Nefsin Seyru Sülûku

La Mekan

Üye
Kademeli
Bir öğrenci, 15 yıllık tahsil hayatının sonunda belli bir alanda uzman olarak üniversiteyi bitirir.

Bir ustanın ya*nında işe başlayan bir çırak, yıllar sonra o alanda usta olur. Mahalle takımında futbola başlayan biri, ciddî bir çalışmanın neticesinde "amatör küme-üçüncü lig-ikinci lig-birinci lig" merhalelerini geçer, millî takımın en gözde bir elemanı hâline gelir.

İşte, bütün bunlarda bir seyru sülük olduğu gibi nefis için de bir seyru sülük lâzımdır. Ham petrol başlangıçta siyahtır ve pis kokuludur. Fakat arıtma neticesinde bu ham petrolden yüzlerce faydalı şey üretilir; benzin, bun*lardan sadece bir tanesidir. Onun gibi, nefis işin başlangı*cında o ham hâliyle tabir yerinde ise pistir. Fakat belli bir seyru sülük sonucu arınmış hâle gelir, kötü özelliklerinden birer birer kurtulur.

Anlatılır ki bundan iki yüzyıl önce Arabistan'da bazı tarlalarda petrol sızmaya başlayınca, tarla sahipleri ra*hatsız olmuşlar, yok pahasına ellerindeki tarlaları satmış*lar.

Hâlbuki günümüzde arıtma neticesi, o pis kokulu mad*de "siyah altın"a dönüşmüştür.

Benzeri bir değerlendirme, nefis için de aynen geçerlidir.

Nefsin Yedi Mertebesi

Tasavvuf kitaplarında nefsin yedi mertebesinden söz edilir:

1- Nefs-i emmare,
2- Nefs-i levvame, .
3- Nefs-i mülhime,
4- Nefs-i mutmainne,
5- Nefs-i radiyye,
6- Nefs-i merdıyye,
7- Nefs-i kâmile.

1- Nefs-i emmare: Nefsin terbiyeden geçmemiş ham hâ*lidir. Böyle bir nefis, şiddetle ve ısrarla kötülüğü emreder, günahlara dalmak ister. Ulvî şeylerden gafil, süflî şeylere ise müştak olur. Yusuf Suresinin 53. ayeti, nefsin bu yönü*nü nazara vermektedir.

2- Nefs-i levvame: Yaptığı hatalardan, işlediği günah*lardan pişmanlık duyan nefistir. Kıyame Suresinin 2. aye*ti, nefsin bu mertebesine işaret eder. Bu mertebedeki nefis, hata ve günahlarım görerek bunlardan rahatsız olur, tövbe ve istiğfar ile kurtulmaya çalışır. Bu makamda acı ve ya*kıcı gözyaşı vardır. Kişi, kabz ve bast hâllerini yaşar. Ya*ni zaman zaman daralıp sıkılır, zaman zaman ise manen müferraholur.

3- Nefs-i mülhime: İyiliği ilham edici nefistir. Nefis, iyi bir terbiyeyle kötülük ve günah yerine iyilik ve sevabı il*ham edici bir seviyeye gelebilir. Şems Suresinin 8. ayeti, nefsin bu mertebesine işaret eder.

4- Nefs-i mutmainne: İtminana kavuşmuş, sükûnete ermiş nefistir. Böyle bir nefis, Allah'a muhabbetle huzur hâli yaşar; dalgaları yatışmış deniz misali şehveti-gadabı sükûnet halindedir. Bu makama gelen birinin ahlâkı istik*rar bulur, şahsiyeti oturur.

5- Nefs-i radiyye: Allah'tan gelen her şeye rıza gösteren nefistir. Böyle bir nefis sahibi, "Allah'tan gelen her şey gü*zeldir." hükmünce belâ ve musibetleri de güzel görür, güle*rek karşılar. Bu insan, Allah katında aziz ve mükerrem, insanlar arasında makbul ve muhteremdir.

6- Nefs-i merdıyye: Allah'ın kendisinden razı olduğu nefistir. Şüphesiz, Allah'ın kulundan razı olması, en bü*yük bir mazhariyettir ve mertebelerin en yücesidir. Fecr Su*resinin 27 ve 28. ayetleri, nefsin bu üç mertebesine işaret etmektedir.

7- Nefs-i kâmile: Nefsin kemaliyle terbiye olmuş hâlidir. Bazıları bunu "nefs-i zekiyye," yani "arınmış nefis" şeklinde ifade ederler. Şems Suresinin 9. ayeti, "Şüphesiz, nefsini arıtan, kurtulmuştur." ifadesiyle, nefsin bu merte*besine işaret eder.

Mümin ile kâfir arasındaki fark, daha nefsin ilk merha*lelerinde görülmeye başlar. Kâfirin nefsi daima emmaredir, hep kötülüğü emreder. Bundan dolayı kâfir, dinin haram kıldığı şeyleri yapmakta bir beis görmez.

