ıı. Tarihî süreç

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Hz. Muhammed'in yirmi üç yıllık peygamberliği döneminde tamamlanan
vahiy (Kur'an) ve onun açıklaması mahiyetindeki sünnet İslâm dininin
inanç, ibadet ve ahlâk yanında hukukî, bireysel ve sosyal hayatla ilgili temel
ilkelerini ve amaçlarını belirlemiş ve dinin ana çatısını kurmuştur. Bununla
birlikte İslâm'ın bu iki aslî kaynağının, bu kaynaklarda ifade edilen
ilke, hüküm ve hedeflerin, örneklendirme ve benzetmelerin anlaşılması,
yorumlanması ve bunlardan amelî hayatın çeşitli yönlerine ilişkin bazı değer
hükümlerinin ve uygulanabilir sonuçların çıkarılması aklî muhakeme ile
mümkün olmaktadır. Sınırlı sayı ve muhtevadaki nasların yani Kur'an ve
Sünnet metninin, sınırsız sayıda ve çok çeşitli olaylara ışık tutabilmesi, farklı
konum ve mahiyetteki insan davranışlarını yönlendirebilmesi ancak böyle
bir anlama ve yorumlama faaliyetiyle mümkün olur.
Anlama, yorumlama ve bakış açısı yönüyle bireyler arasında önemli
farklılıkların bulunması, üstelik insanların kültür, gelenek, bilgi ve tecrübe
birikimlerinin dönem ve bölgelere göre de değişmekte olması aynı Kur'an veya
hadis metninden aynı dönemde veya farklı dönemlerde farklı anlam ve hükümlerin
çıkarılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu durum, İslâm'da fikrî tartışmanın
ve ihtilâfın hoşgörüyle karşılanıp tabii bir hadise olarak görülmesinin
de, İslâm ümmeti içindeki dinle ilgili görüş ayrılıklarının da ana sebebini
teşkil etmiştir. Böyle olunca, Kur'an'ın metninden, sünnetin muhtevasından
ve İslâm toplumunun asırlarca devam eden geleneğinden açıkça anlaşılan
ve müslümanların asgari müştereğini teşkil eden değişmez bir İslâmî öz ve
ana unsur yanında bir de anlama, yorumlama ve bakış açısına göre değişebilen
ve çeşitli toplumlara renk ve ton farkıyla değişerek yansıyan bir İslâmî
hayattan ve gelenekten söz etmek mümkündür. Buna ilâveten, nasların
insan zihninin cevabını aradığı her soruyu, ferdî ve içtimaî hayatın her alanını
ayrıntıyla ele almadığı, çoğu yerde bu konulardaki cevaba ve çözüme
yardımcı olacak ana ilke ve hedefleri vermekle yetindiği ve geride "bilinçli
boşluk" denilebilecek geniş bir alan bıraktığı da bilinmektedir. Bu alan müslüman
birey ve toplumlar tarafından, dinin ilke ve hedeflerine aykırı olmaması,
hatta onlarla bütünleşmesi kaydıyla serbestçe düzenlenebilecektir. Bu
nisbî serbestlik de haliyle İslâm dünyasında tarihî seyir içinde dönemlere ve
bölgelere göre değişiklik gösteren zengin bir çeşitliliğin yaşanmasının bir
diğer sebebini teşkil etmiştir.
Yukarıda yapılan tasvir ışığında, İslâm'ın anlaşılması, değişmezliği ve
uygulamaya da yansıyan farklı tezahürleri yönüyle iç içe üç halkadan söz
etmek mümkündür. Bu ayırım aynı zamanda İslâm'ın doğrudan ve dolaylı
olarak ilgi alanını ve kapsamını tanıtıcı da olacaktır. En içte Kur'an ve Sünnet
metninden doğrudan ve açık bir şekilde anlaşılan öz, İslâm'ın ana ve
değişmez unsuru yer alır. İkinci halkayı nasların dolaylı şekilde ve yorumlama
sonucu kapsadığı alan, nasların izdüşüm alanı teşkil eder. Bu alanda,
izlenen aklî istidlâle, muhakemelere ve bakış açılarına göre naslara farklı
yorumlar getirmek ve onlardan farklı sonuçlar çıkarmak mümkün olduğundan
kısmî bir değişkenlik ve farklılık gözlenir. En dışta ise, müslüman fert ve
toplumların dinin rehberliği ve yönlendirmesi sonucu belli bir kıvama gelmiş
kendi öz inisiyatifleriyle, bilgi ve tecrübe birikimlerinden, kültür ve geleneklerinden
kaynaklanan tercihleriyle dolduracakları fakat ilk iki alanla da çelişmemeye
özen gösterecekleri üçüncü halka yer alır. İslâm'ın ilgi alanını ve
kapsamını değişmezlik değişkenlik, yoruma açık veya kapalı oluş, doğrudan
veya dolaylı oluş itibariyle böyle bir üçlü ayırıma tâbi tutmak mümkün ve
