İnfitâr Sûre-i Şerif’inin Tefsiri

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
İNFİTÂR SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminde, Nâziât sûre-i şerif'inden sonra nâzil olmuştur. On dokuz Âyet-i kerime, seksen kelime ve üç yüz yirmi yedi harften müteşekkildir.

Adını ilk Âyet-i kerime'de geçen ve "Yarılmak" mânâsına gelen "İnfitâr" kelimesinden alır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in cemaatle kılınan namazlarda okunmasını tavsiye ettiği sûre-i şerif'ler arasında yer almaktadır.

Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-in kıldırdığı bir yatsı namazını çok uzatması üzerine ona şöyle buyurmuştur:

"Fitne koparmayı mı arzu ediyorsun ey Muâz? 'Sebbihi'sme Rabbike'l-a'lâ', 'Ve'd-duhâ', 'İze's-semâün-fetarat' sûreleri neyine yetmiyor?" (Nesâî)

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle'de, "Tekvîr" Sûre-i şerif'inde olduğu gibi kıyamet gününün bazı korkunç safhaları anlatılmaktadır.

Altıncı Âyet-i kerime'ye kadar kıyametin bazı hadiseleri tasvir edilerek göğün yarılacağı, yıldızların saçılacağı, aralarındaki engeller kaldırılarak deniz sularının birbirine karışacağı ve kabirlerin içinin dışına çıkarılacağı beyan edilmektedir.

Dokuzuncu Âyet-i kerime'ye kadar insanın Rabb'ini inkâr etmesi ve ilâhî nimetlere karşı nankörlüğü selis bir üslupla kınanmaktadır.

On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar, kâfirlerin dini yalanlamaları mevzu edilirken, yazıcı meleklerin kişinin yaptığı iyilik ve kötülüklerin hepsini bir bir yazdığı, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme girecekleri haber verilmektedir.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, hesap gününün şiddeti gözler önüne serilmekte ve hiç kimsenin hiçbir şeye sahip olmadığı o cezâ gününde, yalnızca ilâhî hükmün geçerli olacağı beşeriyete ilân edilmektedir.

Kıyametin Bazı Safhaları:

İsrâfil Aleyhisselâm'ın Sur'a üfürmesi ile kıyamet kopar, böylece ilâhî emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.

Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.

"Gök yarıldığı zaman." (İnfitâr: 1)

Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.

"Yıldızlar saçıldığı zaman." (İnfitâr: 2)

Nurlarını kaybederler, aydınlıkları yok olur, yerlerinden kopup yağmur taneleri gibi yeryüzüne serpilirler.

Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.

"Denizler birbirine karıştığı zaman." (İnfitâr: 3)

Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş hâline gelir.

"Kabirlerin içi dışına çıktığı zaman." (İnfitâr: 4)

Kabirler açılır, ölen insanlar nerede ve ne durumda olurlarsa olsunlar; mükâfat ve mücazatlarını görmek üzere, önceden yaratıldıkları gibi, pek kolaylıkla yeniden vücut bulup kabirlerinden kalkarlar. Hiç şüphesiz ki bu da kıyametin ikinci safhasıdır.

"Herkes, yapıp gönderdiklerini ve yapmayıp geride bıraktıklarını bilecektir." (İnfitâr: 5)

Dünyada iyilik olsun, kötülük olsun kendi işlemiş olduğu amelini bildiği gibi, numune olup da kendisinden sonra gelenlerin işlemelerine sebep olduğu iyilik ve kötülükleri de bilecek; iyi ve kötü bütün amellerini en ince teferruatı ile beraber defterinde görecektir.

Şüphesiz ki bu hadise insan hafsalasının çok çok üstündedir.

"O günde ki, bütün gizli sırlar meydana çıkarılır." (Târık: 9)

Âyet-i kerime'si ile haber verildiği gibi, gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar, niyetler, maksatlar bir bir ortaya serilir.

Engin Kerem Sahibi
Bir Allah:

Allah-u Teâlâ kıyamet ahvâlini hatırlattıktan sonra gâfil ve câhil insana hitap ederek şöyle buyurdu:

"Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitâr: 6)

Rabb'inin ihsanına isyanla, sana olan merhametine taşkınlıkla nasıl karşılık verdin? O'nun engin ihsan ve ikramları karşısında isyan yakışır mı? Halbuki bu yaptıklarının ileride ortaya serileceğini ve hesaba çekileceğini biliyorsun!

