Şefaati inkâr edenler

La Mekan

Üye
Kademeli
Peygamberimizin ümmeti içindeki günahkârlara şefaatine gelince, bu, sahabe ve hakkıyla tâbi olanlarla dört imam ve başkalarınca da ittifak edilen bir husustur. Ancak çeşitli Ekollere bağlı bazı kişiler bunu inkâr etmişlerdir. Onlar diyorlar ki: Kim cehenneme girerse, ne bir şefaatle, ne de başka bir sebeple ondan çıkmaz. Onlara göre, cennete giren cehenneme girmeyecek, cehenneme giren de cennete girmeyecektir. Onlarca aynı şahısta hem sevab, hem de günah olmaz. Ama sahabe ve hakkıyla onlara tâbi olanlarla dört imam ve diğerleri gibi öteki müctehidler, Allah dilediğine azap çektirdikten sonra bir topluluğun kimileri Muhammed (s.a.v.)'in şefaatiyle, kimileri başkalarının şefaatiyle, kimileri de şefaat olmaksızın cehennemden çıkarılacağını belirten mütevatir hadîsleri kabul eder ve öylece inanırlar.
Şefaati inkâr edenler şu âyetleri delil getirirler:

«Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez. Kimseden de şefaat kabul edilmez. Kimseden fidye de alınmaz» (2 Bakara 48).
«...kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez» (2 Bakara 123) .
«Ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün
gelip çatmadan...» (2 Bakara 254) .
«Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir şefaatçileri
vardır» (40 Mü'min 18 ).
«Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez» (74 Müddessir 48).
Ehl-i Sünnet'in inkarcılara cevabı, yukarıdaki âyetlerle iki özelliğin belirtilmek istendiğidir. Şöyle ki:

1 — Şefaatin müşriklere yararı yoktur. Nitekim Allah onları nitelerken şöyle buyurmaktadır:
«Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Derler ki: 'Namaz kılanlardan değildir. Düşkün kimseyi doyurmuyorduk. (Bâtıla) dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Biz o haldeyken ölüm geldi. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez» (74 Müddessir 42-48)İşte bu Kimselere şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Çünkü onlar kâfir idiler.

2 — Bu âyetlerle, müşrikler ile, Ehl-i Kitab ve müslümanlar içinde Allah'ın izni olmaksızın yaratıkların şefaat edebileceğini sanan müşriklere benzer bid'at ehlinin ileri sürdükleri şefaat reddedilmektedir. Sanıyorlar ki, Allah katındaki şefaat de, insanların, insanlar yanındaki şefaati gibidir. Kendisinden şefaat istenen kişi bunu, ya şefaat isteyenden birşeyler beklediği, ya da ondan çekindiği için kabul eder. Yani şefaat isteyen ile kendisinden şefaat istenenin karşılıklı çıkarları söz konusudur.
Müşrikler, Allah'tan ayrı olarak, meleklerden, peygamberlerden ve sâlihlerden bazılarını şefaatçiler ediniyorlardı. Heykellerini yapıyor, o heykellerden şefaat diliyor ve şöyle diyorlardı: Bunlar, Allah'ın hâs adamlarıdır. Biz, Allah'a dua ve ibadetleriyle tevessül ediyoruz ki, bize şefaat etsinler. Tıpkı hükümdarlara hâs adamlarıyla tevessül edildiği gibi. Çünkü onlar, hükümdarlara başkalarından daha yakındırlar. Hükümdarların izni olmasa da, onlar katında şefaat ederler. Onlardan biri, hükümdarın istemediği bir şey hakkında da şefaat edebilirler. Çünkü hükümdarın da bunda bir çıkarı vardır. Şefaat dileyenden ya bir şeyler beklemektedir, ya da kendisine verilebileceği bir zarardan korkmaktadır.
İşte Allah bu şefaati reddediyor ve şöyle buyuruyor:
«O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?» (2 Bakara 255 )
«Allah dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz» (53 Necm 26) .
Melekler hakkında da şöyle buyurmaktadır:
«Rahman çocuk edindi, dediler. Hâşâ; hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söylemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerler. Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler; hepsi O'nun korkusundan titrerler» (21 Enbiyâ. 26-28).
Yine şöyle buyurmaktadır:

