Günümüz Müslüman Gencinin Psikolojisi

merkur

KF Ailesinden
Özel Üye
Günümüzde genç olmak, özellikle de Müslüman bir genç olmak çok zor. Neden mi? İslam’ın ders verdiği öğreti ile dışarıdaki dünya birbirinden oldukça farklı. İslam, Müslüman gence iffetli olmasını, gözünü haramdan ve günahtan korumasını, eline, diline ve beline sahip olmasını salık verirken tam bir günah kazanı olan dış dünya, gençleri İslam öğretisinin tam aksini yapmaya davet ediyor. Kısacası gençler bir ikilem arasında kalıyor; bir yanda İslamın öğretileri öte yanda modern dünyanın yaşam biçimi.

Bir ikilem arasında kalan günümüz Müslüman genci, ateşin içine atılan Hz. İbrahim’ı, Firavun’un sarayında yetişen Hz. Musa’yı, Züleyha’nın karşısındaki güzeller güzeli Hz. Yusuf’u, balığın karnındaki Hz. Yunus’u, yaralar içindeki Hz. Eyyûb’u ya da sapıklar içerisindeki Hz. Lût’u andırıyor. Bu zaman İslamiyet’in ilk ortaya çıktığı zamanla da benzerlikler gösteriyor. O zaman da İslam’ı tercih edenler maddi işkenceler altında ezilirken, şu zamanın Müslüman gençliği de belki maddi işkencelerden daha ağır olan manevi işkenceler altında huzursuz bir hayat yaşıyor.

Müslüman genç ne mi hissediyor? Bir ikilem ve onun yol açtığı bir buhran duygusu. Bir tarafta Allah-ü Teâlâ’nın emirleri, diğer tarafta zamanın câzibedar fitnesinin gençleri kendi yörüngesine alma çabası, ve ikisi arasında bocalayan âhirzaman Müslüman genci.

Beş Buhran


Bu genç, Yaratan’ın emrinin her şeyin üstünde olduğunu biliyor. İhlasın kırılmaması gerektiğini de biliyor, ihlassızlığın zararlarını da. Biliyor bilmesine ama şiddetle hücum eden günahlar karşısında kendisini tutamayıp şeytana mağlup oluyor. İstemeyerek de olsa şeytanın tuzaklarından birine yem oluyor ve günaha giriyor. Ardından ise büyük bir pişmanlık geliyor… Edilen tövbeler… Yapılan yeminler… Kılınan namazlar… Ve sonrasında yine bir şeytan tuzağı ve yine bir mağlubiyet. Ve bu genç kendisine bir vasıf atfediyor: günahkar. “Ben bir günahkarım, günahlardan kendimi alıkoyamıyorum” diye içten içe mırıldanmalar başlıyor. Ve kendine atfedilen bu vasfı yeis ve ümitsizlik duygusu takip ediyor.


İkilem içinde kalan ve tövbe ettiği günahların kapısına tekrar tekrar yanaşan bu genç, çevresine bakıyor… Çevresindeki yakın arkadaşlarını mübarek olarak görüyor. Evde kaldığı, okulda görüştüğü arkadaş çevresi çoğunlukla mübareklerden müteşekkil. Ama kendisi de o mübarekler içinde bir namübarek. Bu “namübarek” lik de ona büyük bir darbe vuruyor ve günahkarlık vasfının yanına bir de bu vasıf ekleniyor. Gel gelelim bu Müslüman gencimiz, insanların kendi ‘namübarek’ liğini bilmesini istemiyor. İstemediği için de bu vasfı gizleme yolunu tercih ediyor. Ve üzerine ‘mübarek’ marka bir elbise giyerek insanlar arasında hayatını devam ettiriyor. Görünüşte giyilen bu mübarek marka elbise gencimizi biraz rahatlatmasına rağmen gerçekte onu üçüncü bir uçuruma daha sürüklüyor. Nasıl mı?


“Ben” diyor, “iki yüzlüyüm, mübareklerin arasında bir mübarekken onlar olmadığında ise bir ‘namübarek’ im. ‘Günahkâr’ lık ve ‘namübarek’ lik vasıfları masum gencimizi boğmaya yetmiyormuş gibi yanına bir yenisi daha ekleniyor. O da riyakarlık hissi. Ve Müslüman genç bu üç meş´um vasıf altında boğulmaya başlıyor.


