Namaz Kılmayanın Azabı!!!

Nurun Ala Nur

Düzenleyici
Moderator
Sizden Rüya Gören Biri Var mı?
Semure bin Cundeb (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), sabah namazını kıldıktan sonra yüzünü ashabına döner ve sık sık:

−‘Sizden rüya gören biri var mı?’ diye sorardı.

Rüya gören varsa, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah’ın dilediği kadar tabir ederdi.

Yine bir sabah Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize:

−‘Sizden rüya gören biri var mı?’ diye sordu.

Biz de:

−Gören yoktur, dedik.

Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−‘Kuşkusuz ki, ben bir rüya gördüm. Bu gece bana iki kişi geldi. Elimden tutup beni Mukaddes Toprağa çıkardılar ve haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Uyuyan bir adamın yanına geldik, o adamın yanında elinde bir kaya olduğu halde başucunda biri duruyordu. Bazen bu kayayı o adamın başına indirip onunla adamın başını yarıyordu! Taş da sağa ve sola yuvarlanıp gidiyordu. Taşı vuran adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama o adamın başı eskisi gibi iyileşinceye kadar adama vurmuyordu. Adamın başı iyileştikten sonra tekrar taşı adamın başına indiriyor, önceki yaptığı gibi yapıyordu!

Beni getiren iki kişiye:

−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan bir adam duruyordu. Adam çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu ve gözü enseye kadar soyuluyordu! Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Elinde demir kancalar bulunan bir adam, yerdeki adamın yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu.

Beni getiren iki kişiye:

−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Tandır gibi bir yere geldik Üstü dar altı geniş. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yakıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı.

Beni getiren iki kişiye:

−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehrin kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında birçok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşıp çıkmak isteyince, yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam doğru geliyor ağzını açıyor kıyıdaki adam da ona bir taş atarak onu bulunduğu yere gönderiyordu! Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki adam da ona bir taş atıyor ve adam çıkmak için geldiğinde her defasında ağzına bir taş atıp yerine döndürüyordu!

Beni getiren iki kişiye:

−‘Subhanallah! Bu nedir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir! Bu çirkin görünüşlü bir adamın yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu.

Beni getiren iki kişiye:

−‘Bu kimdir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Büyük ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin ortasında çok uzun boylu bir adam vardı. Göğe yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında asla göremediğim kadar çok sayıda çocuklar vardı.

Beni getiren iki kişiye:

−‘Bu kimdir? dedim.

O iki kişi bana:

−Yürü! Yürü! dediler. Beraberce yürüdük. Büyük bir ağacın yanına geldik. Bundan daha büyük ve daha güzel bir ağacı hiç görmedim.

O iki kişi bana:

−Ağaca çık! dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik, kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdi. Sanki böylesine güzellik ve böylesine çirkinlik görmemişsindir.

Yanımdaki iki kişi onlara:

−Gidin şu nehire girin! dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki saf süt, bembeyaz. Gidip içine girip çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.

Beni dolaştıran iki kişi şöyle dediler:

−Bu gördüğün Adn cennetidir. Şu da senin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. Beni gezdirin, içine gireyim! dedim. Şimdilik hayır! Fakat mutlaka gireceksin, dediler.

Ben:

−Geceden beri acayip şeyler gördüm, bu gördüğüm şeyler neydi? diye sordum.

−Sana anlatacağız, dediler ve anlatmaya başladılar:

−Taşla başı yarılan o ilk gördüğün adam, Allah kendisine Kur’an’ı Kerim’i öğrettiği halde, uykuyu Kur’an’a tercih eder, gündüz de Kur’an’ı Kerim’e göre yaşamazdı! Farz namazları da uyuyup kılmazdı! İşte bu nedenle ona kıyamet gününe kadar böyle azap edilir!

Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saçan kimsedir! İşte bu nedenle ona kıyamet gününe kadar böyle azap edilir!

Tandır gibi üstü dar altı geniş bir yerin içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkekler ve kadınlardır!

Kan gibi kırmızı nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam, faiz yiyen adamdır.

Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen çirkin görünüşlü ve kötü manzaralı adam, cehennem bekçisi Mâlik’tir.

Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim aleyhisselam idi. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere ölen çocuklardır.

Yarısı güzel, yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.

İlk girdiğin ev, bütün Müslümanların evi, bu ev ise şehitlerin evidir. Ben, Cebrail’im. Bu da, Mikail’dir.

Başını yukarı kaldır! dedi. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir şey duruyor.

Bana:

−İşte bu de senin evindir, dediler.

Ben:

−Beni bırakın da evime gireyim, dedim.

O iki kişi:

−Ama senin henüz tamamlamadığın bir ömrün var, şayet tamamlamış olsaydın, evine girerdin, dediler.”

Buhari 3/1307, 15/6915
 
Üst