Mutluluğun sırrı.

kalpteniman

KF Ailesinden
Özel Üye
Mutluluğun Sırrı!
Kanaatsiz olan kişi, sahip olduklarını hep az ve yetersiz gördüğü için infak etmeyi düşünmez. Kendisinin varsa ufak tefek eksikliklerini o kadar büyütür ki, fakir fukaradan daha çok muhtaç görür kendini.
Hamd; kullarını hesapsız rızıklandıran Cenabı Hakka; salat ve selam, kerem ve cömertlikte insanların en mükemmeli olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya ve tüm salih kullara olsun…

Çevremize baktığımızda herkesin bir koşuşturma içerisinde olduğunu görüyoruz. İnsanların meşguliyetleri öylesine çok ki; kimileri üretme derdinde iken kimileri de tüketme derdinde...

Evreni yaratan Rahman, ona bazı kanunlar da koymuştur. İnsanlar arasında tabiat kanunları olarak bilinen bu kurallara riayet edildiği sürece, doğanın işleyişinde herhangi bir aksaklık olmaz. Ancak insanoğlu çok hırslı ve doyumsuz davranınca hem kendi şahsına hem de yaşadığı çevreye zarar vermeye başlar. Kazandıkça daha çok kazanma, daha fazlasına sahip olma hırsı, insanın tüm benliğini esir alınca, tatminsiz ve kanaatsiz bir hale gelir. Öyle ki elde edemediklerinin ıstırabını tüm benliğinde yaşar.

Oysa Allah’ın kanunlarına ve Kitabına göre hareket edebilirse insan, ömrü her ne kadar ise, huzur ve mutluluk ile geçer. “Yoksa insan her umduğuna sahip mi olacak?” (Necm / 24) Ayeti kerimesi ile kazandıkları için şükretmesini, kazanamadıkları için de sabretmesini öğrenir.

“Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve (Allah’a karşı) saygılı olursanız, O size karşılıklarınızı verir; O sizden (bütün) malınızı istemiyor.” (Muhammed / 36)

Herkes çocukluk yıllarında çeşitli oyunlar oynamıştır. Çocuklar oynadıkları oyunlara kendilerini öylesine kaptırırlar ki, o an için gerçek hayatmış gibi davranırlar. Bazen oyundaki aksaklıklar için kavga ve küslükler bile olur. Yetişkinler, oyunun dışından onlara baktıklarında gülümseyerek seyrederler onların o hallerini. Oysaki aynı yetişkinler aslında kendilerinin, onların oynadıkları oyundan pek de farkı olmayan bir oyunun içinde olduklarını idrak edemiyorlar.

Eskiden imkânların kısıtlılığında dolayı insanlar, zamanlarının çoğunu dünya malı elde etmek için harcarlarken; günümüzde de imkânların çokluğu ve çeşitliliğinden dolayı aynı zamanı harcıyorlar. Teknoloji insanların hayatlarını kolaylaştırıyor, dolayısıyla insan Rabbine daha fazla ibadet zamanı bulabilir derken, gidişatın hiç de umulduğu gibi olmadığı ortaya çıktı. Teknolojik imkânlar kişileri daha çok kendine ve dünyaya bağladı. Ellerinde olan ile yetinmesini bilmeyen insanlar, daha bir açgözlü olmaya başladılar. Her aldıklarından daha güzelini görünce, ona sahip olmak için daha çok çalışmaya başladılar. Ve öyle bir hale geldiler ki, değil ailelerine; kendilerine dahi ayıracak zamanları kalmadı.

Çamaşır ve bulaşıkların elle yıkandığı, suyun kuyulardan ve derelerden temin edildiği, yemeklerin ateşte pişirildiği zamanlarda kadınlar, ibadet ve taatlerine daha bir düşkündüler. Oysa çağımızda her işin bir makinesi olduğu gibi, zamanı boşa harcatan, elinde olanlardan daha fazlasını arzulatan, televizyon ve bilgisayar gibi makineler de var. Artık kadınlar çamaşırı ve bulaşığı elle yıkamıyorlar ama evlerine doldurdukları fuzuli eşyaların bakım ve temizliğinden ne ibadete ne de çocuklarına ve kendilerine zaman ayırabiliyorlar. Öyle ki kadınlar, ömrü boyunca bir defa bile kullanmadığı ya da kullanmaya kıyamadığı eşyaların hizmetini yapmaktalar.

Yaratılmışların en şereflisi insan değil midir? Her şey insana hizmet için yaratılmamış mıdır? Bu soruların cevabı Kur’an ve sünnete göre “evet”tir. Lakin bugün “insan mı eşya için, yoksa eşya mı insan içindir” sorusunun cevabı; “insan eşya içindir” şeklinde tezahür ediyor. Çocuklar bile kendi evlerinde rahatça hareket edemedikleri için daha bir hırçın ve söz dinlemez olmuşlardır. İnsanların çoğu, hayat rotasının Kur’an ve sünnet tarafından belirlenmesine izin verirse daha bir mutlu ve huzurlu olacağını çoktan unutmuş durumda…

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider.) Tıpkı şöyle; Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra da çer-çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve (ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadid / 20)

Çiftçi nasıl ki yeşeren bitkisinin hep öyle kalacağını düşünmüyorsa, insan da bu dünyanın ve malının hep elinde kalacağını düşünmemelidir. Ondan Rabbinin rızası doğrultusunda istifade etmeli, ebedi yurdu için hazırlıklar yapmalıdır. Açgözlülükle, hırsla kazanılıp elde sıkıca tutulan malın kişiye azaptan başka bir getirisi yoktur. Resulullah (s.a.v) bir gün sahabelerine;

“Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha sevimlidir?” diye sordu. Sahabe;

“Ey Allah’ın Resulü! Hepimiz malımızı her şeyden fazla severiz” diye cevap verince, Allah’ın Resulü şöyle buyurdu;

“Kişinin kendi malı; hayır yaparak önceden gönderdiği, mirasçısının malı ise, harcamayıp geriye bıraktığıdır.”

