Hak Olan İnanç

SALİK

Kıdemli Üye
Kademeli
HAK OLAN AKİDE


Allâh-u Teâlâ “’Âli-'İmrân” sûresinin 102. âyetinde şöyle buyuruyor:


يا أيهُّا الذِينَ آمنوُااتقوُا الله حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاّ وَ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿

Allâh-u Teâlâ bu âyette, müminlere Kendisinden korkmalarını ve müslüman olarak ölmelerini emrediyor.

İslâm Dini: İslâm dini her zaman uygun ve hak olan dindir ki , selim olan akıllar onu batıl dinlerden ayırır. Bununla birlikte her zamana münasip (uygun) olan dindir. İlk Peygamber Âdem’den son Peygamber Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem’e kadar gelen bütün Peygamberlerin dinidir. O Peygamberler öyle Peygamberlerdir ki, Allâh onları insanların iyiliği, hayrı ve hidayeti için ömürlerinin sonuna kadar bu dine sarılarak Allâh’ın takvasına ve irşadına (Doğru yolu göstermesine) davet için göndermiştir.
Takva: Allâh’ın takvası, farzları eda edip haramlardan sakınmakla olur. Her kim öyle yaparsa takva sahibi olur. Farzların birincisi Allâh-u Teâlâ’yı ve Resulü Muhammad’i tanımak ve tasdik etmekle olur.

Kelime-i Şahadeti Söylemek: İslâm dinine girmek isteyen bir kâfir Kelime-i Şehadeti söylemezse müslüman olmaz. Müslüman kişinin namazının sahih olması için her namazda Kelime-i Şehadeti söylemesi farzdır. Kelime-i Şehadet; Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmektir.
Kelime-i Şehadetin Manası:Allâh’tan başka ilâh yoktur”; birinci şehadetin manası, dilimle itiraf ve kalbimle itikad ederim ki Allâh’tan başka ibadete müstahak hiç kimse yoktur. ”Muhammed Allâh’ın Resulüdür”; İkinci şehadetin manası; dilimle itiraf ve kalbimle itikad ederim ki, Abdullâh’ın oğlu Muhammed, Allâh tarafından tüm insanlara ve cinlere gönderilmiş olup şeriatına inanmaları için tebliğ ettiği her şeyde sadıktır.
Kelime-i Şehadetten Maksat : Allâh’tan başka ilâh edilen bütün şeyleri reddedip ilâhlığın ancak Allâh’a has olduğuna ve bununla birlikte Peygamberimizin risaletine iman etmektir. Allâh-u Teâlâ “El-Feth” sûresinin 13. âyetinde şöyle buyuruyor:


وَ مَنْ لَمْ يَؤْمِنْ بِاللهِ وَ رَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا﴿

Allâh-u Teâlâ bu âyette, her kim (kâfirler) Allâh’a ve Resulün’e iman etmezse muhakkak ki, onlar için Cehennem’i hazırladığını bildiriyor.


9
İkinci Ders:

İSLÂM




Allâh-u Teâlâ “Âli-İmrân” sûresinin 19. âyetinde şöyle buyuruyor:


إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللهِ الإِ سْلامُ﴿

Anlamı: ”Allâh nezdinde hak din İslâm'dir.”

Allâh-u Teâlâ aynı sûrenin 85. âyetinde şöyle buyuruyor:


وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الخاَسِرِينَ﴿

Anlamı: ” Her kim İslâm dininden başka bir din edinirse ondan kabul edilmez ve o Ahirette hüsrana uğrayanlardan olur.”

İslâm dini, Allâh’ın kullarına razı olduğu ve ona tâbi olmayı emrettiği dindir. Yani Peygamber efendimizin getirdiği emirleri kabul edip şehadeti söylemektir. İslâm dini bütün Peygamberlerin dinidir. İlk Nebiy ve Resul olan insanların babası Âdem’den son Peygamber Muhammed’e kadar hepsi müslümandırlar. Onlara uyanlar da müslümandır. Her kim Mûsâ aleyhisselem’e uyarsa müslüman Müsaviy ve her kim İsâ aleyhisselem’e uyarsa müslüman İseviy’dir. Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem’e tâbi olanlara da müslüman Muhammedi denmesi de caizdir.

