Iblisten Dost Olur Mu?

_HAMZA44_

Tecrübeli
İBLİSTEN DOST OLUR MU?



Rivayet ederler : O Muaviye köşkünde bir bucakta uyumuştu. Köşkün kapısı içerden kilitliydi, çünkü Muaviye halkın gelip gitmesinden yorulmuştu. Ansızın birisi onu uyandırdı. Muaviye gözünü açınca adam gözden sır oldu. Kendi kendisine “ köşke kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim acaba?” dedi. Etrafı dolaştı, gizlenen adamdan bir nişan bulmak için her tarafı araştırdı. Kapı ardında bir herif gördü. Adam kapıya sinmiş, yüzünü perde ile örtmüş gizlenmişti. Muaviye “Hey sen, kimsin, adın ne ?” diye sordu. Adam “ adım açıkça söyleyeyim, şaki İblis” diye cevap verdi. Muaviye “ niye gayret ettin, beni niçin uyandırdın? Bana doğru söyle, aykırı konuşma” dedi.

Şeytan “ Namaz vakti geldi. Hemen mescide koşmak gerek. Mustafa, mana incisini delerek “ Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın buyurdu” dedi. Muaviye “ hatır, hayır senin böyle bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın, imkanı mı var? Hırsız, evime gizlice giriyor da “ Bekçilik ediyorum” diyor. Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız, sevabı, ecri ne bilir” dedi.

Şeytan dedi ki: “ Biz, evvelce melektik. İbadet yoluna canla başla düzülmüştük . yol saliklerine mahremdik, arş sakinlerine hemdem, ilk sanat gönülden çıkar mı? İlk sevgi nasıl olurda unutulur? Seferde Rum diyarı ehlinden birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı? İlk sevgi nasıl olur da unutulur?

Seferde Rum diyarı ehlinden birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı? Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de kapısının aşıklarındandık. Gözbebeğimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza ektiler. Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik. Bizim varlığımızı da “ Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?

Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız. Başımıza rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi. Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O! Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi? Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır? Kerem denizi bir itapda, bulunda bile kerem kapılarını kapalı bırakır mı? Onun asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir.

Kahırsa o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir. Alemi lütfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu. Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir. Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin. Peygamber “ Tanrı alemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.

Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar. Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım dedi” buyurmuştur. Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde. Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey.

Herkes sebeple meşgul olup durmakta. Halbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur. Ben ezeli lütfe bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim. Tutalım, Adem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi, inattan inkardan değil. Her haset şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir. Aksırana “ Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi kıskançlıkta dostluğun şartıdır. Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım? Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belaya attım. Bela da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!

Ey ulu kişi, bu altı cihetli alemde kim kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki? Altının cüz’ü, nasıl olurda Küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa! Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir. Küfür olsun, iman olsun onun eliyle dokunmadır, onundur.”

Emir ona dedi ki: “ Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik. Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin! Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkan var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun! Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil. Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lanet budur.

Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum? Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar. O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş aşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır. Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur. Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.

Cihanda Ad kavmine rüzgarı sen yolladın, onları azaplara, minhetlere sen düşürdün. Lut kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boğuldular. Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Şeytan1 Filozof, zeki Firavunun aklı körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu. Ebuleheb de senin yüzünden na ehil,oldu.

Ebulhakem de senin yüzünden Ebu cehil kesildi. Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden! Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen! Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre! Ey düşmanlık edip duran, Şeytan senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak Tanrının koruduğu müstesna. Nice saadetli yıldız, senin yüzünden ihtiraka düşmüştür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden darmadağın olmuştur!”

İblis Muaviye’ye dedi ki: “ Bu bağı çöz. Ben kalpla halis için mehenğim. Hak, beni aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti. Ben kalpın yüzünü ne vakit karatmışım? Kuyumcuyum ben, ona daima değerini verdim. İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim. Bu otları niye ortaya koyarım?

Hayvan hangi cinstendir, meydana çıksın diye. Kurt, ceylandan bir yavru doğursa onun kurt, yahut ceylan oluşunda şüphe edilir. Önüne otla kemik koy. Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek? Eğer kemiğe gelirse köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylan cinsindendir. Kahırla lütuf, birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer alemi doğdu. Sen otla kemiği göster, nefis ve can gıdasını arz et. Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir. Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur. Gerçi bu ikisi birbirine aykırı, hayır ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır.

Peygamberler, ibadetlerini arz ederler, düşmanlar şehvetlerini. Ben iyiyi nasıl kötüleştirebilirim? Tanrı değilim ya! Ben bir davetçiyim, onları yaratan değil! Güzeli çirkin yapabilir miyim? Rab değilim ki. Güzele çirkine bir aynayım. Hintli, bu, adamı kara suratlı gösteriyor diye aynayı yaktı.

