Icâzet

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Bir şeyi uygun ve makûl görmek, izin vermek, münasip tutmak, bir görüş ve emri infaz etmek, bir maddenin uygunluğunu kabul etmek.

İlimde ve yazıda tahsilini bitirenlere verilen şehadetnâme (belge) yerine kullanılan bir tabirdir. Eski medrese usulüne göre, okuduğu dersi veya sanatı bitiren öğrencilere hoca ve üstadları tarafından böyle bir belge verilirdi. Buna "icazetnâme" denir ki, izin kâğıdı anlamına gelir. İcazetnâme almış olana "mücâz", icazet vermiş olan üstada da, "mûciz" denir.

Bir fıkıh tabiri olarak icâzet ise, duruma göre kısımlara ayrılır. Meselâ; bir kimseden herhangi bir işle ilgili olarak, izin ve ruhsata delâlet eden bir fiil ve hareketin meydana gelmesine fiilî icâzet dendiği gibi, bir şey hakkında "izin verdim" demesine de sözlü icâzet denir.

İcazet, fıkıhta daha ziyade bir kimsenin önceden izni olmadığı halde yapıldıktan sonra bir şeyi kabûl ve tasdik etmesi manasında kullanılır. Buna İslâm hukuku dilinde "İcazet-i lâhika" denir. Meselâ bir kimse diğer birinin malını sattıktan sonra mal sahibine haber verir, o da bunu kabul ederse bu bir icâzet-i lâhika olur (Merginânî, el-Hidâye, III, 69).

Hadis usulünde de söz konusu olan icazet, bu ilim dalında üstadın talebesine duyduklarını veya kitaplarını rivâyet etmesine izin vermesinden ibarettir. Meselâ; bir hadis bilgininin talebelerinden birine: "Sana kütübi sitteyi rivâyet etmek üzere icazet verdim" demesi gibi (Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Istılâhları Terc. Y. Kandemir, 973, s. 76).

Bir tasavvuf tabiri olarak icazet ise, irşat mertebesine ulaşanları şeyhleri tarafından bu işe yetkili olduklarını göstermek için verilen bir belgedir. Bu belgelere de "icazetnâme" veya "hilâfetnâme" adı verilir (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, II, 19, 20).

Abdullah YÜCEL
 
Üst