İslâm Daveti

Peygamberlerin hepsi, bir olan Allâh’a ibadet etmeye davet edip ve ona ortak koşmamayı emretmişlerdir.

Allâh-u Teâlâ ”En-Nisê’ ” sûresinin 48. âyetinde şöyle buyuruyor:


إِنَّ الله َلا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَ يَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ﴿

Anlamı:”Allâh, kendisine şirk koşanları (şirk işlemiş olup, bu halde ölenleri) asla affetmez. Şirkten başka dilediğini affeder”.


10




Önceleri bütün insanlar İslâm dini üzerineydiler. Allâh-u Teâlâ’ya karşı şirk ve küfür İdrîs Peygamberden sonra başladı. İdrîs Peygamberden bin sene sonra Allâh-u Teâlâ İslâm dinine davet etmesi için Nûh aleyhisselemı gönderdi. Nûh aleyisselem kâfirlere gönderilen ilk Peygamberdir. Allâh-u Teâlâ bütün Peygamberlere ümmetlerini şirkten sakındırmalarını emretti.

Daha sonra Allâh-u Teâlâ, Peygamberleri gönderdi. İslâm daveti yeryüzünde tamamen unutulduğu bir zamanda, Allâh-u Teâlâ mucizeler ile destekleyerek Peygamber Efendimizi gönderdi .

imam Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz İslâm hakkında sorulduğunda cevaben şöyle buyurdu: ”İslâm; Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramadan orucunu tutman ve gücün yeterse hacca gitmendir .“

Yine iman hakkında sorulduğunda cevaben şöyle buyurdu: ” İman; Allâh’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret Gününe ve Kaderin Hayrına ve Şerrine iman etmektir”.









11
Üçüncü Ders:



MÜKELLEF KİMDİR


İslâm’a göre mükellef ; baliğ, akıllı ve İslâm davetini duyan kişidir. Bulûğ (ergenlik çağı ) ; hicri 15 yaşını doldurmak ve başkasıyla olur. Akıllı ise; deli olmayıp aklı başında olandır.

İslâm davetini duymak şarttır; yani bir insan ergenlik çağına gelmiş ve akıllı ise İslâm davetinin aslı kendisine ulaşmasıyla mükellef olur (davetin aslı kelime-i şehadettir ). Herkime İslâm daveti ulaşmış ise mükellef olduğundan İslâm’a girip şeriata göre amel yapması, farzların tümünü eda edip, haramların tümünden sakınması farzdır. Bundan anlaşılan henüz ergenlik çağına varmayan küçük çocuk, deli olan, delilik üzerine bulunduğu müddetçe ve ergenlik çağına varıp İslâm daveti kendisine ulaşmamışsa bunlar üzerinde Ahirette mesuliyet yoktur. Allâh-u Teâlâ “ El- İsrâ’ ” sûresinin 15. âyetinde şöyle buyuruyor:


وما كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً﴿

Allâh-u Teâlâ, Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyeceğini bildiriyor.

İmam Ebu Davut’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:


رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاَثٍ: عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِل
Anlamı: ” Kalem üç kısım üzerinden kaldırılmıştır;
1-Çocuk ergenlik çağına varıncaya kadar
2- Uyuyan uyanıncaya kadar,
3-Deli olan delilikten şifa buluncaya kadar.”





12

Dördüncü Ders:



ALLÂH-U TEÂLÂ BU ÂLEMİN YARATICISIDIR


Allâh-u Teâlâ “İbrâhim” sûresinin 10. âyetinde şöyle buyuruyor:


أَفِى اللَّهِ شَكٌّ﴿

Anlamı: “Allâh'ın varlığından şüphe yoktur.”
Allâh-u Teâlâ “İbrahim" Sûresinin 10. Âyetinde şöyle buyuruyor: onun varlığında şüphe
Mükellef olana farz olan ilk şey; Allâh-u Teâlâ’yı tanımaktır, Allâh bütün varlıkları yaratandır, kainatı idare edendir. Eğer bizler aklı selim bir şekilde düşünüp tefekkür edersek biliriz ki bu kâinatı yaratan bir ilâh var olduğunu biliriz.


