I. Akabe Biatı

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
İslâm ile şereflenerek, Medine’nin İlk Müslümanları unvanını alan 6 seçkin insan, çok iyi bir çalışma yapmışlardı. O kadar ki, sadece evlerde değil, Medine’nin sokaklarında, hurmalıklarında, çarşılarında, dükkânlarında, her yerde sürekli İslâm konuşuluyordu artık[1]… Bir yıl böyle ciddi çalışmalarla geçti…


Çok ciddi sorumluluk üstlenip, çok ciddi çalışmalar yapacaklarına dair Peygamber Efendimize söz veren Hz. Es’ad ve Arkadaşları, aynı zamanda “Gelecek yıl Hacc mevsiminde gelmeye söz veriyoruz.” diye de açıkça söz vermişlerdi. Ve bir sene geçmiş, yine Hacc mevsimi gelmişti.


Hz. Es’ad bin Zürare (ra) ve arkadaşları, bir yıldır hasretiyle yanıp kavruldukları Peygamber Efendimiz ile buluşmaya gideceklerdi… İlk buluşma ve görüşme 6 kişi ile gerçekleşmişti. Şimdi 12 kişi olarak gidiyorlardı.


Bunların 5’i, bir yıl önce Peygamberimiz ile görüşüp İslâm ile şereflenenlerden iken, 7’si ise yeni gelenlerden oluşuyordu. Birinci görüşmede bulunan Hz. Câbir bin Abdullah (ra), hasta olduğu için bu anlamlı sefere çıkamamıştı. [2]

Gidenler büyük bir heyecanla yola çıkarlarken, geride kalanlar da Peygamberimiz’e selâmlarıyla beraber gönüllerini de gönderiyorlardı. Yola koyulanlar bir başka heyecan içindeydiler, yolcu edenler bir başka heyecan


Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkan kafile bir hayli kalabalıktı. Bunca kalabalık yığın arasında sadece 12 Müslüman vardı. Çalışmışlardı… Peygamber Efendimiz (sas) başta olmak üzere, İslâm ile şereflenen her bir sahâbî çok ciddi bir çalışma içindeydiler. Zaman durma zamanı değildi çünkü. Hira Nûr’daki vuslattan bu yana 12 yıl geçmişti. Yine bir Hacc mevsimiydi. Önceki yıl gelip de Müslüman olan 6 Yesribli de 12 olarak geliyordu…


Peygamber Efendimiz (sas), her fırsatta ve her yerde insanları İslâm ile şereflenmeye çağırıyor, bu uğurda her türlü tehlikeyi de göze alıyordu. Tabir yerindeyse Hacc mevsiminde karargâhını Mina bölgesine kurmuştu sanki… Karşılaştığı her insana bir umutdeyip yaklaşıyor ve her birini Allah’a îmâna davet ediyordu. Biz burada sadece Medine’den gelenler kısmını anlatmaya çalışacağız… Oldukça kalabalık ve karmaşık bir topluluk ile beraber Mekke’ye kadar gelen bu 12 seçkin Müslüman, bir an önce Peygamber Efendimiz (sas) ile buluşmak için sabırsızlanıyorlardı.


Nihayet beklenen zaman geldi. Müslüman kardeşlerini çok iyi organize eden Hz. Es’ad (ra)’ın her birine gizlice gönderdiği haber ile yürekler ağızlara geldi.


- Bu gece, gece yarısını geçe Akabe mevkiinde Peygamber Efendimiz ile buluşacağız! Akabe; Mekke’ye üç km. kadar uzaklıkta bulunan Mina ile Mekke arasındaki bir mevkiye verilen ad olup, aynı zamanda Akabe adına bölgenin başka yerlerinde de rastlanmaktadır. Aynı adı taşıyan birçok yer bulunmasına rağmen Akabe denince ilk defa bu meşhur ahidleşme ve anlaşmaların yapıldığı mevkî hatıra gelmektedir.


