İhsan

merkur

KF Ailesinden
Özel Üye
Hayata ibretli bir nazarla baktığımızda, Allah’ın ihsânının çoğu defa kalbi kırık, mahzun, garip ama bir o kadar da kalpleri doğruluk ve sâfiyetle yoğrulmuş olan ve yüreklerinden samimiyet çiçekleri açan bahtiyarlara isabet ettiğini görebiliriz.

Ne gariptir şu dünyanın halleri. Ne aciptir Rahmân’ın icraatları. Kişi kendini bilmemeli ve bir işe layık görmemelidir. Belki başkaları tarafından bilinmelidir.

Çünkü kişinin kendini bilmesi ve beğenmesi Cenâb-ı Hakk’ın ikram ve ihsânına en büyük engeldir. Bir çok kalbi kırık, yüreği yanık mahzun kişiler vardır ki pek farkedilmezler. Ama Rahmân’ın ihsânına mazhar olurlar. Bunlarla ilgili tarihten bazı anekdotları arz etmek istiyorum:

Ne kadar mânidardır ki; şehirlerden o kadar verimli ve sulak ve serin şehirler olduğu halde sıcak ve kurak olan Mekke şehri İlâhî ikrama ve teveccühe mazhar olup, hem Kâbeye hem de Habîb-i Zîşana
(asm) vatan olarak seçilmiş.

Gerek diğer milletlerde ve gerekse Araplar arasında nice nüfuzlu, mal bakımından zengin, itibar bakımından ünü ülkelerini aşmış şahsiyetler varken,
Cenâb-ı Hakk nübüvvet tacını Abdullah’ın yetimi olan Muhammed’ül Emin’e (asm) ihsan buyurmuş.

Sıcak bir yaz günü, bütün Beni Saide kadınları varlıklı ailelerden süt çocukları bulmuşlardı. İçlerinde Halime adında fakir bir hanım, hem zayıf ve cılız merkebi yüzünden geri kalmış, ve hem de fakirce olduğundan umduğu gibi bir süt çocuğu bulamadığından kalbi ziyadece mahzun ve mahrum olmuş idi. Ümidini kesmiş boynu bükük olarak memleketine geri dönüyordu ki iki cihan serveri olan Habîb-i Zîşan’a süt annelik şerefiyle şerefyab oldu.

En son kafile de Medine’ye vâsıl olalı on beş gün geçmişti. O gün de gözcüler kalpleri titreyerek ve pürdikkat mukaddes yolcuyu beklemekteydiler. Mukaddes misafirlerinin gelmediğini görüp hanelerine dağılıyorlardı ki, birden gözcülerden birinin gözüne ak elbiselere bürünmüş olarak iki yolcu ilişti. “Geliyorlar… Geliyorlar!” Bir haber ki hüzünleri sevince, kederleri saadete dönüştürdü. Daha az önceki umûmi hüzün havası; yerini bayrama, şenlik ve neşeye bırakmıştı. Çünkü yardan öte yâr geliyordu. Herkes pürneşe kutlu yolcuya ve O’nun mübarek arkadaşına hoşamedi etmekteydi. Kimin evinin önünden geçse: “Ya Resûlallah bize buyur. Bizim evimiz geniş ve nüfuzumuz pek fazla. Seni en ziyade biz rahat ettiririz.” kabilinden davetler etmekteydiler.

Kimse farkında değildi ama evlerinin bir köşesine oturmuş, kalbi yanık bir karı-koca ağlaşıyorlardı. “O kadar nüfuzlu kişiler, o kadar varlıklı aileler, o kadar geniş ferah evler varken Allah’ın Resûlü bizim hanemize gelir mi?” diye iç çekip ağlaşıyorlardı. Fakat ihsan bu, adı üstünde. Ne parayla, ne nüfuzla, ve ne de pazu kuvvetiyle elde edilemez. Hiç beklenmedik bir şekilde oluverir. İşte Rahmân’ın ihsânına bakınız ki, bu devlet ve saadet oku onlara isabet etmişti. Peygamberimiz (asm) onlara misafir olup yedi ay boyunca hanelerini şereflendirmişti.

Hayata ibretli bir nazarla baktığımızda, Allah’ın ihsânının çoğu defa, kalbi kırık, mahzun, garip ama bir o kadar da kalpleri doğruluk ve safiyetle yoğrulmuş olan ve yüreklerinden samimiyet çiçekleri açan bahtiyarlara isabet ettiğini görebiliriz. Böyle gariplere karîp olabilme duâ ve niyazıyla…

irfan mektebi 7. sayı
Kürşad İMANLI

 
Üst