HAFTANIN CUMA HUTBESİ - Muhasebe ve Önemi

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
Muhasebe ve Önemi

بِسْمِ اللهِ الْرَحْمنِ الْرَحِيِم
يَا ايُّها الَّذِينَ آمَنُوا اتََّقُوا اللهَ وَلُتَنْظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللهَ إنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُون
Bismillahirrahmanirrahim
[Rahman ve rahim Allah’ın adıyla]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve her kişi yarın Allah’ın huzuruna götürmek için ne hazırladığını gözden geçirsin.”
[Haşr suresi, ayet 18]
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّم
الكَيَّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَ عَمِلَ لِمَا بَعْدَ المَوَتِ
Allah’ın Resulü (s.a.v.) buyurdu ki:
“Akıllı kimse kendini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir.”
[Tirmizi, Kıyamet, 26]
Muhterem Müminler!
Kâinatı bir nizam içerisinde yaratan yüce Allah, bu büyük oluşum içerisinde hiçbir varlığı sebepsiz olarak yaratmamıştır. Bu büyük alemde, galaksilerden gözle görünmeyen küçük bakterilere varıncaya kadar tüm yaratılanların bir görevi vardır. Cenab-ı Hak “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder. Yıldız ve ağaçlar da Allah’a secde ederler. Allah göğü yükseltti ve bir düzen kurdu. Sakın o düzeni bozmayın” [1] ayetleriyle, kurulmuş olan bu muhteşem düzene dikkatlerimizi çekmekte ve verilen görevleri yerine getirmeyerek bu düzeni bozmaktan bizleri men etmektedir.
Aziz Müminler!
Rabbimizin, küçük büyük her varlığa bir sorumluluk yüklemiş olduğu bu alemde, halife sıfatıyla ve mükemmel bir şekilde yaratılan insanoğlunun başıboş yaratılmış olabileceğini düşünmenin nasıl bir hezeyan olacağı açıktır. Zira insan, dünyadaki her şeyin ona hizmet etmek için yaratıldığı, kendisine irade ve akıl nimeti verilen yegane varlıktır. Kur’an-ı Kerimde: “İnsan kendisinin başıboş bırakıldığını mı zannediyor” [2] “Sizi, sadece boş yere yarattığımızı ve sizlerin huzurumuza getirilip (hesap vermeyeceğinizi) mi sandınız” [3] buyuran yüce Mevlamız, böyle bir düşüncenin yanlışlığını idraklerimize sunmaktadır.
Değerli Müminler!
Yaşam standartlarımızı, bizden aşağıda olanlara bakarak kanaat üzerine değil, yukarıda olan kimselere bakarak hırs üzerine bina ettiğimiz günümüz toplumunda, maalesef inananlar olarak bizler de sonu olmayan bu sarmal içerisinde hızla sürüklenmekteyiz. Oysa iman eden kimseler için dünyanın geçici menfaat ve güzellikleri bir amaç değil, ebedi hayat olan asıl
amaç yolunda bir araç olmalıdır. Bu husustaki ölçümüzü “Allah’ın sana vermiş olduğu nimetlerle ahiret yurduna hazırlık yap, (bunu yaparken de) dünyadan nasibini unutma” [4] ayetlerinden almaktayız.
Aziz Müminler!
Unutmak istesek de, görmemezlikten gelsek de, uzaklaşmak istesek de, kaçılamayan ebedi hayatın başlangıcı olan ölüm hızla bize doğru gelmektedir. Bu sebeple, Hz. Ömer (r.a)’ın “Bu gün Allah için ne yaptın” sözünü hiç değilse ömrümüzde bir kez samimi bir şekilde kendimize sorup cevabını vermeye çalışmalıyız. Özenerek, önem vererek ve sayısız nimetlerle donatarak bizleri yaratan yüce Rabbimiz’in şu emri karşısında, kulluk görevimizi ne derece yerine getirebildiğimizi tekrar düşünmeli ve yeni bir başlangıç yapmalıyız. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve her kişi yarın Allah’ın huzuruna götürmek için ne hazırladığını gözden geçirsin.” [5]
Hutbeme başta okuduğum Hadis-i Şerif’in mealiyle son vermek istiyorum. “Akıllı kimse kendini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir.”
[1] Rahman, 5-8.
[2] Kıyame, 36.
[3] Mü’minun, 115.
[4] Kasas, 77.
[5] Haşr, 18.
[6] Tirmizi, Kıyamet, 26.

