*Dâvûd -aleyhisselâm-, bütün işlerinde Allâh’a yönelirdi.
*Allâh Teâlâ, O’nun için “Kulumuz Dâvûd” buyurdu.
*Kendisine dört büyük ilâhî kitaptan biri olan Zebûr indirildi.
*Dağlar ve kuşlar O’nunla birlikte zikrederdi.
*Kuşların dilini bilirdi.
*Çok güzel bir sadâya sâhipti. Zebûr’u okuduğu zaman, dağlar ve kuşlar O’nu dinlerdi.
*Demiri elinde bal mumu gibi yoğururdu. Böylece kendi el emeği ile geçinirdi. Nitekim Peygamber Efendimiz de, O’nun bu hâlini medhetmiştir.[2]
*Dâvûd -aleyhisselâm-’a fasl-ı hitâb (hakkı batıldan ayırt etme kâbiliyeti) ve hikmet verilmişti.
*Devleti, o zamanın en heybetli ve güçlü devletiydi.
*Dâvud -aleyhisselâm-, Rabbine çok şükrederdi. O, bir keresinde şöyle demiştir:
“–Yâ Rabbi! Ben Sana nasıl şükredeyim. Zîrâ Sen’in şükrüne ancak Sen’in nîmetinle erişebiliyorum.”
O’na şöyle vahyedildi:
“–Sana olan nîmetlerimin hepsinin Ben’den olduğunu biliyor musun?”
Hazret-i Dâvûd:
“–Evet.” dedi.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
“Bu şekilde düşünmen, Ben’im Sen’den râzı olmama kâfîdir.” dedi. (İbn-i Kesîr, Kısasü’l-Enbiyâ, s. 524)
*Hâsılı Dâvûd -aleyhisselâm-, üstün kılınmış bir peygamberdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا
“And olsun, Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik!..” (Sebe’, 10)
Dâvûd -aleyhisselâm-’ın Vefâtı
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Dâvûd -aleyhisselâm-, gayret-i dîniyyesi pek şiddetli ve namusuna çok düşkün biriydi. Evden çıktığı zaman kapıyı iyice kapatır, dönünceye kadar kimse oraya girmezdi.
Birgün yine evden çıktı, kapıyı kapattı… Dâvûd -aleyhisselâm- geri döndüğünde evin ortasında duran bir adam gördü. Ona:
«–Sen kimsin?» diye sordu.
O da:
«–Ben, o kimseyim ki, krallardan korkmam ve perdeler (engeller) bana mânî olamaz.» dedi.
Bunun üzerine Dâvûd -aleyhisselâm-
«–Vallâhi o zaman sen ölüm meleğisin. Allâh’ın emriyle hoş geldin.» dedi.
Bir müddet sonra da rûhu kabzolundu…” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 419)
Hazret-i Dâvûd’un kırk sene devâm eden idâresi, İsrâîloğulları’nın en parlak dönemidir. Dâvûd -aleyhisselâm- Kudüs’ü fethederek, devletine başkent yapmıştı. O, hem hükümdar hem de bir peygamberdi. Bu iki özellik Hak tarafından O’na lutfedilmişti. Kendisinden sonra yerine oğlu Hazret-i Süleyman geçti ve O’na da peygamberlik verildi.
*Allâh Teâlâ, O’nun için “Kulumuz Dâvûd” buyurdu.
*Kendisine dört büyük ilâhî kitaptan biri olan Zebûr indirildi.
*Dağlar ve kuşlar O’nunla birlikte zikrederdi.
*Kuşların dilini bilirdi.
*Çok güzel bir sadâya sâhipti. Zebûr’u okuduğu zaman, dağlar ve kuşlar O’nu dinlerdi.
*Demiri elinde bal mumu gibi yoğururdu. Böylece kendi el emeği ile geçinirdi. Nitekim Peygamber Efendimiz de, O’nun bu hâlini medhetmiştir.[2]
*Dâvûd -aleyhisselâm-’a fasl-ı hitâb (hakkı batıldan ayırt etme kâbiliyeti) ve hikmet verilmişti.
*Devleti, o zamanın en heybetli ve güçlü devletiydi.
*Dâvud -aleyhisselâm-, Rabbine çok şükrederdi. O, bir keresinde şöyle demiştir:
“–Yâ Rabbi! Ben Sana nasıl şükredeyim. Zîrâ Sen’in şükrüne ancak Sen’in nîmetinle erişebiliyorum.”
O’na şöyle vahyedildi:
“–Sana olan nîmetlerimin hepsinin Ben’den olduğunu biliyor musun?”
Hazret-i Dâvûd:
“–Evet.” dedi.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
“Bu şekilde düşünmen, Ben’im Sen’den râzı olmama kâfîdir.” dedi. (İbn-i Kesîr, Kısasü’l-Enbiyâ, s. 524)
*Hâsılı Dâvûd -aleyhisselâm-, üstün kılınmış bir peygamberdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا
“And olsun, Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik!..” (Sebe’, 10)
Dâvûd -aleyhisselâm-’ın Vefâtı
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Dâvûd -aleyhisselâm-, gayret-i dîniyyesi pek şiddetli ve namusuna çok düşkün biriydi. Evden çıktığı zaman kapıyı iyice kapatır, dönünceye kadar kimse oraya girmezdi.
Birgün yine evden çıktı, kapıyı kapattı… Dâvûd -aleyhisselâm- geri döndüğünde evin ortasında duran bir adam gördü. Ona:
«–Sen kimsin?» diye sordu.
O da:
«–Ben, o kimseyim ki, krallardan korkmam ve perdeler (engeller) bana mânî olamaz.» dedi.
Bunun üzerine Dâvûd -aleyhisselâm-
«–Vallâhi o zaman sen ölüm meleğisin. Allâh’ın emriyle hoş geldin.» dedi.
Bir müddet sonra da rûhu kabzolundu…” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 419)
Hazret-i Dâvûd’un kırk sene devâm eden idâresi, İsrâîloğulları’nın en parlak dönemidir. Dâvûd -aleyhisselâm- Kudüs’ü fethederek, devletine başkent yapmıştı. O, hem hükümdar hem de bir peygamberdi. Bu iki özellik Hak tarafından O’na lutfedilmişti. Kendisinden sonra yerine oğlu Hazret-i Süleyman geçti ve O’na da peygamberlik verildi.