Bu üç vasfın ağırlığı yetmiyormuş gibi dördüncü darbe de beklenmedik bir yerden geliyor. Âhirzaman gençliğinin çoğu sahip olduğu bu üç yüz kızartıcı vasfın başkaları tarafından bilinmesini istemediğinden onları gizleme yoluna gidiyor. Dışarıya karşı daima mübarek görünümü çiziyor. Halbuki Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle içi dışına bir çevrilse her şey ayan beyan ortaya çıkacak. Bir çok kişi kendi gerçek görünümünü saklıyor ve vücudunun her tarafını kaplamış olan yaraları, üzerine giydikleri elbiselerle örtmeye çalıştıklarından, onu gören karşıdaki kendini ‘namübarek’ hissediyor. Halbuki o kendini “namübarek” hisseden de yaralarının üzerine giydiği mübarek marka elbiselerle ortalıkta. Kısacası bu üç vasfa sahip olduğunu bir çoğu düşünüyor ama düşünenler de bunu dışarı vurmaktan kaçındıklarından herkes sadece bu gibi buhranları kendisinin yaşadığını ve bu üç vasfa sadece kendisinin sahip olduğunu zannediyor. İşte Müslüman genci sarsan dördüncü his: ‘Günahkarlıkta, namübareklikte ve riyakarlıkta yalnızlık.


Beşinci buhrana geçmeden önce biraz psikolojiden bahsetmek gerekiyor. Psikoloji der ki, eğer bir kişide bilişsel huzursuzluk varsa kişi bu huzursuzluğu gidermeden huzurlu bir hayat süremez. Mesela sigara içen bir adam, sigaranın zararlarını anlatan bir yazı okuduğunda, sigaranın kansere yol açtığını ve her içilen sigaranın ömrü 5 dakika kısalttığını öğrenince bir bilişsel huzursuzluk yaşıyor. Yani kendi yaptığı ile okuduğu haber çelişiyor ve buda bilişsel bir huzursuzluğa yol açıyor. Bu insanın yapacağı ilk iş bu huzursuzluğu gidermek. Bu da iki türlü olabilir; ya sigarayı bırakacak - ki gayet zor ama bu ikilemden ve bilişsel huzursuzluktan kurtulmanın da en sağlam yoludur - ya da yaptığı işi rasyonalize edecek (mantığa bürüyecek). Nasıl mı? İlk önce kendisi gibi sigara içen tanınmış kişileri arayacak. “Bak Cumhurbaşkanımız, Başbakanımızda da içiyor; sanatçıların çoğunun ağzından sigara hiç düşmüyor” diyecek. Sonra “Hem Ahmet 60 senedir içiyor ama sapasağlam, hem sigara içerek daha az yaşayacağım ama bu yaşamım daha keyifli olacak” gibi yaklaşımlarla kendini rahatlatma yoluna gidecek. Diğer bir çare olarak da okuduğu haberi yalanlamak yoluna gidecek ve o haberin aksini iddia eden bir başka habere cankurtaran simidine yapışır gibi sarılacak. Kısacası çaldığı minareye bir kılıf uydurarak bir nevi huzur bulacak… Ama sahte bir huzur…

Aynen böyle de, işlediği günahların büyük azaplara yol açtığını ve bunun da cehennemi netice verdiğini, kimsenin görmediği günahları meleklerin ve Allah-ü Teâlâ’nın gördüğünü bilen Müslüman genç, bilişsel bir huzursuzluğa giriyor. Günah işlemekten kendini bir türlü alokayamıyor. Günahlardan da yakasını kurtaramadığı için bilişsel huzursuzluk devam ediyor. En iyisi yapılan bu işi rasyonalize edeyim, yani yaptığım işe bir kılıf bulayım diyor. Tam başlayacakken birden düşünüyor “Haşa! Şimdi işlediğim günahı haklı mı çıkarayım” deyip küfrün kapısına yanaşmaktan korkuyor. Böylece rasyonalize yolu da kapanmış oluyor. Belki de en derin sancıyı bu anda yaşıyor. İşte yaptıkları günahları ne rasyonalize edebilen ne de onlardan kurtulabilen günümüz Müslüman genci bilişsel huzursuzluk içinde hayata devam etmek zorunda kalıyor. Bunun sonucunda daima psikolojik olarak sorunlar yaşıyor, gün geçtikçe daha da asabileşip daha da alıngan hale geliyor. Kendisine daima hakaret ediyor ve karamsarlaşarak hayatını zehir ediyor.


