Kur'an'ın Vitrin Güzelliği: Tevafuk

Nurun Ala Nur

Düzenleyici
Moderator
PEYGAMBER EFENDİMİZ (a.s.m.) Kur’ân’ın en büyük mûcizesi olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) en büyük mûcizesidir. Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîmin kendisi de her yönüyle başlı başına bir mûcizedir. Öyle ki, onun bir âyeti, bir kelimesi, hattâ bir harfi dahi iç içe mûcizelerle doludur.

Kur’ân’ın kendisindeki bu mûcize sadece mânâ ve muhtevasında değil, aynı zamanda lisanında, lâfzında, yazılışında, sûrelerinin tanziminde de açıkça görülür. Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân’ın iki yüz cihetten mûcize olduğunu geniş bir şekilde Sözler isimli eserinin 25. Sözünde anlatır, izah eder.

Kur’ân’ın mûcize yönleri kırk tabaka insana ayrı ayrı hitap eder. Meselâ, bir velinin, bir müçtehidin veya çeşitli ilim sahalarında söz sahibi bulunan bilginlerin Kur’ân’daki mûcizelikleri anlayıp istifade etmeleriyle, “gözlü ve kulaklı tabaka” olarak tabir edilen ve Kur’ân’a yalnız bakmak ve dinlemekle istifade eden âmî bir adamın istifadesi farklıdır.

İşte Kur’ân’ın yazı, lâfız ve yazılışında bulunan ve gözekulağa hitap eden bir mûcizeliği de tevafuktur. Kur’ân’ın mûcize olan bu tevafuku, daha çok okuma yazma bilmeyen kimselere ve göz-kulak zevki olan herkese kolayca hitap ettiği gibi, gözü maddeden başka bir şey görmeyen kimselere de açıkça görünür.

Benzer lâfız ve kelimeler arasında uygunluk ve sıralanıştaki güzellik ve tatlılık mânâsına gelen “tevafuk”, Kur’ân’ın yazılış ve tertibinde ilk göze çarpan hârika bir yönüdür.

Eserlerinde bu hususa dikkat çeken ve Kur’ân’daki bu tevafukun tekrar gözlere gösterilmesini Kur’ân’a yapılan büyük bir hizmet olarak kabul eden Bediüzzaman bu meseleyi şöyle izah eder:

“Satırlar ve âyetler arasındaki fasıllar (aralıklar) intizamsız olduğu için tevafukatı kısmen bozulmuş. Onunla beraber bize kanaat geldi ki, tevafuk matluptur (arzu edilir, istenir). Çünkü tekerrür eden kelimât (tekrarlanan ke-limeler) üstünde, tekerrürden gelecek kusuru izâle edecek (giderecek) bir ziynet ve güzelliktir. Ve anladık ki, sayfa ve satırları değiştirmemekle beraber, tekellüfsüz (zorlamadan) ve tevafukat-ı matlûbe bir derece gösterilebilir. Ve onu göstermekle hatt-ı Kur’ânîye bir zevk, bir şevk uyandıracak.”

Esas itibariyle bu tevafuklar Peygamberimizin (a.s.m.) talimatı ile Sahabîlere yazdırılan ilk Kur’ân nüshalarında mevcut olduğu gibi, Hz. Ebû Bekir zamanında toplanıp iki kapak arasında bir kitap haline getirilip Hz. Osman zamanında çoğaltılan Kur’ân nüshalarında ve daha son-raki asırlarda var olan bütün Mushaflarda mevcuttu. Fa-kat ileriki asırlarda hattatların dikkatsizliği ve titiz dav-ranmamaları sonunda Kur’ân’ın bu tevafuku bir cihette örtülmüş, gözden kaybolacak hale gelmişti.

Kur’ân’daki bu tevafuk bilhassa “Allah” lâfzında, lafzullahın sûrelerle olan irtibatında, karşılıklı ve arka ar-kaya olan sayfalarda ve her sayfada ayrıca görülmektedir. Bediüzzaman, Mektubat isimli eserinde bu hususta bazı misâller verir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:

“Allah” lâfzı Kur’ân-ı Kerîmde 2806 defa zikredilmiştir. “Rahman” lafzı ise “Bismillah”dakilerle beraber 159, “Rahîm” lâfzı 220, “Gafûr” lâfzı 61, “Rab” 846, “Hakîm” 86, “Alîm” 126, “Kadîr” 31, “Lâ ilâhe İllâ hû”daki “Hû” 26 defa zikredilmiştir. “Allah” lâfzının sayısında çok sırlar ve nükteler vardır.