Mümin de nefsine uyup zaman zaman aynı haramları işleyebilir. Fakat müminin nefsi bu haramları işlemekten dolayı rahatsızlık duyar, pişman olur.

Mümin, nefsin arınmış hâline yükselince kâfirle arasın*daki fark çok daha bariz hâle gelir. Biri günahlardan zevk alır, diğeri itaatten
nokta.gif
. Biri karanlık işlerden hoşlanır, diğeri nurdan lezzet alır. Biri şerre yönelir, diğeri hayra koşar. Biri süflî şeylere müştaktır, diğeri ulvi şeylere âşıktır.


Nefsin ilk hâli, dikenli bir tarlaya benzer; son mertebesi ise aynı tarlanın dikenlerden ayıklanıp bir gül bahçesine çevrilmesi gibidir.


Bir başka açıdan baktığımızda, nefsi deli dolu akan bir nehire benzetebiliriz. Böyle bir nehir, bu taşkın haliyle çev*resine zarar verir; fakat önüne bir baraj yapılmasıyla hem zararlarına engel olunur, hem de çevrenin aydınlatılması ve sulanması gerçekleştirilir.

İşte, terbiye olmamış bir nefis zarar verirken, terbiyeden geçen bir nefis, insanı yüksek makamlara çıkarabilmektedir. Böyle birisi diğer insanlara mürşit olur; onları manevî susuzluktan kurtarır, karanlık*lardan aydınlığa çıkarır.

Nefsin Nurlanması

"Allah'ım!
nokta.gif
Nefsimi nurlarıdır!"
Hz. Muhammed (a.s.m.)

Hz. Peygamber (a.s.m.), çok cihetle nur istediği bir du*asında şöyle der:

"Allah'ım!
nokta.gif
Kalbimi nurlarıdır, gözümü nurlandır, kula*ğımı nurlandır. Sağımı nurlandır, solumu nurlandır. Üstü*mü nurlandır, altımı nurlandır. Önümü nurlandır, arkamı nurlandır. Allah'ım!
nokta.gif
Nefsimi nurlandır, nurumu azim kıl."( Buhar
î, Daavat, 9; Müslim, Müsafirin, 189; Tirmizî, Daavat, 30; Ebu Davud, Tetavvu, 26; Aclunî, I, 172.)


Bu nurlu duada Hz. Peygamber'in "Allah'ım!
nokta.gif
Nefsimi nurlandır!" demesi, konumuz olan nefis terbiyesi açısın*dan özel bir önem arz eder. Şöyle ki:


Siyah kömür, ateşe atılınca nuraniyet kesbeder, işe ya*rar. Pis gübre, gül fidesinin altına bırakıldığında gülü gü*zelleştirip hoş kokulara inkılâp eder. Nahoş kokulara sa*hip petrol, rafine edildiğinde "siyah altın"a dönüşür, ken*disinden yüzlerce faydalı mamul madde elde edilir.

Onun gibi, şu süflî nefis dahi iyi bir terbiyeyle nuraniyet kazanır, insanın manevî seyru sülûkunda "ateşleyici ve tetikleyici bir unsur" hâline gelir. O zaman süflî zevkler yerine ulvî zevklere yönelir. İsyan-tuğyan yerine Rabbine itaat eder. Böylece gerçek mecrasını bulur, Cennet'e lâyık bir kıymet kazanır.

Hz. Peygamber (a.s.m.), "Cennet'e ancak Allah'a teslim olan nefis girecektir." buyurur.( Müslim, İman, 178.) O'na teslim olmayan ne*fisler ise ateşe teslim edileceklerdir.

Bu münasebetle hatıra gelebilen bir soruya açıklık ge*tirmekte fayda görüyoruz. Şöyle ki:

Bazıları "Cennet'te nefis olacak mı?" diye merak edi*yorlar. Evet, Cennet'te nefis olacaktır. Nefis olmasa insan Cennet'ten ne ile zevk alacak? Ama Cennet'teki nefisler kötü-çirkin meyillerden arınmış olarak Cennet'te olacak*lar. Zaten Cennet imtihan yeri değil lezzet yeri olduğun*dan, her nefis orada her zevk aldığı şeye kavuşacak ve tatmin olacak. Orada nefisler arasında birbirini çekememek, birbiriye rekabet etmek gibi durumlar ortadan kalka*cak.

Nefsi Öldürmek

"'Nefislerinizi öldürün." Kur'an-ı Kerim

Hz. Musa zamanında İsrailoğullarından bazıları, Al*lah'ın dinine girdikten sonra, bir ilâh imiş gibi buzağıya ta*parlar. Hz. Musa bunlara şöyle der:

"Ey kavmim!
nokta.gif
Sizler buzağıyı ilâh edinmekle nefsinize zulmettiniz. Öyle ise Yaratıcınıza tövbe edin de nefisleri*nizi öldürün."( Bakara, 54.)