Bir kısmı bu beş buhran içinde hayatlarına ak aksak devam ederken, imanı zayıf olanları çok daha büyük sarsıntılar bekliyor. Eğer âhirzamanın bu Müslüman genci sağlam bir îmânî ders almamışsa, bu bilişsel huzursuzluğu gidermek için akla gelmedik yollar deniyor. Artık îmânî derslerin yapıldığı mekanlara uğramak istemiyor. Uğrasa yeni şeyler öğrenecek, ama dışarı çıkınca onlara zıt hareketlerde bulunacak, bilişsel huzursuzluk daha da artacak. Hem kendisi o gruba ait değil ki, o ‘namübarek’, onlar ise mübarek, mübareklerin arasına ancak mübarekler girebilir. Bir kısmı bu yolu seçip îmânî dersleri bırakırken diğer bir kısmı da îmânî derslerin yapıldığı evlerde kalmasına rağmen oraları terk ediyor. “Ben onların arasında yaşayamam, onlar çok temiz safi, mübarek insanlar, benim ise öyle kusurlarım var ki, onlar arasına giremem.” gibi mülahazalarla kaldığı evlerden çıkıyor. Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle bir sineğin ısırmasından kaçarken yılan ısırmalarına hedef oluyor.


Bu îmânî derslerden haberi olmayan diğer bazıları daha da ileri giderek küfre doğru adım adım yaklaşıyor. Kendi işlediği günahı inkar edemiyor, bilişsel huzursuzluğunu gidermek istiyor. Bunun için çareler ararken, Cehennem’in, meleklerin hatta Allah’ın yokluğunu içten içe arzu ediyor. Ve bu uğurda bulduğu küçücük delillere can havliyle sarılarak onları büyük bir delilmiş gibi görüyor. Ve sahip olduğu kutsi değerleri inkar etmeye başlıyor.

Müjdeler

Bu kadar zor durumda bu muzdarip gençlere elbetteki bir çok müjdeler var. İlk olarak Allah’ü Teâlâ, “Eğer kendisinden yasaklanmakta olduğunuz günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi çok hoş bir yere (cennete) koyarız (Nisa, 31)” buyuruyor. Ve başka bir âyette ise, “Ey nefisleri aleyhine günah işlemekle ömürlerini israf eden kullarım! Günahlara bulaştık diye Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar (Zümer 53)” müjdesi ile günaha saplanan biçare gençleri bir nebze olsun rahatlatılıyor. Bununla beraber, Allah-ü Tealanın Gafûr (çok bağışlayan), Tevvâb (tövbeleri tekrar tekrar kabul eden), Rahîm (kullarına çok merhamet eden) ve Settâr (ayıpları ve günahları örten) isimleri bu gençliğin imdadına yetişiyor ve onlara yeni kapılar açıyor.


Yüce Allah’tan sonra müjde, âlemlerin efendisi Hz. Muhammed aleyhisselâmdan geliyor. O da âhirzamanın bunalmış gençlerini teselli edercesine şöyle buyuruyor: “Eğer siz (sahabeler) benim dediklerimden birini yapmazsanız, cehenneme girersiniz, ancak öyle bir zaman gelecek ki, söylediklerimden birini yapan cennete girecek”. Ve yine gençlere başka bir müjdeyi de şu sözle veriyor “Benim şefaatim ümmetimden büyük günahları olanlar içindir.


Müjdeler devam ediyor. Bediüzzaman Said Nursi’de bu gençliğine hitaben diyor ki, “Sizler bu meşakkatlere sabretmekle sahabelerin küçük kardeşleri oluyorsunuz.”


Kısacası günümüzde Müslüman olarak yaşamak zor, zor olduğu kadar da psikolojik olarak yorucu. Ama bu duruma sabretmenin de mükafatı çok ama çok büyük.


Mehmet Teber
 
Üst