eş-Şekûr

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
eş-Şekûr

imaj%20(36).jpg


eş-Şekûr, kendi rızası için yapılan işleri daha ziyadesiyle karşılayan, az bir ibadetin karşılığında büyük mükâfatlar veren, kullarının ecrini kat kat artıran, demektir.
Tegâbün sûresi (64), 17: “Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah Şekûr (çok mükâfat verendir), Halîm’dir.”.
Bakara sûresi (2), 158: “...Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah Şâkir’dir (iyiliğin karşılığını kat kat verendir), o Alîm’dir (her şeyi bilendir).”
Fıtratımıza kodlanmış güzelliklerden biri de, bize sunulan nimetlerden hoşnut olmamız ve bize o nimeti sunana teşekkür etmemizdir dostlar! Her insan, bu fıtrat güzelliği ile doğar, zaman içinde, dünya hayatında edindiği bilgiler, ya o fıtratın güzelliğine yeni güzellikler ekler, ya da fıtratındaki güzellikleri örter ve o insanı karanlıklar içine iter.
Kulunun hep güzele ulaşmasını dileyen Yüce Allah, nimetleri görmemizi istemekte ve “hâlis” bir “şükür” beklemektedir o nimet karşılığında.
Kulluk, teşekküre “şirk” katmamanın adıdır dostlar.
Bakara sûresi (2), 152: “O halde Beni anın, Ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.”
Enfâl sûresi (8), 26: “Düşünün ve hatırlayın o zamanları ki, hani bir vakitler siz yeryüzünde güçsüzdünüz, hor görülen bir azınlıktınız. İnsanların sizi tutup kapmasından korkuyordunuz, öyle iken O, sizi barındırdı ve sizi yardımıyla destekleyip güçlendirdi ve şükretmeniz için temizlerinden rızık verdi.”
İbrâhîm sûresi (14), 7: “Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”
Yüce Yaradan’ın kullarından beklediği tek şey, “şükür”dür. Yine o “muhteşem kelâm”da, kulların pek azının şükrettiği belirtilir dostlar!
A’râf sûresi (7), 10: “Doğrusu Biz sizi yeryüzünde, yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
Mü’minûn sûresi (23), 78: “Halbuki sizin için o kulağı, o gözleri ve o gönülleri yaratan O’dur. Ne de az şükrediyorsunuz!”
Neml sûresi (27), 73: “Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat onların çoğu şükretmezler.”
Kâinat yaratılmış, âlemde var olan her şeye “hayat” bahşedilmiş ve o hayatın devamı da “rızk”a bağlanmıştır!
Demek ki kâinatın en hayrete şayan, en eşi benzeri olmayan hakikati “rızk”tır dostlar! Bütün canlılar, rızklarının temini için seferber edilmişlerdir.
Bakara sûresi (2). 172: “Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin, eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız.”
“Rızk”a ulaşmak için canlılara “iştah” verilmiştir! Bu fıtrî şükürdür. “Rızk”a ulaşmak için çalışmak emredilmiştir. Bu da fiilî şükürdür!
Rızk, renklendirilmiş, kokulandırılmış, çeşit çeşit tatlarla bezendirilmiş ve böylece yaratılmışlar şükre davet edilmiştir; bu da manevî şükürdür. Zira lezzetli, mis kokulu bir yiyecek, insana, rızk hazinelerinin sahibini, malikini düşündürür.
Rızk, düşünen insanların aklına, fani dünyadaki lezzetlerin, ebedî dünyada tadılacak lezzetlerin örneği olduğunu getirir...
Düşünen insanların bedenleri, maddi rızklarla rızıklanırken, gönülleri de; o, ebediyete kodlanmış gönülleri de, “ebedî lezzetler” duyarak rızıklanır, doyar, itmi’nana ulaşır dostlar!
Nahl sûresi (16), 14: “Yine denizden taze et (balık) yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye, denizi emrinize veren Allah’tır. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun. Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için Allah böyle yapmıştır.”
Kasas sûresi (28), 73: “Rahmetinden dolayı, Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz, gündüzün ise O’nun lütuf ve kereminden rızkınızı arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.”
Şükrün ölçüsü kanaat etmek, iktisatlı olmak, rızka rıza göstermek ve memnuniyet duymaktır dostlar!
Kanaat etmeyip hırs göstermek, israf etmek, helâl ya da haram aramayıp, rast gele yemek de şükürsüzlüğün ölçüsüdür!
