Garip

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Ruhlar gitgeller içinde mustarip.
Bir yol var ancak zaferle açılan. O yolun yolcuları garip görünümlü muzafferler. Başlarında bir zafer tacı olur, görünmez. Cennet renginde. Anlamak için onları, gönüllerini görmeli.
Gönülleri gören o yola âşık olur ve o yolun dönmez bir yolcusu.
Aşikârlar nihan.
En kötüsü güneşli geceler.
Diğer yollar var; garip. Kalabalıklar o yolda izdiham. Gidenin simasında yalancı bir sürur…
Yalancı sürurlar ne kadar çok; garip.
İnsan bir kendini aldatma üstadı, aşikâr.
O yolda bir izdiham. Ve haykırış. Sesler ve nida. Ve simalarda yalandan hamakat bir tebessüm…
Akla basar o yolda ayaklar. Akıl avaz avaz figan eder. Gönülden akan kan derya o yolda ve o yolda cehennem.
İnsanoğlu garip.
Uçurumlardan gözlüler düşer. Hayır. Her düşen kördür.
Yaratılış garip. Ve gerçek.
İlahi hikmete akıl sır erdirmek muhal.
Kuran “gelseler ve görseler ve dönseler yine gittikleri yoldan gidecekler ve dönmeyecekler” demiş.
Kader; aklımızın girmesine izin olmayan ülke…
Gönül zaten garip…
Sırrı bilsek rahatlayacağız. Yalnız tüm sırları bilsek…
Sırları geçsek de rahatlayacağız. Sırları geçen belki tüm sırları bilir duruma gelir.
Beden ile ruh arasındaki mesafe; garip.
“Ruhu öldürmek bedeni öldürmekten daha büyük cinayet demiş bir mütefekkir.” Bedeni öldüren ruhu da öldürür. Beden leşlerinin üstünde çürümüş ruhlar. Garip.
Hayatı düşünmeyen daha mutlu… Şevket Rado Eşref Saati’nde “fark ettiğimiz organımız hastadır” der.
Hayatı da fark etmek de ıstırap.

Efendimiz “cennette en çok abid cahiller olur” demiş. Hayatı da onlar yaşamazlar mı?
Goethe “bildiğiniz kadar huzursuzluğunuz artar” demiş. Cehennem zaten huzursuzluk…
Düşünen insanın içinde bir hüzün nehri akar.
Kendiyle baş edemeyen en büyük mağlup… Mağluplarda keder.
Gri bir sonbahar rengi var gökyüzünde. Şairlerde anlaşılmaz bir hal. Hayatın şiirleşmesi ne kötü…

Bu cihanda cennet ve cehennem…
Hangisini seven ona mı gidecek.
Sırları keşke bilseydik. Onun için yolculuk mu gerek.
Kolay zafer var mı ki?
Hele de aşk yoksa. Aşk yoksa zafer de yoktur. Zafer aşkın kölesi… Aşkı olmayan mevta… Âlem aşk ile ayakta.
Aşk bir güzellik iksiri… Çirkin Leyla’yı peri kızı etmiş.
Aşk bir örtü… Bahar çiçeklerinden devşirilmiş. Güzel kokulu hayal…
Aşk cehennemde cennet… Belki cehennemi cennet eden ibadet… Aşkı olmayan daimi mağlup…
Menzile değil aşka gitmeli. Aşkı olmayan menzile varamaz. Aşksızlar kör.
Basra’da muzaffer bir âşık vardı; garip. Zaferiyle sekran. Aşkıyla münzevi. Bir sultandı yalnız saltanatı âşıklara ayandı, ölülere nihan; garip.
Bir gün onun yanından körler geldiler başka bir aşığın yanına; Medine’ye. Basralıyız dediler. Güldüler, gururlandılar.

Medine’de perdeler ayan. Medine mihenk. Medine sema. Milyon yıldızlar orada âşıkane müzkir. Medine’deki güneş, kör Basralıların gözüne ışık oldu şu sözleriyle: “bir garip sizdeymiş duyduk. Bir güneş. Bir kamer ve ay. Yüzünüzde onun ışığından bir şey göremiyorum; garip. Işığa düşmanlığınızın sebebi ne… Ey gönülleri perdeliler.”
Bir sükût oldu birden, derin. Gönüllere yolculuk başladı. Sonra sessiz çığlıklarla haykırdılar: “evet var dediler bizde batmayacak bir güneş. Gönlümüz şimdi dedi. Senin ışığın onu da aydınlattı. Senin aşk aynanda başka âşıklar gördük ve aşksızlığımızı;” garip.
Hakikat garip.

Bir güneşten ayrıldılar Medine’de. Ama içlerinde başka bir güneşin hasreti vardı.
Yolda aşk onlara fırtınalaştı. Gittiler Basra’daki aşk tekkesine. “Sana küskünüz” dediler. “Güneşsin sen ama gecemizi aydınlatmak istemedin. Neden” dediler, “neden.”
Nedeni garip.
Güneş sustu. Güneş olan susar. Aşkı olmayan, görmez anlamaz, aşkı olan ise sormaz.
Ve gitti Basra’dan o güneş. Âşıklar aşksızlar arasında garip.
Varlık garip.
Resul Davutoğlu
 
Üst