Ayetin "Nefislerinizi öldürün." kısmı, bir yönüyle "nef*sin arzularını kesmek, onu bütün bütün susturmak" şek*linde anlaşılmış ve tasavvuf ehlince kullanılan bir deyim hâlini almıştır.

Nefsin arzularını kesmenin, onu tümüyle susturmanın yollarından biri, "açlık"tır. Besili bir at, sahibini her an üzerinden atabilir; cılız bir ata hâkim olmak ise daha ko*laydır. Bu noktadan hareketle bazı tasavvuf ehli, sürekli riyazetle [açlıkla] nefse hâkimiyette başarı sağlamışlardır.

Bununla beraber, cılız bir atla hızlı ve emin bir şekilde hedefe varmanın zorluğu da ortadadır. Onun yerine, güçlü kuvvetli ata iyi bir binici olmanın yollarını aramak, daha isabetli görünmektedir.

Sözgelimi, nefiste olan şiddetli hırsı susturmak yerine o şiddetli hırsı ilme, amele ve ihlâsa yönlendirmek, daha faydalıdır. Benzeri bir şekilde, zengin olma arzusunu iptal etmek yerine serveti Hakk'ın yolunda halka hizmette kul*lanmak; kaliteli bir arabaya binme sevdasını yok etmek yerine o arabayla iyi yerlere gitmek
nokta.gif
. insan tabiatına daha uygun olacaktır.


Bu gerçeği bilmeyen bazı nasihatçiler, öğüt verirken "Haset erme.' Hırs gösterme! Düşmanlık yapma! Dünyayı sevme!" şeklinde ifadeler kullanırlar. Böyle diyeceklerine, "Bunların yönlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." deseler sözleri daha etkili olacaktır.( bkz. Nursî, Mektubat, s. 34.)

Konuyu Kur'an'dan bazı örneklerle açmakta yarar gö*rüyoruz:

1- "İyilik ve takvada yardımlasın; günahta ve haddi aşmada yardımlaşmayın!"( Maide, 1.)

Görüldüğü üzere, yardımlaşmanın iyi olduğu yerler var*dır, kötü olduğu yerler vardır. Hiçbir kayıt koymadan "Yardımlaşmak iyidir." diyemeyiz. Yoksa, hırsızlıkta biz*den yardım isteyene de yardım etmemiz gerekir!

2- "Onlar, öfkelerini yutarlar/'(Al-i İmrarr, 134.)

Cenab-ı Hakk, bir kısım kâmil insanları methederken onların öfkelerini yutmasını da nazara verir. Yani onlar dan istenen, öfkelerine hâkim olmalarıdır; yoksa, öfkele*rini bütün bütün ortadan kaldırmaları değildir. Nitekim, ayet, "Onlar, asla öfkesi olmayan kimselerdir." dememiş*tir. Örnek insan Hz. Peygamber, bazı durumlarda öfkele*nirdi ve bu hâl, rengine yansırdı. Ama o, öfkesine daima hâkimdi.

3- "Onlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler/'(48 Fetih. 29.)

Sahabîleri anlatan bu ayet, onların iki seçkin özelliğini nazara vermektedir:

• Kâfirlere karşı şiddetli,

• Kendi aralarında merhametli olmaları
nokta.gif
.


Ülkeyi istilâ etmeye çalışan düşmana sempati duymak, mümin kardeşine ise şiddet göstermek, "ahlaken çökmek" anlamına gelir. İnsan, kendisine verilen duyguları yerli ye*rinde kullanmakla "denge insanı" olur, istikamet üzere ya*şar; yoksa, taşkınlık ve şaşkınlık içerisinde ömrü zayi olur gider.

Nefsanî Meyillerin Parçalanması

insanın fiilleri, meyillerden doğar.

Hz. Peygamber (a.s.m.), nefsin meyillerine dikkat çek*tiği bir hadisinde şöyle der:

"Allah her uzva zinadan payını yazmıştır. Gözün zi*nası bakmaktır. Kulağın zinası duymaktır. Elin zinası tutmaktır. Nefis, ister ve arzular; azalar ise ya bunu uygu*lar veya terk eder."( Buharî, İsti'zan, 12; Müslim, Kader, 20.)

Öyle anlaşılıyor ki her nefis, fıtratı itibarıyla günahlara meyillidir. Büyük zatlar, bu tür meyilleri olmadığından değil, aksine bu meyilleri kontrol altında tutabilmeleriyle büyük olabilmişlerdir.