«De ki: 'Allah'ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde (kendilerinde bir şeyler var) sandıklarınızı yardıma çağırsanıza! Allah katında kendisine izin verilenden başkasının şefaati fayda vermez» (34 Sebe' 22-23).
«Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da, zarar da veremeyen putlara taparlar: 'Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?' Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir» (10 Yûnus 18 ).
«Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur»(6 En'âm 51).
«Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden (hükmeden) Allah'tır, O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmez misiniz?» (32 Secde 4 ).
«Allah'ı bırakıp yalvardıkları kimseler şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır» (43 Zuhruf 86 ).
«And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi - size verdiklerimizi ardınızda bırakarak - bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» (6 En'âm 94).
«Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: 'Onlar, hiçbir şeye güçleri yetmeyen, düşünmeyen şeyler olsalar da mı?' De ki: 'Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz'. Allah tek başına anıldığı zaman; âhirete inanmayanların kalbleri ürker. Ama O'ndan başkaları anıldığı zaman, hemen sevinirler» (39 Zümer 43-45 ).
«Rahman için sesler kısılmıştır, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin. O gün Rahman izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez» (20 Tâhâ 108-109).
 

RedveKabul

Üye
Üye
Meseleyi bir de şöyle düşünün.

Peygamberimiz, kendi yaşadığı dönemde bizzat yakınında olan müminleri görür ve az çok bilir. Zahire göre az çokkimmümin kim değil anlar değil mi.Pekala Peygamber (a.s) vefat ettikten sonra dünyada neler olup bittiğini, kimlerin yaşadığını, kimin hangi günahı ya da hangi sevabı işlediğini, kimin affedilmeye layık, kimin cezaya müstahak olduğunu nereden bilebilir? Bunları bilmek için Peygamber değil, ilah olması gerekir.

Allah ve Peygamber algımızı tekrar gözden geçirmekte fayda var.
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Gaybıda kimse bilemez değil mi?Allah cc. bildirdikleri hariç.Allah,Peygamber efendimize, peygamberliği esnasında nasıl gaybı bildirdi ise,aynı şekilde bildirebilir.O'na zor iş yoktur.Bu kadar basit...O affetmek istesin yeter ki....Bunu bizzat kendisi de yapabilir,makbul kullarının eliyle de yaptırabilir.Bu ,aynı zamanda,o kulların O'nun katındaki makbuliyetine delâlet eder ki,bu da ,peygamberlerin,nebilerin,velilerin,şehitlerin,hafızların vs. bir nevi onore edilmesidir....
 

RedveKabul

Üye
Üye
Kuran'ı anlama yöntemlerinden biri de Kuran'ın kendini tefsir etmesidir.

Ayetleri bir bütün olarak ele almak ve meselere bu bütünlük içerisinde yaklaşmak zorundayız. Bu bağlamda cin suresi 26. ayet;

"O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez." diyor Rabbimiz.

Keza;

De ki: "Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"

Ayetleri bir bütün olarak düşündüğümüzde sanırım mesele çok daha net anlaşılıyor.
 

RedveKabul

Üye
Üye
Ayrıca Allah'ın gaybi konularda Peygambere bildirdiği hususları zaten Kuran'dan öğreniyoruz. Yani bu bilgilendirme Kuran ile sınırlıdır.
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Cin sûresinde geçtiği için âyette kast edilen peygamberlerden ziyade,kahinlere,falcılara,büyücülere haber götüren cin ve benzeri taifeler.Efendimizin Mirac'a bizzat çıkarılıp,bizim için gayb olan ahvalleri bildirmesi gaybdan haber vermesi değil midir?Üstelik,bizzat gösterilerek ve ayrıntılarıyla....
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Meseleyi bir de şöyle düşünün.

Peygamberimiz, kendi yaşadığı dönemde bizzat yakınında olan müminleri görür ve az çok bilir. Zahire göre az çokkimmümin kim değil anlar değil mi.Pekala Peygamber (a.s) vefat ettikten sonra dünyada neler olup bittiğini, kimlerin yaşadığını, kimin hangi günahı ya da hangi sevabı işlediğini, kimin affedilmeye layık, kimin cezaya müstahak olduğunu nereden bilebilir? Bunları bilmek için Peygamber değil, ilah olması gerekir.