Bir yıllık hasret bu gece bitecekti nihayet. Sevgililer Sevgilisi ve Canlar Canı ile bu gece buluşacaklardı. Önceki yıl O’nunla görüşüp İslâm ile şereflenen 5’inin yanında; bu 5 arkadaşın yüzünde, özünde, sözünde ve halinde Peygamberimiz’i gözleyip duran 7 Müslüman ise bir başka heyecan furyasındaydılar. O’nu ilk defa göreceklerdi çünkü. Görmüş olanlar, bir an önce kavuşmayı beklerlerken, ilk defa görüşecek olanlarda daha fazla bir heyecan gözleniyordu. Çünkü onlar Peygamberimizi görmeden îmân etmişler, görmeden sevmişlerdi O’nu; şimdi de göreceklerdi işte…


Medine’den beraber geldikleri kalabalık yığının içinden birer ikişer sıyrılıp, hiç birine herhangi bir şey sezdirmeden, gizlice gece karanlığını yararak Akabe’ye doğru sessizce yürümeye başladılar.


Hz. Es’ad bin Zürâre (ra), her türlü tedbiri almış, hazırlığını çok ciddi bir şekilde yapmıştı. Bu anlamlı yerde ve bu anlamlı saatte sevgili Müslüman kardeşleri ile buluşmuş, âlemleri aydınlatacak olan İki Cihan Güneşi’ni beklemeye başlamışlardı. Bekleme uzun sürmedi… Peygamberler ve Gönüller Sultanı karanlığı yararak yanlarına geldi. Bütün her şeyleriyle olduğu gibi; gözleri de Sevgili Gözleri’ne kilitlendi…


Nefesler tutulmuştu âdeta… Tepeden tırnağa kadar bütün her şeyleri ile vericiye yönelmişler, bütün her şeyleri ile tam bir alıcı olmuşlardı.


Bütün insanlığa örnek olacak bir uygulama ile önce tanışma faslı oldu. İslâm ile yeni tanışanları büyük bir muhabbetle süzen Peygamber Efendimiz (sas), her biriyle ayrı ayrı ilgilendi. Hz. Es’ad ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmayı dinleyince de, öyle memnun oldu ki, mübarek Nûr Yüzü daha bir nurlanarak, gecenin karanlığında her tarafı aydınlatırcasına parıldadı. Müslümanların sorumlusu ve kabile başkanı olan Hz. Es’ad bin Zürâre (ra), arkadaşlarını bir bir tanıttı. Bu 12 seçkin zevât şunlardan oluşuyordu…


1. Hz. Es’ad bin Zürâre (kendisi)
siyer.akabe.biat.jpg
2. Hz. Avf bin Hâris 3. Hz. Rafi’ bin Mâlik 4. Hz. Kutbe bin Âmir 5. Hz. Ukbe bin Âmir 6. Hz. Muaz bin Hâris 7. Hz. Zekvan bin Abdi Kays 8. Hz. Ubâde bin Sâmit 9. Hz. Yezid bin Sa’lebe 10. Hz. Abbâs bin Ubâde 11. Hz. Ebu’l- Haysem Mâlik bin Teyyihan 12. Hz. Uveym bin Sâide[3].


Bir rivayette Hz. Ukbe bin Vehb ile Hz. Seleme bin Selâme’nin de bu Birinci Akabe Biatı’na katılan Ensâr arasında bulundukları zikredilir. Böyle olursa, bilinen erkek ve yetişkin Sahâbelerin sayısı Câbir dahil 15’i buluyor. Bu sayıya Medine’de olan hanımlar ve çocuklar dâhil değildir. [4]


Geçen yıl Müslüman olanların hepsi de Hazrec kabilesinden idiler. Şimdi gelen 12 kişinin 2’si Evs kabilesindendi. 100 yılı aşkındır süren ve son Buas Savaşları da daha yeni biten Evs-Hazrec düşmanlığı, İslâm ile sona erecekti Allah’ın izniyle. Aralarında uzun yıllara yayılan kan davaları vardı. Bu iki kabilenin bir araya gelmesini hayal etmek bile hayal iken, şimdi bu gerçek oluyordu. Buna çok memnun olan Peygamberimiz (sas), gülleri bile kıskandıracak bir güzellikle gülümsedi. Zaman çok önemli olduğu gibi çok da kısaydı. Bu yüzden her zaman ve her yerde zamanı en iyi ve en güzel bir şekilde değerlendiren Hz. Peygamber (sas), bu 12 seçkin Müslüman’a İslâm esaslarını öz bir şekilde anlattı. Yapmaları gerekenleri de yine öz bir şekilde ifade etti. Sonra da şöyle buyurdu…


