risale-i nur 3. söz

furkan42fatih

Tecrübeli
üçüncü söz sözler 3. söz​


Üçüncü Söz


بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ
الرّحِيمِ

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا


İbadet, ne büyük bir
ticaret ve saadet. Fısk ve Sefahet, ne büyük bir hasaret ve helâket olduğunu
anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...

Bir vakit iki
asker, uzak bir şehire gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler; tâ, yol
ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der: «Şu sağdaki yol, hiç zararı
olmamakla beraber, onda giden yolculardan, ondan dokuzu büyük kâr ve rahat
görür. Soldaki yol ise, menfaatı olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar
görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki,
intizâmsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider.Zahirî
bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizam-ı askerî altındaki sağ yolun
yolcusu ise, mugaddî hülâsardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve
mağlûb edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya
mecburdur..»

O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra şu
bahtiyar nefer, sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat
kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht
nefer ise, askerliği bırakır. Nizâma tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir
batman ağırlıktan kurtulur, fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu
hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her
hâdiseden titrer bir Sûrette gider. Tâ, mahall-i maksuda yetişir. Orada, âsi ve
kaçak cezasını görür.

Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhafaza
eden ve

(Orjinal Sayfa:19)

sağa giden nefer ise, kimseden minnet
almayarak, kimseden havf etmeyerek rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Tâ o matlup
şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasib bir
mükâfat görür.

İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki: O iki yolcu, biri mutî-i
kanun-i İlâhî, birisi de; âsi ve hevâya tâbi insanlardır. O yol ise, hayat
yoludur ki: Âlem-i Ervahtan gelip kabirden geçer; âhirete gider. O çanta ve
silâh ise, ibâdet ve takvâdır.. İbadetin çendan zâhirî bir ağırlığı var.
Fakat,

mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, târif edilmez.
Çünki: Âbid, namazında der:

اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ Yâni:
"Hâlık ve Rezzak, ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, onun elindedir. O hem
Hakîm'dir; abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" diye itikat
ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her
şey'i kendi Rabbisinin emrine musahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül
ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. Îmanı, ona bir emniyet-i
tâmme verir. Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, îmândır,
ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânet dahi menbaı, dalâlettir. Evet, tam
münevverü'l kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu
korkutmaz. Belki; hârika bir Kudret-i Samedâniyeyi , lezzetli bir hayret ile
seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü'l - akıl denilen kalbsiz bir fâsık
feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri
yıldız Arzımıza çarpmasın mı?" der; evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan
Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terkettiler.)

Evet insan,
nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz
musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye
ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat, emelleri,
arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve
gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-i
beşere ibâdet, tevekkül, tevhid , teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir
ni'met olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.. Mâlûmdur ki:
Zararsız yol, zararlı yola -velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa- tercih
edilir. Halbuki: mes'elemiz olan ubû-

(Orjinal Sayfa:20)

diyyet
yolu, zararsız olmakla beraber ondan dokuz ihtimal ile bir saadet-i ebediye
hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise: -hattâ fâsıkın itirafıyla dahi-
menfaatsız olduğu halde, ondan dokuz ihtimal ile Şekavet-i ebediye helâketi
bulunduğu; icmâ ve tevâtür derecesinde hadsiz Ehl-i ihtisas ve müşahedenin
şehadetiyle sabittir. Ve ehl-i zek ve keşfin ihbaratıyla muhakkaktır.Elhasıl:
Âhiret gibi, dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah'a asker olmaktadır. Öyle ise,
biz daima: اَلْحَمْدُِللّهِ عَلَى الطَّاعَةِ وَالتَّوْفِيقِ demeliyiz. Ve
müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.

* * *​
 
Üst