Allah ve Peygamber algımızı tekrar gözden geçirmekte fayda var.

bilgi
http://www.sorularlaislamiyet.com/q...in-sefaati-konusunda-bilgi-verir-misiniz.html
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Kuran'ı anlama yöntemlerinden biri de Kuran'ın kendini tefsir etmesidir.

Ayetleri bir bütün olarak ele almak ve meselere bu bütünlük içerisinde yaklaşmak zorundayız. Bu bağlamda cin suresi 26. ayet;

"O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez." diyor Rabbimiz.

Keza;

De ki: "Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"

Ayetleri bir bütün olarak düşündüğümüzde sanırım mesele çok daha net anlaşılıyor.
Türkçe Meal
Elmalılı Hamdi Yazır:O bütün gaybi bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık agâh etmez.
Elmalılı (sadeleştirilmiş):O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık vakıf kılmaz.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):O bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz.



Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tefsiri
26. O Rabbim bütün gaybı bilir. Gaybın bağıntılı olanını da bilir, mutlak olanını da bilir.

GAYB, duygu ve ilimde veya varlık âleminde hazır olmayan demektir. Birçok şey hadd-i zatında, varlık âleminde, görünen âlemde hazır olduğu halde birbirlerine göre gaip olur. Mesela bir kimsenin kalbindeki kendisine göre hazır olduğu halde başkasına göre gayp olur ve o kalp onun, başkasına göre gaybıdır. Nitekim "Gayba inanırlar"(Bakara, 2/3) bir mânâca "kalbe inanırlar" diye tefsir edilmiştir. Fakat onun ğaybı, mutlak bir gayb değil, bağıntılı gaybtır. Yani mutlak mânâda gayb değil, başkasına göre gaybtır. Aslında mevcut ve hazır olduğu için doğrudan doğruya veya işaret ve izlerinden bilinmek şanıdır. Allah, henüz varlık âlemine gelmeyen, işaret ve izleri de bulunmayan ve bazılarına göre gayp olan şeyleri bildiği gibi, henüz vücuda gelmemiş olanları da bilir. Ona göre gayp yoktur. Fakat o kendi gaybını, -yani bütün varlıklara göre mutlak gayp olan ve Bâtın (yani gizlilikleri bilen) isminin ortaya çıktığı yer olan kendi ilmini- kimseye açmaz. Açık ve kesin şekilde gösterecek kesin bir keşf ile gaybını kimseye açmaz. Onun için ne insan, ne cin, ne melek ne de bir başka varlık mutlak gaybı yakînen bilmez. Böyle olması izafi gayb (göreli gayb)a dair bazı bilgiler edinilebilmesine aykırı olamayacağı gibi, rüya, ilham, keramet veya gizli bazı sebeplerle mutlak gayba dair bazı şeyler sezilebilmesine de aykırı değildir. Bununla beraber bunların hiçbiri zan ve kuruntudan arınmış tam bir keşf ve ortaya çıkarma mânâsına kesin bir ilim olamaz. Bundan dolayıdır ki olaylar üzerinde cereyan eden bilimsel araştırma ve buluşların, delile dayanarak mantıkî neticeler çıkarmanın bile yarın için hükmü bir kıyastan öte geçemez. Matematiksel bir kesinlik ifade etmez. Dış görünüşe göre düşünüp fikir yürütmek başka; meydanda, açık olmak yine başkadır. Yüce Allah henüz vücuda çıkarmamış olduğu gaybını kimseye açmaz, açığa çıkarmaz.