Akıllı insan, Rabbinin kendisi için taksim ettiği rızkını arayan, eline geçene kanaat edip yetinmesini bilen ve en önemlisi de ebedi yurdu için yatırım yapan insandır. Kanaatsiz davranıp hep daha fazlasını istemek ve tüm hayatını bu uğurda harcamak, ansızın gelen ecelle; vermeye, yemeye kıyamadığı malını mirasçılara bırakmak akıllılık değildir.

Kendi elindekiyle yetinmesini bilmeyen kişi, ne kadar çok kazanırsa kazansın, hep daha fazlasını istemeye, sınırsız bir tatminsizliğe ve doyumsuzluğa düşer. Göz ve gönül tokluğu, insanı çevresine karşı güzel davranmaya ve yaşadığı hayattan lezzet almaya sevk eder. Ancak kişinin hırs göstermeden daha fazla kazanmak için çalışması kanaate engel değildir. Çünkü kanaat, kişinin elinde olanla geçinmesini bilmesidir. Sadece elindekiyle yetinip miskin miskin oturması değildir. Resulullah (s.a.v):

“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur” buyurur.

Kanaatsiz kimse, geçimi yerinde olmayan kişiden daha çok rahatsız, huzursuz ve mutsuzdur. Çünkü o, ne kazanırsa kazansın tatmin olmayacak, dünyanın bütün malına sahip olsa da doymayacaktır. Elindekilere şükretmek asla aklına gelmeyecektir. Karnı tok ama gözü-gönlü hep açtır.

Bugün insanların arasındaki kavga ve kırgınlıkların, devletlerarası savaşların yegâne sebebi, hep daha fazlasına sahip olma hırsı değil midir? Hakim b. Hizam’dan gelen bir rivayette, o şöyle demiştir:

“Resulullah’tan mal istedim, verdi. Tekrar istedim yine verdi. Bir daha istedim yine verdi ve şöyle buyurdu; ‘Ey Hakim! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, onda bereket olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip doymak bilmeyen obur gibidir. Üstteki el alttaki elden daha hayırlıdır.’

Şu bir gerçektir ki, insanın istek ve arzuları sınırsızdır. Bu istek ve arzular ancak ölüm düşüncesiyle, ahret inancıyla dizginlenebilir. Resulullah (s.a.v) bir gün yere bir takım çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle dedi:

“Bunlar insanların istek ve arzuları, şu da onun ecelidir. İnsan hayal içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki, en yakın ölüm çizgisi karşısına gelivermiş.”

Kanaatsiz olan kişi, sahip olduklarını hep az ve yetersiz gördüğü için infak etmeyi düşünmez. Kendisinin varsa ufak tefek eksikliklerini o kadar büyütür ki, fakir fukaradan daha çok muhtaç görür kendini.

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri arzu etmeyin. Erkeklere çalıştıklarından bir pay vardır, kadınlara da çalıştıklarından bir pay vardır. Allah’tan bolluğunu dileyin. Doğrusu Allah her şeyi bilmektedir.” (Nisa / 32)

Çalışmak ve üretmek kadın erkek herkes için bir görevdir. Birçok durumda erkeklerden daha çok, kadınlar kanaatsiz davranmaktadırlar. Başkalarında gördüğüne sahip olma arzusu kadınlarda daha fazladır. Bir başka kadının sahip olduğuna sahip olma isteği ise kadını şükürsüzlüğe itmektedir. Kendini, eşini, çocuklarını ihmal etme pahasına da olsa, o mala sahip olmak için uğraşır durur. Oysaki elinde olanlar ile geçinmesini bilen kadın, kendisi mutlu olduğu gibi ailesinin ve çevresinin mutluluğuna da katkı sağlar. Çünkü bu sayede erkek; kadının bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini yerini getirmek için gecesini gündüzüne katmayacak ve çocuklar; aileleriyle beraber sofraya oturmanın, vakit geçirmenin zevkini tadacaklardır.

Allah katındaki üstünlüğün mal ve mülkte değil de takvada olduğuna inanmak, kişinin dünya hayatından zevk almasını sağlar.

“Dünya bir sona doğru başını alıp gitmekte, ahret ise koşarak bize doğru gelmektedir. İnsanlar arasında, dünyanın da ahretin de isteklileri vardır. Siz ahreti istemeye bakın. Günü gün etmeyin. Bu gün hesap günü değil iş günüdür. Ama yarın artık iş yok, yalnız hesap vardır” uyarısında bulunur Hz. Ali (r.a). Bu uyarıya dikkat kesilenlerden olma dileğiyle…
Alıntıdır.
 
Üst