doğru ise de, hangi hükmün hangi halkada yer aldığı konusunda belli ölçüde
izâfîliğin bulunması ve birtakım farklı görüşlerin olması kaçınılmazdır.
Özetle ifade edilen bu kategorik tasvir ve genelleme, Hz. Peygamber'in
vefatını takip eden ilk birkaç asır içinde, nasların anlaşılması, yorumlanması
ve günlük hayatın bu istikamette düzenlenmesi çabalarının tek bir çizgide
seyretmeyip İslâm'ın yayılış alanıyla ve hızıyla da bağlantılı olarak farklı
birçok anlayış, ekol ve temayülün ortaya çıkmış olmasına önemli bir açıklama
getirmektedir. İslâm'ın yayılışı sürecinde İslâm'la tanışan ve müslüman
olan toplumların kendi geleneklerini, örf ve âdetlerini İslâm döneminde de
bir ölçüde devam ettirmiş olması, komşu kültürlerin İslâm medeniyeti içinde
kendini ifade imkânı bulması, İslâm'ın bölgesel ve sosyal şartlara kolayca
uyum sağlayabilmesi de yine aynı alan ayırımının sağladığı esneklikle ve
uyum kabiliyetiyle yakından bağlantılıdır. Bununla birlikte tarihî süreç itibariyle
İslâm dünyasında İslâm'ın anlaşılması, yorumu ve günlük hayata geçirilmesi
konusundaki müsaade edilen farklılıkları sadece müslüman fert ve
toplumlar arasındaki anlayış ve yorum farkıyla, kültür ve gelenek farkıyla
açıklamanın yetersiz kalacağını, bunun dışında birçok âmilin de söz konusu
edilebileceğini ayrıca belirtmek gerekir.
İslâm'ın getirdiği fikir ve vicdan hürriyeti, fertlerin birbirinden farklı duygu,
düşünce ve karakterde yaratılmış olmaları, âyet ve hadislerin bir kısmının
ifade ve kapsam yönünden kolay anlaşılır, bir kısmının da mânalarının
kapalı olması, bunları değerlendiren bilginlerin değişik metot ve ölçülere
sahip olmaları, hilâfet tartışmaları, müslümanlar arasında meydana gelen iç
savaşlar, müslümanların çeşitli kültürlere sahip milletlerle temasa geçmesi,
felsefî eserlerin tercüme edilerek İslâm dünyasında yayılması, değişen akımlar
ve gelişen toplum hayatının doğurduğu ihtiyaçlar karşısında âyet ve
hadislerden hüküm çıkarma zorunluluğunun hissedilmesi ve değişik siyasî
düşünceler zamanla fıkhî ve itikadî ekollerin ve gruplaşmaların ortaya çıkmasına
sebep olmuş, Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarma gücünde olmayanlar
bu güçteki âlimlerin görüş ve düşünceleri etrafında toplanarak mezhepleri
oluşturmuşlardır.
Mezhep sözlükte "gidilecek yer, gidilecek yol, görüş, doktrin ve akım"
gibi mânalara gelir. Bir terim olarak ise mezhep, kendi içinde tutarlı bir düşünce
sistemine sahip olduğu kabul edilen itikadî ve fıkhî doktrini ifade eder.
Çoğulu "mezâhib"dir. Mezhep kurucusu kabul edilen imam veya müctehid
hiçbir şekilde bir din koyucusu veya din tebliğcisi değildir. Yüce Allah tarafından
konulan ve Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen İslâm dininin
gerek inanç, gerekse fıkıh (ibadet ve hukuk) alanına giren meselelerini delilleriyle
birlikte ele alıp bunlara ilişkin yorum ve çözümler getirme ihtiyacı
karşısında, delillerinden hüküm çıkarma yeterliğine sahip bilginler birbirinden
farklı görüşler ve çözüm örnekleri ortaya koymuşlardır. İşte belli görüşler
etrafında oluşan ve yeni katılımlarla da giderek zenginleşen fikrî kümeleşmeye
mezhep denilmiştir. Genellikle fıkıh mezhepleri, kurucularının isimleri
ile anılır. Hanefî mezhebi, Mâlikî mezhebi gibi. Akaid mezhepleri ise,
Şîa, Mu‘tezile, Havâric gibi belli topluluklara nisbet edildiği gibi kurucusuna
izâfetle de anılmıştır: Mâtürîdî, Eş‘arî gibi. Ana akaid mezheplerinin ayrıldığı
kollar da fıkıh mezhepleri gibi daha çok bir şahsa nisbet edilmiştir. Akaid
mezhepleri için daha çok "grup" anlamına gelen "fırka" (çoğulu fırak), "görüş"
anlamına gelen "makale" (çoğulu makalât) ve "anlayış tarzı" mânasına gelen
"nıhle" (çoğulu nihal) kelimeleri kullanılır.

Kunfeyekun.Org
Kaynak:Diyanet İlmihali
 
Üst