Allâh-u Teâlâ’nın Var Olduğuna Dair Aklen Delil

Selim bir akılla, her yazının bir yazıcısı, her vuruşun bir vurucusu ve her binanın bir mimarı olduğunu idrak ederiz . Demek ki bu âlemi içinde bulunan yaratıkları yoktan var eden, hayat ve irade ile vasıflanmış, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan bir yaratıcı vardır. O, öyle bir yaratıcıdır ki, yarattıklarından hiçbirine benzemez, yaratıkların hiç biri de ona benzemez. Çünkü akla göre hiçbir fiilin failsiz meydana gelmesi mümkün değildir. O zaman tabiatın kendisinin yaratıcı olması mümkün değildir. Çünkü iradesi yoktur. Nasıl yaratacak ? Herhangi bir şeyin kendi kendini yaratması da mümkün değildir. Aynı şekilde bir şeyin kendisi gibi birini yani benzerini yaratması imkânsızdır. Örneğin; çocuk küçük olarak doğar, konuşamaz ve yürüyemez .Bir zaman sonra konuşmaya ve yavaş yavaş yürümeye başlar. Daha sonra büyür, genç olur, orta yaşa gelir, ihtiyarlar ve ölür. İşte onu bir halden bir hale getirip değiştiren sonradan da öldüren Allâh-u Teâlâ’dır.

13



Allâh’ı İnkâr Eden Adamın Kıssası

Allâh’ı inkâr eden adamın biri halifeye gelerek şöyle dedi: ” Bu zamanın âlimleri, bu kainatın bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Ben de onlara bu kâinatın yaratıcısı olmadığını ispat etmeye hazırım.” Halife büyük bir âlime haber gönderip bu inkârcı adamla insanların önünde mücadele etmesini söyledi. Mücadele vakti gelince âlim bilerek ve kasıtlı biraz geciktikten sonra geldi. Orada âlimler ve büyük insanlar da toplanmıştı. İnkârcı, âlime “niçin geciktin” dedi. Âlim ” Bende çok acayip bir iş oldu. Evim Dicle Nehri’nin karşı yakasındadır. Nehri geçip tam geleceğim sırada eski bir gemi gördüm. Parçaları dağılıp kırıldıktan sonra yeniden parçaları birleşip kendiliğinden ustası, marangozu olmadan çakıldı. Yepyeni sağlam bir gemi oldu. Ben de o gemiye binip buraya geldim. Ondan geciktim” dedi. İnkarcı: “Ey insanlar! Âliminizin söylediğine bakın, bundan daha yalan bir söz duydunuz mu? Gemi ustası, marangozu olmadan kendi kendine olur mu? Bu apaçık bir yalandır” dedi. Âlim adama şöyle cevap verdi: “Ey kâfir! Bir geminin ustasız ve marangozsuz olacağına akıl erdiremiyorsun da nasıl bu âlemin yaratıcısız meydana geldiğini söylüyorsun.” Adam sustu , delil aleyhine oldu. Halife de onun bozuk ve kötü itikadından dolayı onu cezalandırdı.










14
Beşinci Ders:


ALLÂH’I TEVHİD ETMEK


Allâh-u Teâlâ “ Eş-Şûrâ ” sûresinin 11. âyetinde şöyle buyuruyor:


لَيسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ﴿

Anlamı: “Allâh hiçbir şeye benzemez.”

Yahudiler, Peygamber efendimize gelerek “Ey Muhammed! Kendisine ibadet ettiğin Rabbini bize vasfet, bildir.” dediklerinde “El-İhlâs” sûresi indi. Peygamber efendimiz bu sûreyi okuyup onlara “Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbimin sıfatı budur” demiştir. Yahudilerin Peygamberimize bu suali, inat ve alay etmek maksadıyladır. Allâh hakkında bilgi sahibi olmak için değildir. Bu da Allâh-u Teâlâ’nın sıfatları olduğuna delalet eder. Allâh mahlûkatlara benzemediği gibi sıfatları da mahlûkatların sıfatlarına benzemez. Hakkında yakışan bütün kâmil sıfatlarla vasıflanmış olup hakkında yakışmayan bütün noksan sıfatlardan da münezzehtir.
Allâh-u Teâlâ “En-Nahl” Sûresinin 60. âyetinde şöyle buyuruyor:


وَللَّهِ الْمَثَلُ الأَعْلَى﴿

Anlamı: ”En yüce sıfatlar Allâh’a aittir”

Yani Allâh’ın sıfatları hiç kimsenin sıfatına benzemez. Allâh’tan başka her şey mahlûktur. Yani bu âlemin cümlesi mahlûktur. Ama yalnızca Allâh ezelidir, başlangıcı yoktur. Sıfatları da ezelidir, başlangıçları yoktur. Başkalarının sıfatları sonradan yaratılmış olup bir hâlden bir hâle geçer ama Allâh-u Teâlâ ve sıfatları bir hâlden bir hâle geçmez ve hiçbir değişime uğramaz. Allâh başkalarını değiştirir fakat kendi değişmez.