"O Allah ki, seni yoktan yarattı, düzenledi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği şekilde seni terkip etti." (İnfitâr: 7-8)

Allah-u Teâlâ insanı her uzvu yerli yerince ve en mükemmel bir tarzda, en güzel bir ölçüde yaratmıştır. Hangi uzuv nereye yarayacaksa ona uygun biçimde düzgün yapmış, her birini bir çok faydalar sağlayacak şekilde düzenlemiştir.

Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden O'dur.

Her güzelliğin, her tekâmülün ilk numunesi O'nundur.

Onun yaratıcı gücü bütün uzuvlarda mucizevî bir şekilde kendini gösterir.

İnsanın her yaratılan şeyde Allah-u Teâlâ'nın eserlerini görmeye çalışması gerekir. Bu tefekkürler sayesinde iman tekâmül etmiş olur. İnsanın şekline, biçimine ve uzuvlarının uygunluğuna bakıp düşünen kimse, insanın şeklinin, diğer canlılara nispetle en güzel şekil olduğunu anlar. Bedenin iç ve dış yapısına bakılırsa akıllara durgunluk verecek inceliklerle karşılaşmamak imkânsızdır.

Gözünün birini büyük birini küçük yaratmadı. Farz-ı muhal ki; gözünü ayağının altına koysaydı, ayağını başının üzerine koysaydı, ellerini hiç takmasaydı, nefes borularını, yemek borularını vermeseydi; bunları sana kim verebilir, kim takabilirdi?

İnsanın bütün uzuvlarında harikulâde ince sanatlar vardır. Fakat hiç şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın insana en büyük lütfu, ruh vermesidir. Beden o ruh sayesinde ayakta durur. Kâinatın güzelliklerini, Yaratıcı'nın kemâlini idrak eder.

Bundan dolayıdır ki Allah-u Teâlâ ona: "Ey insan!" diye hitapta bulunmuştur.
_______________________________________________________________
İNFİTÂR SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2


Kirâmen Kâtibin:

“Şerefli Kâtipler” mânâsına gelen “Kirâmen Kâtibîn” melekleri her insanın sağında ve solunda bulunur. Sağındaki sevapları, bütün iyiliklerini; solundaki ise günahları, bütün kötülüklerini kayıt ve tespit eder. İnsanların ağızlarından çıkan her sözü, işledikleri iyi ve kötü, büyük küçük her şeyi amel defterlerine yazarlar. Mânen çok hassas kamera ile bütün hâl ve hareketlerinin, konuşmalarının fotoğraflarını ve filmini çekerler. Bu onun bütün hayatının filmidir.

“Hayır, hayır! Doğrusu siz, dini yalanlıyorsunuz.” (İnfitâr: 9)

Onun içindir ki gururlanıp aldanıyorsunuz.

Seni bir nutfeden yarattığı halde, sana ölçülü bir biçim verdiği halde, bütün bu ihsanlara karşı O’na isyan etmekle cezânı hak etmiş olmuyor musun?

Bu sahnede öyle bir durum var ki, kişinin her sözü, her kelimesi, her görüntüsü zapt ediliyor. İnsan ölürken son anda bu filmi seyredecek, gideceği yeri görecek de gidecek. Ya saâdet-i ebediye veya felâket-i ebediye ile karşılaşacak.

“Oysa üzerinizde gözetleyici (melek)ler vardır.” (İnfitâr: 10)

İnsana eşlik eden ve gözetleyen o melekler, yaptığınız amelleri kayda geçirerek kıyamet gününe kadar muhafaza edeceklerdir. İğne ucu kadar küçük bile olsa hiçbir şey kaybolmayacak ve bir gün gelecek her yaptığınızdan hesaba çekileceksiniz.

“Çok şerefli kâtipler.” (İnfitâr: 11)

Öyle kâtipler ki; Allah katındaki mertebeleri çok yüksektir, çok saygıdeğerdirler, görevlerinde en ufak bir kusurları olmaz.

“Ne yaptıklarınızı bilirler.” (İnfitâr: 12)

Bile bile amel defterlerine yazarlar. Hiçbir şey unutulmaz, hiçbir şey noksan bırakılmaz. Bu melekler insandan hiç ayrılmazlar.

Kişi, her ne kadar isyan ederse etsin, yaptığı hiçbir zerre amel yoktur ki bilinmemiş ve görülmemiş olsun. Son nefesini vermeden önce bütün yaptıklarını görür. Gideceği yeri de o anda görür. İyilerden ise bir an evvel gitmeyi arzu eder, kötülerden ise gitmeyi aslâ istemez.