Ayna dedi ki: suç benim değil. Benim yüzümü cilâlayana kabahat bul! O beni gammaz yaptı, çirkin kimdir?, güzel kim? Söyleyeyim diye o, beni doğru sözlü etti. Ben şahidim, şahidi zindana atmak nerede görülmüş? Zindan ehli değilim. Tanrı şahidimdir. Ben de nerede meyveli bir ağaç görürsem onu dadı gibi besler, yetiştiririm. Fakat nerede bir acı ve kuru ağaç görürsem fışkı, miskten kurtulsun diye keserim. Kuru ağaç, bahçıvana “ Yiğit, suçsuz,günahsız niye benim başımı kesiyorsun?” der.

Bahçıvan der ki: “ Sus, kötü huylu. Kuruluğun suç olarak yetmez mi?” Kuru ağaç “Ben doğruyum, eğri değil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun der?” der. Bahçıvan der ki: “ Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat yaş olsaydın! Öyle olsaydın Abıhayatı çeker, dirilik suyu ile karışır, hayat bulurdun. Tohumun kötüymüş, aslın kötüymüş, güzel bir ağaca ulaşamamışsın. Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşılansa o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”

Emir, Şeytana dedi ki: “ Ey yol urucu, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol arama. Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tacirim. Getirdiğin her elbiseyi nasıl alabilirim? Kafirlik edip pılımın, pırtımın etrafında dolaşma. Sen hiç kimsenin malına müşteri değilsin.

Dolandırıcı müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir. Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Tanrı, bu düşmanın elinden bizi kurtar. Feryadımıza yetiş! Bir kere daha bana üfürür, beni bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti! Onun bu sözü duman gibidir. Ey Tanrı, elimi tut, yoksa kilimim elden gider. Bir delil getirmekle İblise üst olamam.

Çünkü o her yüce, her aşağılık kişinin fitnecisi, imtihancısıdır. “ Allemel esma” ya bey olan Adem bile bu köpeğin yıldırım gibi koşuşuna karşı yaya kalmıştır. Şeytan,onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Adem bile Simak burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş, “ Rabbena, zalemma” diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.

Onun her sözünde bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir. Erlerin erliklerini bir nefeste bağlar, kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır. Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle1 Şeytan “ Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa doğruyu işitmez. Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar. Söz, o gönülden illet haline gelir, gazinin kılıcı hırsıza alet olur. Bu takdirde öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir.

Ahmakla konuşmak deliliktir. Ey ahmak benim şerrimden Tanrıya ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan! Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur. Sonra da iblise suçu yokken lanet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin? Bu ey azgın, iblisten değil,sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın. Yeşillikte bir kuyruk gördün mü tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun? Bilmiyorsun çünkü kuyruğu meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti. Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder, düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi. Bana suç bulma , aykırı görme.

Ben kötülükten de bizarım, hırstan da kinden de! Bir kere kötülük ettim, hala pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum. Halk arasında müttehim oldum, herkes kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor. Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir. Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtila olmuştur derler” dedi.

Muaviye dedi ki: “ Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. Doğru söyle de elimden kurtul. Hile , savaşımın tozunu yatıştıramaz.” Şeytan “ Ey hayal kura, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi. Muaviye “ Peygamber nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş; “ yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir. Gönül yalan özden istirahat bulmaz.

Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz. Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.

Adem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selameti kapıp götürdü. Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. O anda akrebi buğdaydayken ayıt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider. Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler. Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara aşina etmiştir.

Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “ Kadıya bu ağlama nedir diye? Ağlamak, feryat etmek zamanım değil. Sevinecek kutlanacak zamanın “ dedi. Kadı, bir ah edip dedi ki: “ Gönlüne hakim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O işin hakikatini ilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki. O iki hasım , ne yaptıklarını bilirler.

Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin? Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?” Naip “ Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Halbuki sen cahilsin ama şeriat mumusun. Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.

Kasıtsızlık, bilgisizi alim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar. Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi. Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim. Gönlümün tat alma duygusu aydın. Doğruyu yalandan ayırt eder.

Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın. Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin. Seni çarmıha gerdim. Haydi doğru söyle. Ben doğruyu bilir anlarım, hileye sapma. Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa neye sahipse onu ararım. Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkeği asker yerine saymam.

Gavurlar gibi bir putun hak oluşunu, yahut Hak’tan bir alamet, bir nişan buluşunu ummam. Fışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç araştırmam. Ağyar olan Şeytandan beni hayır için uyandırmayı ummam.” İblis birçok hileye, düzene kalkıştıysa da Emir, onun inadını, inkarını dinlemedi.

