Şair Kab b. Züheyrin Müslüman Olması ve Kaside-i Bürde

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Ka’b. Züheyr büyük bir şâirdi. Babası Züheyr Arap şair ve ediplerinin en meşhurlarından birisiydi. Oğulların Ka’b ve Büceyr’i de şair olarak yetiştirmişti. Züheyr ehl-i kitaptan ahir zaman peygamberinin geleceğini öğrenmişti. Bir gece rüyasında gökten bir ip görür tutunmak için elini uzattığı halde onu tutamadığını görür. Bu rüyayı ahir zaman peygamberinin gelmesinin yakın olduğu ama kendisinin ona kavuşamayacağı şeklinde yorumlar. Vefat edeceği zaman oğullarına “Gelecek olan peygambere sizin kavuşma ihtimaliniz vardır. Sakın onu inkâr edenlerden olmayınız” diye nasihat eder. Babasının ölümünden sonra onun şöhretini yakalayan Ka’b b. Züheyr buna rağmen peygamberimize ve islamiyete karşı şiir ve hitabetiyle mücadele etmeye başladı. Birçok şair ve edip Müslüman olduğu halde o küfrü müdafaa etmeye devam ediyordu. Kardeşi büceyr iman ederek peygamberimizin (sav) yanında yer almışken Ka’b küfrünü kusmaya devam ediyodu. Kardeşinin Müslüman olmasından dolayı bir şiir yazarak peygamberimize göndermişti. Peygamberimiz (sav) şiiri Büceyr’e okutunca çok üzüldü ve “Ka’b b. Züheyr’i nerede görürseniz öldürün. Kanı helaldir” buyurmuşlardı.


Kardeşi Büceyr peygamberimizin bu sözü üzerine kendisine mektup yazarak gelip Müslüman olmasını ve Resulullah’tan af dilemesini istedi. Başka şekilde kurtulmanın imkânı olmadığını ona bildirdi. Ka’b kardeşinin mektubunu alıp okuyunca paçaları tutuştu. Yeryüzü kendisine dar gelmeye başladı. Yaptığından pişmanlık duymaya başladı. Yapacağı başka çaresi olmadığı için gizlice Medine’ye geldi. Peygamberimizin (sav) kendisini tanımamasından yararlanarak peygamberimizin yanına girdi ve “Yâ Resulallah! Ka’b b. Züheyr tövbe etmiş ve Müslüman olarak huzurunuza gelmek istiyor. Ben onu size getirsem on aeman verir ve tövbesini kabul ederek huzurunuza alır mısınız?” dedi.

Peygamberimiz (sav) “Evet! Müslüman olması şartıyla kabul ederim. İslam kendisinden önceki günahlara ve hatalara kefarettir” buyudular.

Ka’b hemen peygamberimizin (sav) eline sarıldı ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulühü” dedi. Sahabeler şaşırdılar. Peygamberimiz (sav) sordu: “Sen kimsin?” Ka’b: “Ben Ka’b b. Züheyr’im ya Resulallah!” dedi.

Peygamberimiz (sav) ayağa kalkarak onu kucakladı, tebrik etti ve yanına oturttu. Sahabelerine dönerek “İşte Ka’b yaptıklarına pişman olmuş ve Hakka dönmüş olarak gelmiştir. Allah ona hidayet nasip etmiştir” buyurdular.

Ka’b: “Ya Resulallah müsaade buyurursanız İslam olmanın şerefine size bir kaside takdim edeyim” dedi ve Arap edebiyatının şaheserlerinden sayılan “Benât-ı Suâd” kasidesini okudu.

“Suad’ın ayrılığı yetmezmiş gibi, nemamlar bana
Ey Ebu Selmâ’nın oğlu ‘sen kendini ölmüş bil’ dediler.
Kendilerine güvenip de başvurduğum her dost bana:
‘Seni teselli edemem, başının çaresine bak’ dediler.

Ben de ‘Çekilin yolumdan!, Rahmanın takdir ettiği elbet olacaktır,
İnsan ne kadar çok yaşarsa yaşasın bir gün muhakkak ölecektir,
Resulullah’ın beni öldüreceğini haber aldım; ama ben dedim:
Allah Resulu’nün affına, merhametine sığınmam necatım olacaktır.

Yâ Resulallah! Özür beyan ederek merhamet kapına geldim.
Resulullah katında özür daima kabule şayandır diye geldim.
Ne olur merhamet et! Teennî ile muâmele buyur bana!
Rahmet dileyene O “Rahmet eder, affeder’ diye geldim.

İçinde birçok nasihat ve ahkâm bulunan Kur’ân Sendedir.
Allah'ın hidayeti ve hak kelamı Senin yüce katındadır.
Rakiplerimin dedikodusula beni muâheze etmezsin Sen,
Kur’ânı sana ihdâ eden yüce Allah'ın hidayeti sendedir.

Kaside bu şekilde devam ediyordu. Kasidenin bir “Taç Beyti” vardı ki bu peygamberimizin (sav) çok hoşuna gitmişti. O da şu beyitti:

“Şüphesiz Resulullah hak ve hidayeti gösteren sönmez bir nurdur,
O kötülükleri yok etmeyi amaçlayan Allah'ın keskin bir kılıncıdır.”

Peygamberimiz (sav) bu beyti duyunca çok memnun oldu. Hemen sırtından hırkasını çıkararak bu değerli şaire hediye etti. Onu tabrik ve takdir ettiğini bu şekilde ifade etti. Kâ’b b. Züheyr’in (ra) bu kasidesi “Benât-ü Suâd” ve “Kaside-i Bürde” olarak meşhur olmuştur. Peygambermizin (sav) hırkasını daima yanında taşır ve ona değer verirdi. Hz. Muaviye (ra) bin dirhem vererek peygamberimizin (sav) bu hırkasını almak istediği zaman Ka’b b. Züheyr (ra) “Resulullah’ın hırkasını giymek konusunda nefsimi hiçbir şeye tercih etmem!” diyerek reddetmiştir.

Ka’b b. Züheyr (ra) vefat ettikten sonra Hz. Muaviye (ra) Ka’bın mirasçılarına 20 bin dirhem göndererek Hz. Resulullah’ın bu hırkasını aldırmıştır. Daha sonra bu mübarek hırka Emevilerden Abbasilere, onlardan da Yavuz Sultan Selim eliyle Osmanlılara geçti. Günümüzde bu hırka Topkapı Sarayında “Mukaddes Emanetler” bölümünde “Hırka-i Saadet” dairesinde muhafaza edilmektedir
 
Üst