ondan sonraki 27.ayet
Elmalılı Hamdi Yazır:İhtiyar buyurduğu bir Resulden başka, çünkü onun önünden ve ardından râsıdler dizer
Elmalılı (sadeleştirilmiş):Seçtiği bir elçiden başka; çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler dizer.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Ancak seçtiği elçiye açar. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tefsiri
27. Ancak elçileri içinde seçip dilediği bir elçi hariç. Dilerse ona gaybından bazı şeyleri açar. Henüz varlık âlemine gelmeyen şeyleri açıkça bildirir. Bunlar onun ya elçiliğinin ilkeleri ve delilleri olan mucizeleri veya yükümlülükleri, hükümleri ve yaptırımları gibi elçiliğin temelleri ve gayeleriyle ilgili bilgiler olur. Bu durumda da yine o elçi gaybı bilmiş olmaz. Kendisine haber verilmiş, bildirilmiş olanı bilir. Onun için o kıyametin kesinlikle olacağı bildirilmemiş, "De ki, onun ilmi ancak Allah katındadır."(Ahkaf, 46/23) buyurulmuştur. Fakat o elçi kendisine gayptan gösterilen şeylerin, cin ve şeytan işi kuruntu ve hayaller olmayıp da Allah tarafından bir gerçek olduğunu nasıl bilir? Bunu açıklamak için buyruluyor ki, Çünkü Allah o gaybı gösterirken O elçinin önünden ve arkasından, her tarafından gözetecek bir takım gözetleyici melekler dizer. Onlar, o ilâhî sözler indirilip açıklanırken ona gizli bir şey karıştırılmaması; cin ve şeytan gibi sokulup aldatabilecek diğer yaratıklar tarafından bir müdahale ve karışma olmaması için gözetir, sokulmak isteyenleri yukarda açıklandığı üzere ateşi andırır kıvılcımlarla yakarlar. Onun için Allah kelâmı, gizli bir noktası kalmaksızın elçiye açık bir biçimde, korunmuş olarak gelir. Bu nedenle o sırada cinler, şeytanlar ona bir şey karıştıramaz. Ancak o gözetleyicilerin dizilişinden uzaktan uzağa sezer, kulak hırsızlığı türünden bir şey çalmak ve bununla kahinlik yapmak için sokulmaya çalışırlar. Lakin yanaşıverenler, onları yakacak bir alev, apaçık bir kıvılcım ve delip geçen parlak ışık ile taşlanıp uzaklaştırılırlar ki, bu özellik, Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberliğine mahsus olan şihâb (parlak alev) mucizesidir.
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Ayrıca Allah'ın gaybi konularda Peygambere bildirdiği hususları zaten Kuran'dan öğreniyoruz. Yani bu bilgilendirme Kuran ile sınırlıdır.
Peygamber efendimiz s.a.v gaybden o kadar çok haber vermiştirki bunun örnekleri çok fazla biraz araştır .
Gaybes semavati vel ard yani göklerin ve yerlerin gaybını Allah bilir.Onuda dilediğine dilediği kadarını bildirir.

Allah dilediğini yapar.Ayetlerde gayet açık tefsirde ekledik.
 

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye
Meseleyi bir de şöyle düşünün.

Peygamberimiz, kendi yaşadığı dönemde bizzat yakınında olan müminleri görür ve az çok bilir. Zahire göre az çokkimmümin kim değil anlar değil mi.Pekala Peygamber (a.s) vefat ettikten sonra dünyada neler olup bittiğini, kimlerin yaşadığını, kimin hangi günahı ya da hangi sevabı işlediğini, kimin affedilmeye layık, kimin cezaya müstahak olduğunu nereden bilebilir? Bunları bilmek için Peygamber değil, ilah olması gerekir.

Allah ve Peygamber algımızı tekrar gözden geçirmekte fayda var.
Kuran'ı anlama yöntemlerinden biri de Kuran'ın kendini tefsir etmesidir.

Ayetleri bir bütün olarak ele almak ve meselere bu bütünlük içerisinde yaklaşmak zorundayız. Bu bağlamda cin suresi 26. ayet;

"O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez." diyor Rabbimiz.

Keza;

De ki: "Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"

Ayetleri bir bütün olarak düşündüğümüzde sanırım mesele çok daha net anlaşılıyor.
Ayrıca Allah'ın gaybi konularda Peygambere bildirdiği hususları zaten Kuran'dan öğreniyoruz. Yani bu bilgilendirme Kuran ile sınırlıdır.


قَالَ:
الْحَمْدُ لِلَّهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ وَكَمَا يَنْبَغِي لَهُ وَأَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَسَلَّمَ تَسْلِيمًا

Hamd Allaha mahsustur,ki o buna olması gerektiği gibi layıktır.Allahtan başka ilah olmadığına,tek olduğuna,şeriki,ortağı olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve resulu olduğuna şehadet ederim.

َنَعُوذُ بِاللهِ مِنْ شُرُورِ اَنْفُسِنَا وَمِنْ سَيِّئَاتِ اَعْمَالِنَا
مَنْ يَهْدِ اللهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِىَ لَهُ

Nefislerimizin kötülüklerinden, İşlerimizin fenalığından Allah’a sığınıyoruz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak kimse yoktur. Kimi de saptırırsa onu hidayete getirecek kimse yoktur.