- “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina yapmamak, çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmemek, yalan-dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmamak, hiçbir hayırlı işte bana muhalefet etmemek üzere bana biat ediniz. İçinizden sözünde duranlar, mükâfat olarak cennete gireceklerdir. Kim -insanlık hali- bunlardan birini yapar da dünyada cezalandırılırsa, bu, ona keffaret olur. Yine kim -insanlık hali- bunlardan birini yapar da Cenâb-ı Hak bunu gizlerse, onun işi Allah’a kalır. Allah, dilerse bağışlar, dilerse azâba uğratır!” [5]


Medine’nin seçkin 12 Müslüman’ı büyük bir coşkuyla atıldılar… - Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacağız. Hırsızlık etmeyeceğiz. Çocuklarımızı açlık korkusuyla öldürmeyeceğiz. Yalan-dolan uydurarak hiç kimseye iftirada bulunmayacağız. Hiçbir hayırlı işte Sana muhalefet etmeyeceğiz! [6] İş olsun diye konuşmamışlardı. Mecbur kaldıkları için söz vermemişlerdi. Bütün içtenlik ve samimiyetleri ile söz verip biat ettiler. Ve ettikleri biate de bağlı kaldılar. Verdikleri sözü yerine getirdiler. Bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bu sözleşme ile bütün Arabistan’da hüküm süren şirkin, küfrün, zulmün ve her türlü kötü âdet ve alışkanlıkların ortadan kaldırılması prensip olarak kabul edilmiş oluyordu. Yani büyük bir aydınlanma süreci içinde yerlerini alıyorlardı…


Karşılarında bütün İnsanlığın Emini durmuş, kendilerini fazilete çağırıyordu. Bu güne kadar ne çekmişlerse, cahiliye kurallarından çekmişlerdi. Şimdi ise, Allah Rasûlü’nün fazilet davetine icabet ederek, arzu ettikleri kaliteyi yakalama fırsatı vardı önlerinde. Gönüller Sultanı’nı gönülden dinleyen bu gönül ehli seçkin ve özel topluluk, artan bir coşku ile biat ve sözlerini yenilediler… - Gerek bolluk ve gerekse darlıkta, gerek sağlık ve gerekse hastalıkta, gerek rahatlık ve gerekse sıkıntıda, gerek sevinç ve gerekse üzüntüde, hangi hâl ve durumda olursak olalım sana her hâl-ü kârda itaat edeceğimize dair söz veriyoruz. Sen de her zaman ve her yerde bizim üstümüzde bir tercihe sahip olacaksın, yani Sana her zaman öncelik verecek ve Seni her zaman dinleyeceğiz! Hiçbir şekilde Sana itaatsizlik etmeyecek, sürekli itaat halinde olacağız! [7] Medine’nin bu seçkin ve özel şahsiyetlerinin verdikleri söz dikkate şayandır. Çünkü onların söz verdikleri hususlar, huzurlu bir cemiyet hayatının temelini teşkil eden unsurlardı.


Bütün insanlığı ciddi anlamda huzur ve saadete kavuşturmak ve cemiyet hayatını asayiş temeli üzerine oturtmak için gelen İslâm, elbette ki bu hususları vazgeçilmez birer esas olarak öngörecek ve müntesiplerinden kesin söz alacaktı. Öyle de oldu… Her mesele konuşulmuş ve artık ayrılık vakti gelmişti…


Peygamber Efendimiz (sas), bu seçkin Müslümanların nur yüzlerine bakarak, yüreklerine işleyen bir cümle kullandı… - “Bana burada anlatma fırsatı vermiyorlar! Ben de sizinle gelsem, kendi canlarınızı ve çoluk-çocuğunuzu koruyup gözettiğiniz gibi, beni de koruyup gözetir misiniz? Bu şartla ben de sizinle geleyim!” [8]


Bir anda oldukları yere çakılan bu 12 seçkin Müslüman, ne diyeceklerini bilemediler. İçlerinden gelmesini istiyorlardı, ama Yesrib tekin bir yer değildi. Rasûlullah (sas) için çok tehlikeliydi. Böylesine haklı bir teklif karşısında “hayır” da diyemezlerdi. Çaresizlik içinde çırpınırlarken yine Hz. Es’ad bir Zürâre (ra) öne çıktı.