15




Tevhid ilmi ile alâkalı olan bu konuyu iyice anlamak için bu tabloya bakınız
Allâh ezelidir başlangıcı yoktur

Bütün mahlûkatları yaratan Allâh’tır

ve hepsinin başlangıçları vardır.

Allâh ebedidir sonu yoktur

Akla göre bütün mahlûkatların fani
olması caizdir.
Allâh’ın sıfatları ezelidir, başlangıcı yoktur. Allâh’ın sıfatları ebedidir, fani olmaz.
Mahlûkatların sıfatları yaratılmıştır.
Başlangıcı ve sonu vardır ve fani
olmaları caizdir.

Allâh’ın sıfatları değişmez. Bir hâlden bir hâle geçmez, yok olmaz ve eksilmez.
Mahlûkatların sıfatları değişir, bir
hâlden bir hâle geçer, eksilir yok
olur. Çünkü Allâh yaratmıştır.
Bütün âlemi ve içindekileri zararı, faydayı, kulların fiillerini yaratan ve rızıklarını veren Allâh’tır.
Mahlûkatlar zararı, faydayı veya fiilleri yaratamaz. Her kim bir elma koparırsa aynı yerine katamaz.
Allâh birdir, şeriki yoktur. Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birdir.
Mahlûkatların şekilleri ve renkleri çoktur ve muhteliftir. Hatta aynı ağaçtaki meyvelerin tatlısı ve ekşisi vardır.
Allâh cisim değildir. Hacmi ve mekânı yoktur.
Mahlûkatların hacmi ve barınacakları mekânları vardır.
Allâh-u Teâlâ ‘nın mahlûkatlara ihtiyacı yoktur.
Mahlûkatların yaratıcıya yani Allâh’a ihtiyaçları vardır.
Allâh’tan başka ibadete müstahak (layık) hiç kimse yoktur.
Mahlûkatlar ibadete müstahak (layık) değildirler. Çünkü onlar acizdirler. Allâh’a muhtaçtırlar.



16
Altıncı Ders:


ALLÂH’IN SIFATLARI


Âlimler Allâh’ın 13 sıfatının her mükellefin bilmesinin farz olduğunu söylediler.

Bu sıfatlar ve anlamları aşağıdaki gibidir:

1- El- Vucûd: Allâh’ın varlığında şüphe olmadığına iman etmek farzdır. O zamansız ve
mekânsız mevcuttur.

2- El-Vahdeniyyeh: Allâh birdir. Ortağı yoktur. Zatında, sıfatında ve fiilinde birdir.

3- El-Kidem: Allâh ezelidir. Varlığının başlangıcı yoktur. Bütün mahlûkatlardan önce
mevcuttu.
4-El-Bekâ’: Allâh ebedidir. Varlığının sonu yoktur. Fani olmaz ve yok olmaz.

5- El-Kıyêmu Binnefs: Allâh mahlûkatlardan hiçbirine muhtaç değildir. Ama bütün
mahlûkatlar O’na muhtaçtır.
6- El-Kudrah: Allâh her şeye kâdirdir.

7- El-İrâdeh: Yani dilemek:Bu âlemde hasıl olan her şey Allâh’ın dilemesi ile olur.

8- El- Îlm: Her şey hasıl olmadan Allâh onun olacağını bilir.

9- Es-Sema': Allâh her şeyi kulak, âlet ve cihaz olmaksızın duyar.

10- El-Bašar: Allâh bütün şeyleri göz ve âlet olmaksızın görür.