قُلْ ( أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ) هَكَذَا أَخَذْتُهُ عَنْ جِبْرِيلَ عَنْ مِيكَائِيلَ عَنِ اللَّوْحِ الْمَحْفُوظِ .

Sahabe anlatıyor: Efendimiz(sav) bana (bir defasında) Euzu Billahi Mineşşeytanir racim de ! - Zira ben bunu böylece Cibrailden,Mikailden ve Lehvi Mahfuzdan aldım.'demişti.

إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ

Cin Suresi 27.ayet: Allah ancak Razı olduğu Resullerine gaybı bildirir.(Cin,27)

Gerek Sahabe , gerek Müfessirler ayet için ''Allah dilediği Peygamberine gaybtan bilgi verir'' diye açıklamışlardır.

(Allah dilediği kadarını Resullerine, Cebrail vasıtasıyla bildirir.Bu okuduğun Euzu Besmele bile Lehvi Mahfuz'dan alınmış.Lehv'de senin bütün hayatın yazılı RedveKabul )


اثْبُتْ أُحُدُ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ نَبِيٌّ وَصِدِّيقٌ وَشَهِيدَانِ

Resulullah(sav) yanında birkaç Sahabesiyle beraber Uhud dağına gelince : (Usbut Uhud,Feinnemâ Aleyke Nebiyyun ve Sıddîkun ve Şehîdân)

"Sâkin ol Uhud! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve iki de şehid vardır.(İbn Hacer,Fethul Bâri,Sahabenin Faziletleri,3472)


( نَبِيٌّ وَصِدِّيقٌ وَشَهِيدَانِ ) : أَيْ عَلَيْكَ نَبِيٌّ وَصِدِّيقٌ وَهُوَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ وَشَهِيدَانِ أَيْ عُمَرُ وَعُثْمَانُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا
Hadisin açıklaması: Senin üzerinde bir Peygamber(Yani Peygamberimiz) bir Sıddık (Yani Hz.Ebu Bekir) İki de Şehid (Yani Hz.Ömer ve Hz.Osman radiyallahu anhum) vardır.

Peygamberimiz(sav) nasıl bildi? Allah razı olduklarına ayette bildireceğini beyan etmiyor mu?


Yine Peygamberimiz(sav) : Sakın herhangi birinizi, koltuğuna kurulmuş bir halde, kendisine emir veya nehiy ettiğim işlerden bir şey geldiğinde ‘Biz, onu(bunu) bilmeyiz; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım.”demiştir. (bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizi, İlim,10; İbn Mace, Mukaddime, 2)

Nasıl da gerçekleşti.Vallahi ben şahidim.Senin gibi insanlar Hadisleri reddediyor.Ve Resulullah(sav)'in mucizesini görmekten dolayı mutluyum.Keşke bilseydin.Ama sapıklığı tercih etmişsin belli ki.


الْحَمد لله الَّذِي أنزل الْقُرْآن الْعَظِيم الْقَدِيم وَبَينه بالأحاديث الثَّابِتَة عَن النَّبِي الْكَرِيم بِنَقْل الصَّحَابَة وَالتَّابِعِينَ وأتباعهم من أَئِمَّة الدّين الْمُجْتَهدين فِي الطَّرِيق القويم صلى الله وَسلم عَلَيْهِ وَشرف وكرم لَدَيْهِ وَعظم من انتسب إِلَيْهِ

Hamd , Kuranı Azimi indirip , onu Nebiyyul Kerîm(sav)'den sabit hadisler ile açıklayan Alllaha mahsustur. (ki o hadisler) Resulullah(sav)'in yolunda olan Sahabe,Tâbiîn ve onlara tabi olan Müctehid imamlardan olanların nakli ile gelmiştir.Ve Allah ona intisab edeni katında Şerefli,Keremli ve Azim eylemiştir.
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Yine Peygamberimiz(sav) : Sakın herhangi birinizi, koltuğuna kurulmuş bir halde, kendisine emir veya nehiy ettiğim işlerden bir şey geldiğinde ‘Biz, onu(bunu) bilmeyiz; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım.”demiştir. (bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizi, İlim,10; İbn Mace, Mukaddime, 2)


Bu benim en sevdiğim hadislerden biri...Allah razı olsun....
 
Üst