- Ey Allah’ın Rasûlü! Allah şahit ki, biz Allah ve Rasûlü’ne îmân ederken her şeyi göze alarak inandık. Seninle beraber olmak, bizim için şereflerin en büyüğüdür. Fakat gel gör ki, Yesrib senin için emin bir yer değil. Müşriklerin yanında, Sana çok şiddetli düşman olan Yahudiler de var. Bize izin ver. Dönüp gereğince çalışalım. Bu güzel dinimizi, Allah ve Rasûlü’nü anlatalım. Uygun görürsen yine sabret! Seneye burada tekrar buluşalım. Gelişmelere göre durum değerlendirmesini yaparız. Şimdilik bize izin ver yâ Rasûlallah! [9] - “Haklısınız, öyle yapalım; seneye burada buluşalım!” [10] - Annemiz-babamız, çoluk-çocuğumuz, canımız-kanımız sana feda olsun yâ Rasûlallah! Gecenin karanlığında, Aydınlar Aydını’ndan aydınlık meşalesi alarak aydınlanan bu seçkinler topluluğu, memleketlerinden başlamak üzere, önce yakın çevrelerini, sonra da dünyayı aydınlatmak üzere oradan ayrılıp, yine gizlice giderek, geldikleri kalabalık topluluğa katıldılar.


Bir süre sonra da, Peygamberler ve Gönüller Sultanı’nı gönüllerine almış olarak, kafileleri ile beraber Medine’ye döndüler. Birinci Akabe Biati’ne katılan bu seçkin Sahâbe, Medine’ye döner dönmez daha bilinçli faaliyetlere başladılar. Birinci Akabe Biatı adı verilen bu buluşmada bulunan Sahâbîlerden biri olan Hz. Ubâde bin Sâmit, o meşhur hadiseyi anlattıktan sonra, şöyle özetliyordu:


- Refahta olduğu kadar sıkıntıda, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de O’nu destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edeceğimize; Rasûlullah’ı kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun O’na muhalefet etmeyeceğimize; Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza; Allah’a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık ve zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, kendiliğimizden uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacağımıza, hiç bir hayırlı işte Rasûlullah’a muhalefet etmeyeceğimize dair bey’at ettik. Ayrıca bizden birinin verdiği sözünde durmasına karşılık onun ecir ve mükâfâtının Allah’a ait olduğuna ve ona cennet nimetinin verileceğine; kim insanlık haliyle bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa bunun ona keffâret olacağına; kim de yine bunlardan birini işler de işlediği o suçu Allah açığa vurmazsa onun işinin Allah’a kalacağına; Allah’ın dilerse onu bağışlayıp dilerse azaba uğratacağına dair Rasûlullah’ın bize bildirdiği hususlara sadık kalacağımıza da söz verdik. [11]


Verilen söz harfi harfine tutulacak ve Rasûlullah bundan çok memnun olacaktı. Sallallahu aleyhi ve sellem


[1] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 70-71.


[2] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’lüKübrâ, c. 1, s. 220.

[3] Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 239; Taberî, Târih, c. 2, s. 235.

[4] Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, c. 1, s. 317.

[5] Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, Kitâbu’l-Îmân, 10-11; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 323.

[6] Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 217-218.

[7] İbn İshâk-İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 70-73.

[8] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüve ve Ma’rifetu Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, c. 2, s. 245.

[9] Ebû Nuaym İsfehânî, Delâîlü’n-Nübüvve, s. 222.

[10] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 245-246.

[11] Hüseyin Algül, Osman Çetin, İslâm Târihi, c. 1, s. 253



Adem SARAÇ
 
Üst