Güçsüzlüğün gücü

YİĞİDO

Üye
Kademeli
Güçsüzlüğün gücü
25 Temmuz 2011 Pazartesi 06:20
Güç ve kudretin manâsını bilmekle anlamak arasında büyük fark vardır.
İnsan yaratılıştan aciz ve zayıftır.
Fakat akıl nimeti ile, irade ve kabiliyetleri ile ihtiyaçlarını elde edebilmesinden dolayı acziyetini ve zafiyetini unutur. Elde ettiği imkânlar, güç ve kudretin göstergesi sayılan enstrümanları, sıhhati, serveti, makamı, gafletine sebep olur. Aciz ve zayıf olduğunu unutur.

Ancak bazen öyle basit bela ve musibete maruz kalır ki, cismaniyetinde, iliklerinde, ruhunun derinliklerinde ve gerçekte kalbinde hisseder aczini ve zaafını. Meselâ hastalandığında. Organlarının birinin işlev görmediğinde, herhangi bir özürlülük hallerinde tam hisseder ve anlar.

Hissetmek ile bilmek aynı şey değildir demiştik ilk cümlemizde.
Meselâ, ”ene” denilen haslet, his, lâtife, duygu özellik insanı tüm mahlûkatın üstünde arzın hâlifesi, eşref-i mahlûkat yapan bir sır, emanet.
Kıyaslama yoluyla Allah’ın tanımamız için lûtfedilmiş bir sırdır “ene.”

Bu “ene” emanetini dağlar yüklenememiş insan yüklenmiş. İnsandan başka yüklenmeye cesaret edememiş. Cahil cesur olur sözü bu olaya binaen denilmiş olabilir. Onun için insan “cahil ve zalimler” sınıfında yer almaktadır. İlahi hikmeti daha fazla sorgulamak haddimize değil. Anlamak için böyle saçma cümleler kurmak zorunda kalıyoruz.

Hikmetini anlamaya çalıştığımız “ene” insanın nefsine takılmıştır.
Ene’nin insanın nefsine takılması demek, algılama, hissetme, idrak etmek içindir.
Eğer hissetme hasiyeti, özelliği olmasaydı, İnsan kendisi dışındaki eşya ve olayları anlaması ve anlamlandırması mümkün olmazdı.

Ene ile kâinatın yaratıcısını, sahibini yani Allah’ın varlığını birliğini, güç ve kudretini, isim ve sıfatlarının tecellilerini anlayabiliyoruz. Fark ediyoruz. Anlam yüklüyoruz. Kendimiz dışındaki her şeye isim verebiliyoruz. Eşyanın isimleri ilk defa ilk insan Hz. Âdem’e (as) Cenab-ı Allah tarafından talim ettirilmiş. Bu isim talimi insanı meleklerin üzerinde bir makam kazandırmış.

Anlamak, algılamak, idrak etmek, hissetmek, farkındalık insaniyetin ayırt edici özelliği.
Teknolojide mekanik, elektronik sistemlerin algılama özelliğine sahip aparatlarına sensör denir. Mekanik sistemlerin bir tür sinir uçlarıdır sensörler.
Makine ne kadar çok konuda, ne kadar çok parametreyi algılaması isteniyorsa o kadar çok sensörü var demektir.

İnsandaki sensör sayısı ne kadardır bilinmiyor. Sınırsız denilebilir.
Dilin kaç çeşit tadı algılayıp tefrik ettiğini, gözün ne kadar renk çeşidini ayırt edebildiğini kulağın hangi frekanslar arasında seçim yapabildiğini bilmiyoruz. Sayısız diyor geçiştiriyoruz.

Bütün hissetme ve algı sistemleri insanın yaratılışında yazılımına yüklenmiş. İşte bu nefsidir.
Nefis hem algı hem motor motivasyon özelliğidir. İnsandaki latife ve duyguların işlevi, fonksiyonu ancak nefsiyle hissedebilir. Nefsin bir anlamı da ben demektir.