Bunun üzerine sözü ağzının içinde geveleyerek dedi ki: “ Ey Muaviye, ben seni şunun için uyandırdım: Cemaate yetişesi, devletli Peygamberin ardında namaz kılası. Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapkaranlık kesilecekti. Bu ziyandan bu dertten dolayı ağlayacak, gözlerinden adeta kaselerle yaş dökecektin. Herkes, ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur. Fakat o dert, o gussa yüzlerce namaza değer. Nerede namaz, nerede o niyazın ışığı?”

Birisi mescide girerken baktı ki halk mescitten çıkıyor. Cemaat dağıldı mı ki herkes acele,acele mescitten çıkıyor?” diye sordu. Birisi “Peygamber, cemaatle namazını eda etti, duasını bile bitirdi. Ey ham adam, nereye gidiyorsun? Peygamber, çoktan selam verdi” dedi. Adam bir ah çekti ki ahının dumanı göründü.

Bir vah etti ki gönlünden kan kokusu geldi. Cemaatten biri “Sen bu ahı bana ver, ben o namazı sana bağışlayayım” dedi. Adam “Verdim, namazı da kabul ettim” dedi. Öbürü o ahı, yüzlerce niyazı aldı. Gece rüyasında hatif ona “ Sen abıhayatı, derde dermen olan ameli aldın, O ahı seçmen, o aşıklar zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin namazı kabul edildi” dedi.

Bunun üzerine Azaail dedi ki: “ Ey emir, artık hilemi açığa vurayım. Eğer namazın fevt olsaydı gönlüne dert düşecek ah ve figana başlayacaktım o teessüf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır. Böyle bir ah, hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım. İstedim ki öyle bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın. Ben hasetçiyim, işte böyle bir hasette bulundum.

Düşmanım; işim, gücüm, hile ve kinden ibarettir” Muaviye, bunun üzerine “ İte şimdi doğruyu söyledin, senden bu beklenir, layığın budur. Sen örümceksin, ancak sinek tutabilirsin. Halbuki ben sinek değilim, zahmet etme a köpek! Ben ak doğanım, beni padişah avlar. Örümcek, etrafımızda nasıl olur da ağ örebilir? Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir ayran tası civarına çağır! Onları bala çağırsan bile bu çağırış, şüphe yok yalandır çağırdığın şey de yine ayran! Sen beni uyandırdın ama o uyandırış, uykunun ta kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdiğin gemi, girdaptan ibaretti. Sen beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevkettin” dedi.

Bu, şuna benzer: Bir adam, odasında hırsız görüp kovalamaya başladı. Birkaç kere peşinden dolaştı, iyice terledi. Nihayet son saldırışta hırsıza yaklaştı. Bir sıçrasa tutacaktı. Biri “Buraya gel de bela nişanelerini gör! Çabuk ol savaş eri, çabuk gel de burada ki ahvali bir gör” diye bağırdı. Adam herhalde orada da bir hırsız olacak,hemen gitmezsem başıma bela kesilecek, çoluğuma ,çocuğuma el uzayacak. O vakit bunu tutmaktan ne faydam olur? Bu Müslüman, kerem edip beni çağırıyor.

Hemencecik gitmezsem herhalde bir kötülüğü düşeceğim deyip. O iyilikçi Müslüman’ın şefkatine güvenerek hırsızı bıraktı yola düzüldü. Varıp “ Aziz dost ne var? Böyle kimin elinden feryat ediyorsun ?” dedi. Adam “ İşte, hırsızın ayak izine bak. Hırsız çalacağını çalıp bu tarafa gitmiş işte o kaltabanın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından koş!”dedi. Adam “ Be ahmak, sen ne söylüyorsun?

Ben onu tutmuşum. Sen bağırınca koy verdin. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni adam sandım. Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini ne yapayım?” dedi. Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hatta belki de hırsızın ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın. Öbürü “ Ben ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından agahım” dedi. Adam dedi ki: “Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de işi biliyorsun.

Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen koyuverttin. Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta delil ve alamet olur mu?” sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır. Oğul, Tanrıya ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi? Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin? Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı?

Güzel bir halıyı bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun. Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havsın hicabıdır. Padişah bir veziri muhtesip yapsa onun dostu değildir, düşmanıdır. Mamafih o vezir belki suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi değiştirmek elbette sebepsiz olamaz. Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş demektir. Fakat önceden padişaha vezir olanı sonra muhtesip yapmak kötü bir iş yaptığından olabilir.

Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış sonra tekrar eşiğe sürmüşse, şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır. Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu? Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Halbuki ehil olan kişi kısmetini artırır.
 
Üst