Abdussamet Varlı.
 

toprak

Deneyimli Üye
Kademeli
Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene TBMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır
nokta.gif

Cuma hutbesini Atatürk 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde vermiştir.



Bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeâir-i İslâmiyeyi Arabîden çıkarıp her milletin lisanıyla söylemeyi iki sebep için istihsan ediyorlar.


Birincisi: "Tâ siyaset-i hazıra avâm-ı Müslimîne de o suretle tefhim edilsin." Halbuki, siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanat içine girmiş ki, vesvese-i şeyâtîn hükmüne geçmiştir. Halbuki, minber vahy-i İlâhînin tebliğ makamı olduğundan, o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makam-ı âliye çıkabilsin.


İkinci sebep: "Hutbe, bazı suver-i Kur'âniyenin nasihatleri anlaşılmak içindir." Evet, eğer millet-i İslâm, İslâmiyetin zaruriyâtı ve müsellemâtı ve malûm olan ahkâmını, ekseriyet itibarıyla imtisal edip yerine getirseydi, o vakit nazariyât-ı şer'iye ve mesâil-i dakika ve nesâyih-i hafiyeyi anlamak için, bildiği lisanla hutbe okunması ve suver-i Kur'âniyenin-eğer mümkün olsaydı-tercümesi HAŞİYE belki müstahsen olurdu. Fakat namaz, zekât, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat'iye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avâm-ı nâs, onların vücubunu ve haramiyetini ders almaya muhtaç değiller. Belki, teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp, İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle, imtisallerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar. Halbuki, bir âmi, ne kadar cahil dahi olsa, Kur'ân'dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meâl-i icmâliyeyi anlar ki, "Herkese ve bana malûm olan imanın rükünlerini ve İslâmiyetin umdelerini, hatip ve hafız ihtar ediyor ve ders veriyor, okuyor" der, kalbinde onlara karşı bir iştiyak hasıl olur. Acaba kâinatta hangi tabirat var ki, Arş-ı Âzamdan gelen Kur'ân-ı Hakîmin i'cazkârâne, müfehhimâne ihtarlarına, tezkirlerine, teşviklerine mukabil gelebilsin?
HAŞİYE: İ'câza dair Yirmi Beşinci Söz, Kur'ân'ın hakikî tercümesi mümkün olmadığını göstermiştir.(27.Söz Said NURSİ Rh



Tâlim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemâta ihtiyaç var
Zaruriyât-ı dinî, müsellemât-ı şer'î, kulûblerde hâsıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.

Matlup da hâsıl olur. İbare-i Arabî HAŞİYE daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı.

Onun için Cumada hutbe-i Arabiye, zaruriyâtı ihtar, müsellemâtı tezkir, maalkifâye olur onun tarz-ı tezkiri.

Nazariyâtı tâlim onda maksud değildir. Hem İslâmın vicdanî simasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir; kabul etmez teksiri.

HAŞİYE On sene sonra gelen bir hadiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.
Cumada hutbe, zaruriyat ve müsellemâtı tezkirdir; nazariyâtı talim değildir. İbare-i Arabiye daha ulvî ihtar eder. Hadis ile âyet muvazene edilse görünür ki, beşerin en belîği dahi, âyetin belâgatine yetişemez, ona benzemez.(Hakikat Çekirdekleri Said NURSİ)





Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki, zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibâha eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer'iyenin şümulüne dahil olamazlar. Meselâ, bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde yaptığı tasarrufatta mâzur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, Semâvî değil, ancak arzî içtihadlardır. Bu gibi içtihadlarla Hâlık-ı Semâvat ve Arzın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduttur.

Meselâ, bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.


Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmâlen avâm-ı nâsa malûm ve mâruftur. Maahaza, lisan-ı Arapta bulunan şehâmet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur.(Mesnevi Nuriye)
 
Üst