11- El-Hayât: Allâh hayat ile vasıflıdır. Allâh’ın hayatı ruh, kalp, et olmaksızındır. O’nun
hayatı bizim hayatımıza benzemez.
12- El-Kelâm: Allâh-u Teâlâ dil ve dudak olmaksızın tekellüm eder. O’nun kelâmı
Arapça veya İngilizce değildir. O’nun kelâmı insanların kelâmına benzemez.
13- El-Muĥalefetu Lilhavâdis: Allâh-u Teâlâ mahlukatların hiçbirine benzemez.




17

Yedinci Ders:
KÂİNATIN BAŞLANGICI OLAN SU
YARATILMIŞLARIN İLKİDİR
İmam Buhâri’nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem ilk yaratılan şeyin ne olduğu sorulunca (yani bu kâinat nasıl başladı) onlara cevaben şöyle dedi : “Allâh ezelde mevcut iken hiçbir şey yoktu. Arş’ı suyun üzerinde yarattı ve Levhi-l Mahfuz’a her şeyi yazdırdı sonra gökleri ve yerleri yarattı.”

Peygamberimiz onlara Allâh’ın başlangıcının olmadığını, yani O’ndan başka hiçbir şeyin ezelî olmadığını bildirmiştir. Başka bir ibâreyle; ezelde Allâh’tan başka hiçbir şey yoktu. Allâh-u Teâlâ her şeyi yarattı. Yani bütün mahlûkatları yoktan var etti. Allâh bütün mahlûkatları bir defada yaratmamıştır. İsteseydi bir defada yaratabilirdi. Fakat yerleri ve gökleri, içinde bulunan nehirleri, dağları ve vadileri altı günde yarattı. Bunun hikmeti ise yapacağımız şeyleri yavaş ve dikkatlice yapmamızı öğretmektir.

Su Yaratılanların İlkidir

İmam İbnu Hibben’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:


إِنَّ الله ََتَعَالىَ خَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ مِنَ الْمَاءِ﴿
Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ her şeyi sudan yarattı.”
Yani Allâh nuru, karanlığı, yerleri, gökleri, Arş-ı ve Levhi-l Mahfuz’u yaratmadan önce suyu yarattı ve suyu diğer mahlûkatların aslı kıldı. Sudan sonra Arş’ı, sonra Kalem-i Alâ’yı, sonra Levh-i Mahfuz’u bunlardan sonra diğer şeyleri, yani yerleri, gökleri, hayvanları, dağları, ağaçları, nehirleri ve en son Âdem aleyhisselâmı yarattı.

Arş; Cennet’in tavanı olup hacim bakımından en büyük mahlûktur. Direkleri vardır.

İmam İbnu Hibben’in rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

مَا السَّمَوَاتُ السَّبْعُ فِي جَنْبِ الكُرْسِيِّ إِ لاّ كَحَلَقَةٍ فِي أَرْضِ فَلاةٍ وَفَضْلُ الْعَرْشِ عَلىَ الْكُرْسِيِّ كَفَضْلِ الْفَلاةِ عَلىَ الْحَلَقَةِ
Anlamı: "Yedi gök hacim yönünden kürsüye göre çölde bırakılan bir halka gibidir. Arş’ın kürsüye göre büyüklüğü halkanın çöle göre büyülüğü gibidir."


18


Yani bu da dört tane geniş ve kuvvetli meleklerin taşımış oldukları muazzam Arşın ne kadar büyük olduğu anlamındadır. Bu meleklerin her birinin kulak memesi ile omuzu arasındaki mesafe çok hızlı uçan bir kuşun yedi yüz senelik uçuşu mesafesindedir. Yani çok hızlı uçan bir kuş bu meleklerin kulak memesinden omuzlarına varana kadar yedi yüz sene boyunca devamlı uçması gerekir. Fakat kıyamet gününde o Arşı sekiz tane melek taşıyacaktır.

Arşın etrafı melekler ile doludur. Arş, Allâh-u Teâlâ’ya bir mekân değildir. Çünkü Allâh cisim değildir, hiçbir mekâna ihtiyacı yoktur.

İmam Ali -Allâh O’ndan razı olsun- şöyle dedi:

إِنَّ الله َخَلَقَ الْعَرْشَ إِظْهَاراً لِقُدْرَتِهِ وَلَمْ يَتَّخِذْهُ مَكَاناً لِذَاتِهِ
Anlamı: “Allâh, Arşı kudretini göstermek için yaratmıştır. Zatına mekân edinmek için değil.”
 
Üst