Ezcümle: Lâfzullah ve Rab’den sonra Kur’ân’da en çok zikredilen Rahmân, Rahîm, Gafûr ve Hakîm ile beraber lâfzullah Kur’ân’da mevcut olan âyet-lerin yarısı kadardır.

Sûrelerdeki tevafukun da çok çeşitli nükteleri vardır.

Şöyle ki:

Bakara Sûresindeki “Allah” lâfzının sayısı ile sûrenin âyet sayısı aynıdır. Yalnız dört fark vardır; bu fark-lar da dört adet “Hû” lafzıyla tamamlanmaktadır. Âl-i İmran Sûresinde âyet sayısı ile lâfzullah arasında bir tevafuk vardır. 209 adet “Allah” lâfzı bulunmakla beraber, âyet sayısı lâfzullah sayısı arasında dokuz fark vardır. Yine Nisâ, Mâide ve En’âm Sûrelerinin toplam âyet sayısı, Bismillah ile birlikte içinde bulunan “Allah” lâfzının sayısına eşittir. Bu durumda âyetlerin sayısı da, lâfzullahların sayısı da 464’tür.

Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Tanzim edilse pek nâdir istisna ile mecmû-u Kur’ân’da (Kur’ân’ın tamamında) 2806 Lâfz-ı Celâlin adedinde tevafukat görünecektir. Ve bunda bir şûle-i îcaz parlıyor. Çünkü fikr-i beşer bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karışamaz. Tesadüfün ise bu mânidar ve hikmetdar vaziyete eli ulaşamaz.”

Lâfzullahtaki bu tevafukları karşılıklı sayfalarda görmek mümkün olduğu gibi, aynı sayfada görmek de mümkündür. Meselâ dikkat edildiğinde “Allah”

Karşılıklı sayfalarda ise bu tevafuk Sebe’ Sûresinin 46. âyeti ile Fâtır Sûresinin 1. âyetinde bulunan “Mesnâ” kelimeleri karşılıklı olarak birbirlerine bakmasıyla görülmektedir.

Yine Kur’ân’ı bazı yerlerinde mânidar tevafuklar da vardır. Meselâ Kehf Sûresinin 22. âyetindeki “Onların köpekleri” mânâsına gelen “Kelbühüm”

Bilhassa karşılıklı sayfalarda, bir önceki veya bir son-raki sayfalardaki tevafukları “bir derece göstermek için yeni bir mushaf yazdırıyoruz” diyen Bediüzzaman, bu hususu şöyle açıklar:

“En münteşir (yaygın) mushafların aynı sahife, aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber, sanatkârların lâkaytlığı tesiriyle adem-i intizama (intizamsızlığa) maruz kalan yerleri tanzim edip, tevafukatın hakiki intizamı inşâallah gösterilecektir ve gösterildi.”

Bediüzzaman yazdırdığı bu Mushafta sayfa ölçüsü olarak, Bakara Sûresinin bir sayfalık 282. âyet-i kerîmesini; satır ölçüsü olarak da bir satırlık İhlâs Sûresini esas alır. Zaten bu ölçüler Hâfız Osman hattıyla yazılmış Mushafta belirlenmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân’daki bu tevafuku gösteren Kur’ân-ı Kerîmi kendi talebesi Hüsrev Altınbaşak’a yazdırdığı gibi, daha sonraki tarihlerde bu tertip esas alınarak bir tane Hattat Hâmid’in, bir tane Hattat Ref’et Kavukçu’nun, bir adet Mehmet Özçay’ın ve en son bir tane de Muhsin Demirel’in hattıyla yazılmıştır. Bu Mushafların renkli baskılarında tevafuklu kelimeler kırmızı renkte basılarak tevafuklar daha açık bir şekilde gösterilmiştir.


163-Tevâfukat-ı Kur’âniyeye Dair, s. 11-12
164-Mektubat, s. 379-382
165-Mektubat, s. 382

Mehmed Paksu
 
Üst