Meselâ Hz. Yusuf, Züleyha'nın zina teklifi karşısında "Maaz
Allah.gif
[Allah'a sığınırım]!" diye*rek kaçmış ve kurtulmuştur. Kur'an, bu olayı anlatırken şöyle der:


"Kadın, ona niyetlenmişti. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi o da kadına niyetlenirdi!"( Yusuf, 23-24.)

Acaba Hz. Yusuf'un gördüğü burhan neydi? Kur'an bu*nu bize açıkça anlatmıyor. Bir kısım müfessirlere göre Hz. Yusuf, o anda babasının suretini gördü, onun uyarısıyla kurtuldu veya o anda duvarda "Zinaya yaklaşmayın; o, çok çirkin bir şeydir ve kötü bir yoldur!" ayeti temessül etti. Öyle veya böyle, her halükârda Hz. Yusuf, bir burhan [delil] gördü ve uzaklaştı.

Hz. Yusuf, bir Züleyha ile imtihan edildi. Günümüz insanı ise "Haydi gel!" diye her taraftan onu davet eden Züleyha'larla imtihan edilmektedir. Allah'ın her şeyde delillerini görebilecek bir iman seviyesine gelmekle bu tür nefsanî meyillerden kurtulunabilir.

İnsanın fiilleri, meyillerden doğar. Duyduğu, gördüğü, düşündüğü, hatta hayal ettiği şeyler, bu meyilleri besler veya parçalar. Meselâ ölümü düşünmek, haram meyilleri kırar. Hapsi düşünmek, kanunun suç kabul ettiği hareket*lere engel olur. Nefsanî ve şehvanî meyillerde en etkili hâl, Allah'ı düşünmektir. Allah'ın kitabında haram helâl bil*dirilmiştir. "Ben, Allah'ın kulu ve askeriyim." diyen biri, helâllerden istifade eder, haramlardan da uzak kalmaya çalışır. İçinde harama karşı bir meyil uyandığında vicdanındaki ses, Allah'ın hükmünü hatırlatır, o meyli azaltır, söndürür.

Nefisle Mücadelede Devamlılık

Profesyonel sporcular, "yemelerine, içmelerine, uyuma*larına, antrenmanlarına" dikkat etmek zorundadırlar. Ve bu dikkat, devamlılık arz eder. Sözgelimi bir hafta an*trenmana katılmayan bir sporcu, hantallaşır ve müsaba*kada bir varlık gösteremez.

Benzeri bir durum, nefisle mücadelede görülür. Bir imti*han salonu olan şu dünyada yaşayan insanlar, ömürlerinin sonuna kadar nefisle imtihan edildiklerinden, hiçbir zaman' "Artık nefisle mücadelem bitti, kurtuldum!" diyemezler.

Bu noktada nefsi, bir yaya benzetmek mümkündür: Üzerine bastığınız zaman büzülür, ayağınızı gevşetti*ğiniz ölçüde tekrar kabarmaya başlar.

Sirklerde gösteride bulunan aslanlar, daha küçüklükten terbiye edilirler. Gösteri esnasında zaman zaman bakıcı*ları tarafından kendilerine hap verilir. Aslanı yatıştıran bu haplar ihmal edilirse, uysal aslan, ormandaki aslanlara benzeyecek ve bakıcısını bir pençeyle diğer âleme gönde*recektir!

Nefis terbiyesine de küçükten başlamalı ve ömür bo*yunca nefsi teskin edici Kur'anî haplar asla ihmal edilme*melidir.

Anlatılır ki bir zat, devesini satmak üzere pazara ge*tirmiş ve yüksek bir fiyat talebinde bulunmuş. Demişler: "Niçin fazla fiyat istiyorsun? Bu deve bu kadar yapmaz!"

Demiş: "Benim devem sıradan bir deve değil. 'Oh!' deyin*ce yürür, 'Oh, oh!' deyince koşar ve 'Âmin!' deyince de du*rur."

Oradakilerden biri bunu çok ilginç bularak "Devenizi denemek istiyorum; eğer anlattığınız gibiyse alabilirim." demiş. Devenin üzerine oturduğunda "Oh!" demiş, deve yürümüş. "Oh, oh!" demiş, deve koşmaya başlamış. Ada*mın keyfine diyecek yokmuş. Ama bu arada heyecandan deveyi durduracak kelimeyi unutmuş. O sırada bir uçuru*mun kenarına gelmişler; deve bir adım daha atsa uçuruma yuvarlanacaklar. Allah'tan, tam o sırada adam "Âmin!" demiş ve deve durmuş. Adam kurtulmanın sevinciyle "Oh!" dediğinde deve yoluna devam etmiş, uçuruma yu*varlanmışlar!

Temsildeki deve gibi, nefis dahi insana "Oh!" dedirt*mez. Bir insan "Oh, artık bu nefisten kurtuldum!" dediği anda kendisini manen uçuruma atmış olur.


Yazar: Doç.Dr.Şadi Eren

 
Üst