Bu yazılan defterler, kıyamet günü sahiplerine teslim edilir, hesap da bu defterlere göre olur. Bu melekler ayrıca hesap sırasında yapılan işlere de şâhitlik ederler.


Din Gününün Sahibi:

Allah-u Teâlâ Fâtiha sûre-i şerifi’nin 4. Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ini:

“Din gününün sahibi” olarak vasıflandırmaktadır.

Öyle bir gün ki; inananla inanmayanı, itaatkârla isyankârı, şükredenle nankörü, zulmedenle zulme uğrayanı orada ayıracak, iyileri mükâfatlandırıp kötüleri cezalandıracak, dilediğini de bağışlayacaktır.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“İyiler nimet içindedirler.” (İnfitâr: 13)

İmanlarında sadakat gösteren sâlih müminlerin hesabı gayet kolay geçecek, kötülüklerinden geçilecek, yaptıkları iyiliklere bol bol mükâfatlar verilecek, cennette de ebedî kalacaklardır.

“Kötüler de cehennemdedirler.” (İnfitâr: 14)

Kâfir, müşrik ve münâfıkların yaptıkları iyilikler boşa çıkarılmış, âhiret mükâfatlarından mahrum bırakılmışlardır. Kıyamette yakıcı ateş içinde ebedî kalacaklardır. Bu onlar için belirlenmiş kesin bir âkıbettir.

“Din günü oraya girerler.” (İnfitâr: 15)

Ateşin önlerinde yanmakta olduğunu ve içine muhakkak düşeceklerini gördüklerinde, artık kaçıp kurtulacakları bir yer bulunmaz. Ne kadar yardım isterlerse istesinler, kendilerine yardım edilmez. Halbuki o felâket başlarına gelmeden önce, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını sanıyorlardı.

“Onlar, oradan bir daha da ayrılamazlar.” (İnfitâr: 16)

Kaçıp kurtulmaları mümkün değildir. Azapları da bir an bile hafifletilmez. Küfür en büyük isyan olduğundan, onun cezası da en büyük azap olan cehennem azabıdır.

“Din gününün ne olduğunu bilir misin?” (İnfitâr: 17)

İnsan olarak dünyaya gelen herkesin bu günü bilmesi ve ona göre hayatını düzenlemesi gerekir.

“Nedir acaba o din günü?” (İnfitâr: 18)

Soruyu soran da O, cevap veren de O...

“O gün kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı gündür.” (İnfitâr: 19)

“Din günü” her yapılanın karşılığının verileceği son gün demektir. O gün, kendi mülkünde tasarrufta bulunan mülk sahibi gibi tasarrufta bulunacak, tasarrufuna ortak olacak hiç kimse bulunmayacaktır.

O gün, hüküm günüdür; özür beyan etme günü değildir.

“O gün, emir yalnız Allah’a âittir.” (İnfitâr: 19)

Ne emir buyurursa o olacaktır.

O gün, tek hâkim O’dur. Hükmünde O’na hiç kimse, hiçbir şekilde ortak olamaz. Affetmek veya cezalandırmak bütünüyle O’nun yed-i kudretindedir. Cezalandırmak istediği bir kişiyi, kimsenin affetmeye gücü olmadığı gibi, affetmek istediği bir kişiye de kimsenin ceza verdirmeye gücü yetmez. Başkasının işlediği bir günah, bir kimsenin hesap defterine yazılmadığı gibi, hiç kimse işlediği günahın cezâsından fazlasına çarptırılmaz. Hiç kimseye zulmetmemesi O’nun şânındandır. Verdiği bir kararı hiç kimse değiştirmeye güç getiremez. Her işi adaletlidir, her hükmü hakkâniyetlidir.

Dünyada bir çok haksızlıklar olmaktadır. Öyle kimseler vardır ki, hakettiği halde mükâfat alamaz. Kimisi de tam alamaz. Bazıları haksız yere cezalandırılırlar. Kimisi cezayı hakettiği halde ceza görmekten kurtulur. Bazı kimselere hakettikleri cezadan daha azı verilir. Zâlimler beraat ederken, mazlumlar bakakalırlar. Bir kişinin suçunun bir başkasına yükletildiği de görülmektedir.

Mahkeme-i kübrâ’da ise bu gibi adaletsizlikler olmayacak, herkes yaptığının karşılığını tam olarak alacaktır. Kâfirler azaplandırılırken, inananlar mükâfatlandırılacaktır.

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Üst