Güç ve acziyet meselesine gelecek olursak.
İnsan akıl, zihin ve kabiliyetleri ve kullandığı araçlarla elde ettiği sanal bir güçle güçsüzlüğünü unutabiliyor.
İnsanın kendini güçlü zannetmesi yüksek riskli bir alana girmesi demektir.
Asıl görmek anlamak ve idrak etmesi gerekenleri göremeyişidir. Algı ve his sensörlerinin işlemez halidir. İptali his durumudur.

İşte acz ve fakrın farkına varılması, idrak edilmesi demek sınırsız güce dayanılması demektir.
Sınırsız güce dayanmakla en büyük güç sahibi olunabilinir.
Cenab-ı Hakkın rahmet ve inayeti acz ve fakrın içten, kalpten hissedildiği idrak edildiği zaman tecelli eder.
Güçsüzlerin, zayıfların en güçlü anı acziyetin ve zafiyetin derecesi göre ihtiyacı olan şeyler ona musahhar olur, emrine verilir.

Teorik olarak acz ve fakrın mahiyetini bilmekle, ruhunda, kalbinde, bütün duyu, duygu ve lâtifeleri ile hissetmek aynı şey değildir.
Bunu hayatın pratiğinden bir örnekle açıklayalım. Yüzme bilmeyen insanlar suyun insanı kaldırdığını teorik olarak bilirler. Ama suya girince suyun kaldırma özelliğine güvenmedikleri için panik yapıyor ve boğuluyorlar.

İşte bilmekle hissetme ve idrak etme şuuru yüzme bilenle bilmeyenin farkı gibidir.
Söylemlerle aczini fakrını ifade etmek işin gerçek anlamını idrak etmek demek değildir.
Bütün aklı, kalbi ve ruhuyla tereddütsüz imanı edip teslim olmak tevekkül etmek şarttır.
Eğer tereddütsüz olarak acziyetimizi, fakrımızı idrak eder, Cenab-ı hakkın nihayetsiz güç, kudret ve rahmetine iltica edersek güçsüzlük anlamlı bir güce dayanmamız demektir.
Bunun tersi de kendini güçlü hissetme halidir ki, Allah muhafaza gaflete sebep olur. Gaflet de felâket ve musibeti davet eder. İnsanlık tarihinde örnekleri çoktur.
İnsanın kendini güçlü hissetme hâli Firavunluk hâlidir. Aczini hissettiği hâl ise İbrahim aleyhisselam halidir. Ateşin yakmadığı hal.

Bireylerin kendilerini güçlü zannetme hali sosyal gruplar için hatta devletler için de geçerlidir.
Tarihte gücü ile zulüm yapmış nice imparatorluklar zirvede iken ani ve adi bir sebeple düşüp tarihe karışmışlardır.

Günümüzde Sovyet İmparatorluğu süper güç iken bir anda darmadağın oldu.
Amerika dünyanın süper gücü iken 2001 yılında meydana gelen 11 Eylül saldırısı ile bütün karizması çizildi. Ondan sonra hep irtifa kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Tam zirvede olduğu bir zaman. Küresel kibrin sembolü olduğu bir zamanda öyle bir musibete maruz kalması olayına bir de kader yönüyle bakılabilir. Bu örnek asla o saldırıyı yapan teröristleri tasvip anlamına gelmemeli. İnsanlığa ve İslâmiyete en büyük zararı oldu.
Bütün iktidarlar ve iktidarın yanında yer alan sosyal gruplar veya cemaatler her kim olursa olsun dünyevi gücün sebep olduğu kibir çok büyük bir tehlikedir.

Sahip olunan her güç enstrümanı imtihanın şiddetini artıran unsurladır.
Özellikle ülkemizde güçlü görülen sosyal grupların hal ve tavırlarının mercek altında olduğunu bilmelerinde fayda var. Arife tarif gerekmez. Başarı başa bela olmasın…
 
Üst