“Hırs” şükürsüzlüğe olduğu gibi, zillete de vasıtadır.
Karınca hırslandı, bir avuç buğday ona koca bir kış yetecekken, yaz boyu çalışıp, ambarlar dolusu buğday biriktirdi de, ayaklar altında kalıp ezilenlerden oldu!
Arı ise rızkına kanaat etti; amelini kendi için değil, insanların hayrı için yaptı ve böylelikle başlar üzerinde uçtu, Allah’tan vahiy alarak, bal yaptı.
Nahl sûresi (16), 68, 69: “Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların) kuracakları kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvaların hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir.’ Onların karınlarından renkleri çeşitli içecek (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır.”
Şükrün çeşitleri vardır dostlar! En geniş anlamıyla şükür, “namaz” ile tamamlanır ve mü’minin “miracı” olur!
Şükür, saf bir imanın göstergesidir. Çünkü ancak inanan, inancıyla yaşayan insan, kendisine verilen nimetlere şükreder!
Hâlis mü’min, rızkına şükreder, o rızkın, kendisini yaratan, her şeyin sahibi olan Allah’ın rahmet hazinelerinden geldiğini ve O’nun hediyesi olduğunu bilmekle, hakiki imanın, hâlis bir tevhid inancı olduğunu gösterir.
Yaratılmışlar arasında rızkın çeşitliliğine en çok muhtaç olan insandır!
Cenâb-ı Hakk, insanı, isimlerine ayna olacak, rahmet hazinelerini tanıyacak ve tartacak bir kabiliyete sahip olarak yaratmıştır. Onun için de insanlara sonsuz ihtiyaçlar verip, maddî ve manevî rızklara muhtaç etmiştir... Tâ ki insan, ihtiyaç duyduğu rızkı bulsun, ona ulaşsın, onunla doysun ve kendisine hedef olarak gösterilen “ahsen-i takvim”e ulaşsın!
İşte, insanın, kulluğunu bilmesinin ve “ahsen-i takvim”e ulaşmanın vasıtası “şükür”dür! Sonuçta şükür, insanı, meleklerden de üste çıkarır.
“İman”, en büyük şükür vesilesidir dostlar! Zira hayat, iman ile anlam kazanır. Mü’min, dünya hayatının, kâinat sergisinde teşhir edilen “o muhteşem kudreti” görmeli; o mucizeleri anlayarak yaşamalıdır. İnsan, o mucizeleri anladığı ve yaşadığı oranda derece kazanacaktır!
Secde sûresi (32), 9: “Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfürdü. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az şükrediyorsunuz!”
Her azanın şükrü, kendi cinsiyledir dostlarım!
Gözün şükrü helâle bakıp, güzellikleri görmekle; ağzın-dilin şükrü hayrı konuşup, güzel söz söylemekle; elin şükrü hep vermekle, muhtaçların elinden tutmakla; ayakların şükrü hayra, helâle koşmakla ifa edilir.
Varlığın şükrü varlığı Allah yolunda harcamakla yerine getirilir.
Hayat, uzun bir yol dostlar! O yol boyunca pek çok nimet serilir önümüze. Hayat yolunun her menzilinde, karşılaştığımız nimetler hakkında sorguya çekileceğiz:
“Bu nimeti ne ile kazandın? Bu nimeti nasıl hak ettin? Bu nimetin şükrünü eda edebildin mi?” diye sorulacak her birimize.
Sen, Ey Yüce Rabbim! Seni bilebilmekten, Seni tam anlamıyla övebilmekten acizim! Ben, aciz bir mahlûkum, Sen ise, kudret ve gücün yegâne sahibisin! Rabbim, lütfuna, engin rahmetine ve özellikle az bir amele büyük mükâfatlar veren Şekûr ismine sığınarak Sana dua ediyorum!
Ey Rabbim! Sana, Habibin, Hz. Muhammed (sav) gibi dua ediyorum: “Ya Rab! Seni zikretme, Sana şükretme ve ibadetini en güzel şekilde yapabilme konusunda bana yardım et.” (Ebû Dâvûd, Salât, 361, Hadis no: 1522; Nesâî, Sehv, 60; Tirmizî, Zühd, 30.)
Fâtır sûresi (35), 29-30: “Allah’ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar. Çünkü Allah mükâfatlarını kendilerine tamamen ödedikten başka, lütfundan onlara fazlasını da verecektir. Çünkü O çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir.”
Ey Rabbim! Beni, iman nimetine, hidayet nimetine, can bahşedilmiş olma nimetine, sıhhat ve varlık nimetine tam anlamıyla şükredenlerden eyle!
Ey Rabbim! Bana, öyle bir hayat yaşamayı nasip eyle ki, hayatım, şükrümün fiilî ispatı olsun. Âmîn.
 
Üst