Beraat gecesinde kimler affedilmeyecek

  • Konuyu başlatan Kayıtsız Üye
  • Başlangıç tarihi
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
Beraat gecesinde kimler affedilmeyecek Berat gecesi affedilmeyecekler kimlerdir açıklama yapar mısınız?

Berat kandilinde Allah (cc) yokmu tövbe eden bağışlayayım yokmu dua eden kabul edeyim dediği halde şu beş ahlakı taşıyan kişilerin tövbelerini ve dualarını kabul etmeyecek.

Bunların başında Allah'a (cc) şirk koşan, onun yerine sevgili, otorite, tapınılan yolunda gidilen ilahlara tapan müşrikler gelmektedir. Her ne kadar alınları secde de olsa İlah olarak Allah'ı tanımayanları dünya ve ahirette bağışlamayacaktır.

İkincisi alkol kullanan bundan rahatsızlık duymadan pişman olup geri dönmeyi aklından geçirmeyen ayyaşlar takip etmektedir.

Üçüncüsü anne ve babasına asi olup onlara kötü muamelede bulunan kimseler gelmektedir.

Dördüncüsü müslümanlara kin ve düşmanlık besleyen şahıslar gelmektedir.

Müslümanın müslüman ile üç günden fazla küsülü kalması helal değildir. Böyle bir gecede müslüman kardeşlerimiz ile helalleşip küsülü isek barışmalıyız. Son olarak aile bağlarını koparanlar akraba ziyaretini terk edenlerin duaları makbul olmayacaktır. Allah'ın selameti rahmeti ve bereketi yolunda giden mü'mi müslüman kulları üzerine olsun. Kandiliniz mubarek olsun.
 

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.Zümer Sûresi, 53.

Samimi olunursa Allah cc bütün günahları affedecektir inş.

Bakınız:

Büyük günah işlemek insanı imandan çıkarmaz. Bu konuda ehl-i sünnet ve’l-cemaat âlimlerinin ittifakı vardır. Bunu ifade etmek üzere “amel imandan bir cüz değildir” kaidesini ortaya koymuşlardır.

Aksi takdirde, bir kimse büyük günahlardan birini işlediğinde meselâ içki içtiğinde, ya da zina işlediğinde kâfir oldu denirdi. Halbuki kâfir olmaz, günahkâr olur. Tevbe kapısı ise açıktır. Samimi bir pişmanlık ve tevbe ile ve bir daha yapmamaya kesin azmederek o günahın kirinden tamamen kurtulması da mümkündür.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamaları yapar:

“Günah-ı kebireyi (büyük günahı) işleyen, nasıl mü'min kalabilir?" diye suallerine cevab ise; … Nefs-i insaniye, muaccel (peşin) ve hazır bir dirhem lezzeti; müeccel (ileride), gaib (görünmeyen) bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azabdan daha ziyade çekinir. Hem insanda hissiyat (duygular) galib olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı (hazır lezzeti), ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden (ilerdeki azabdan) ziyade (fazla) çekinir. Çünki tevehhüm (evham etmek) ve heves ve hiss, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlub oluyorlar. Şu halde kebairi (büyük günahları) işlemek, imansızlıktan gelmiyor, belki hiss ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.” (13. Lem’a)

Bununla beraber, günahların kalbi kararta kararta zamanla iman nurunu kalbden çıkarabildiği de Peygamberimiz (asm) tarafından hadiste bildirilmiştir. Üstad, bu hadisi şöyle açıklamıştır:

“Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.

Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği (utandığı) zaman, melaike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem meselâ: Cehennem azabını intaç eden (netice veren) büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennem'in ademini (olmamasını) arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şübhe, Cehennem'in inkârına cesaret veriyor.

Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti (kulluk vazifesini) yerine getirmeyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden (azardan) müteessir olan (etkilenen) o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed'in (Allahu Teâlâ’nın) mükerrer (tekrarlı) emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: "Keşke o vazife-i ubudiyet (ibadet vazifesi) bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir manevî adavet-i İlahiyeyi (Allah düşmanlığını) işmam eden (hissettiren) bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye (Allah’ın varlığına) dair kalbe gelse, kat'î (kesin) bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket (mahvolma) kapısı ona açılır.

O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil (karşılık), inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş manevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.” (2. Lem’a)

Bütün bu izahlarla birlikte bazen büyük günahlara alışkanlık derecesinde devam etmek imansızlıktan kaynaklanması da muhtemeldir. Üstad Hazretleri bu noktayı da şöyle izah eder:

“İnkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.
Evet kâinatta hiçbir zîşuur (şuur sahibi), kâinatın bütün eczası (parçaları) kadar şahidleri bulunan Hâlık-ı Zülcelal'i (büyüklük sahibi yaratıcıyı) inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği (yalanlayacağı) için susar, lâkayd kalır. Fakat ona iman etmek: Kur'an-ı Azîmüşşan'ın ders verdiği gibi, o Hâlık'ı (yaratıcıyı) sıfatları ile, isimleri ile umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek (doğrulamak) ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek (pişman olmak) iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.” (Emirdağ Lahikası)
 
Üst