eğitildiği “Benim Şems’im oldun” dediği Mariye ile aynı evde yaşayıp sonunda birlikte oluyor. Bu durum tasavvufa atılmış bir lekedir. Zira tasavvuf eğitimi sırasında cinsellik mürşit ve müritleri ve hatta müritler arasında söz konusu olamaz. Bu tür yanlış bilgiler konunun yabancısı olanlar veya tasavvufa yeni başlayanlar açısından akıl karıştırıcı bir özellik taşır.[/FONT]

[FONT=&quot]Şeyh Bedrettin büyük bir mutasavvıftır. Yaşamadığı olayları ona mal etmek hakkı nereden bulunuyor? Bu büyük bir küstahlıktır. En azından roman kahramanın ismi farklı olsaydı problem kalmazdı.[/FONT]

[FONT=&quot]Konu ile ilgili günümüzde yapılmış bir itirazı örnek vermek istiyorum. Son zamanlarda çevrilen Atatürk filmi “Veda” için yapılmış bir röportajda Latife Hanımla ilgili bir konuda yeğeni Mehmet Öke şöyle söylüyor:[/FONT]

[FONT=&quot]“Zülfü Livaneli ve Kamera Film yetkililerine dava açma aşamasındayım. Bu kadar yanlı yanlış ve gaddar bir şekilde tarihi yanıtlıkları için tarihi kişiliklere hakaret edildiği için. Güya filimde Atatürk Latife teyzemin dırdırı yüzünden kalp krizi geçirmiş. Oysa Paşa kalp krizi geçirdiği zaman Latife Hanım zatürree tedavisi sebebiyle İstanbul’daydı.” (www.haberveriyorum.net)[/FONT]

[FONT=&quot]Konu ile benzeşen başka bir olay nakletmek istiyorum. Geçtiğimiz yayın döneminde TRT1’de Cuma sabahları yapılan bir programa katılan Cemalnur Hanım’a üniversiteli bir genç kız şöyle bir soru sordu: “Mevlâna’nın oğlu Alaeddin’in Şems’i öldürmesinde rol aldığı doğru mudur?” Cemalnur Hanım da bu soruya cevap olarak “Siz dedikodulara bakmayın. Ehli Beyt’te böyle şeyler olmaz” dedi. Ekran başında bakakaldım. Nasıl bir çarpıtmaydı? Nasıl bir hadsizlikti bu? [/FONT]

[FONT=&quot]Bir kere Mevlâna’nın oğlu için Ehlibeyt demiş olması birinci büyük yanlıştı. Ehlibeyt yalnızca Peygamberimizin kızı Fatma, damadı Hz. Ali ve onların çocukları Hasan ve Hüseyin için kullanılan bir lakaptır. Başkası için kullanılamaz. İkinci büyük yanlış ise Alaeddin’in cinayete ortak olmadığını söylemektir. Tarihin tespit ettiği bu gerçeği saptırmak ve bir otorite gibi televizyonda dile getirmek ne demektir, bunu anlamış değilim. Bu durum gerçeği bir kurmaca olan roman yoluyla saptırmaktan daha vahim bir olaydır. Bence Cemalnur Hanım bir başka programda doğruyu söyleyerek bu yanlışı düzeltmelidir.[/FONT]
[FONT=&quot]NİYAZİ AŞIK[/FONT]
 
Üst