Allah'ı Hakkıyla Takdir Etmek

Vuslat 71

Çalışkan Üye
Kademeli
Allah'ı Hakkıyla Takdir Etmek

Kuran ayetlerinde, Allah'ın gerçek sıfatları şu şekilde haber verilmektedir:

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

Ancak insanların çoğunun sahip olduğu Allah inancı, bu ayetlerde tarif edilen gerçek iman gibi değildir. Cahiliye insanları, Allah'ı, kendi kafalarında ürettikleri bazı hurafelere göre tanırlar. Bu nedenle de, O'nun sonsuz gücünü ve azametini kavrayamazlar. Kuran'da, bu kişiler "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir." (Hac Suresi, 74) ayetiyle tarif edilir. Bu kişiler, Allah'ı üstteki ayetlerde verilen sıfatlarıyla tanımamakta; O'nu kendi kafalarında, evrenin bir köşesinde oturan ve "dünya işleri"ne hiç müdahale etmeyen, ya da arada bir müdahale eden bir varlık olarak canlandırmaktadırlar.

Bu nedenle, Allah'ın gücünü hakkıyla takdir etmek, imani zincirin ilk halkalarındandır. Mümin, içinde yaşadığı cahiliye toplumundaki çarpık Allah inancından kopar ve "Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler." (Cin Suresi, 4) diyerek bu sapkın inanışları reddeder.

Mümin Allah'a Kuran'da tarif edilen vasıflarıyla inanır. Allah'ın yeryüzünde, göklerde ve kendi nefsinde yarattığı delilleri, ayetleri, iman hakikatlerini inceleyerek, Allah'ın sanatını, gücünü iyice görerek, Rabbi'ni tanır, O'nun kadrini hakkıyla takdir eder.

Ancak eğer mümin kalbini Allah'ın zikrinden ve aklını O'nu düşünmekten uzak tutarsa, bu durumda cahiliyenin sapkın Allah inancına doğru bir kayış başlar. Ve eğer kendini toparlayıp Allah inancını Kuran'a göre belirlemezse, bazı imtihan durumlarında cahiliyeye kayma tehlikesiyle yüz yüze kalabilir. Allah, bu duruma, savaş sırasında zayıflık gösteren Müslümanlardan söz ederken indirdiği ayetlerde dikkat çeker. Buna göre, bu kimseler, "... canları derdine düşerek;Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılmış"lardır. (Al-i İmran Suresi, 154)

Mümin, böyle bir duruma düşmemek için, cahiliyedeki Allah inancının bıraktığı izleri tümüyle kalbinden silmeli ve Kuran'da tarif edildiği şekilde, Allah'ı hakkıyla takdir ederek bu gerçek inancı kalbine sindirmelidir.

GÜCÜNÜN YETTİĞİ KADAR ALLAH'TAN KORKMAK

İnsan ne kadar Allah'tan korkarsa, O'nun katında o denli üstün olur. Allah korkusunda bir sınır yoktur, insan bunu Allah'tan dileyerek artırabilir. Bu konuda Kuran'da Resuller örnek olarak verilmiştir. Bu sayede müminler kendilerini onlarla kıyaslayıp, Allah korkularını daha da artırabileceklerini anlayabilirler.

Allah müminlerden olabilecek en yüksek derecede Kendisi'nden korkmalarını istemektedir. Ayetlerde, bu konuda şu hüküm verilir:

Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)

Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)

KADER
Dünyada ve hatta tüm kainatta hiçbir şey tesadüfen olmaz. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah "... Her işi evirip düzenler..." (Rad Suresi, 2). Bir başka ayete göre ise, "... O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez" (En'am Suresi, 59). Meydana gelen bütün olayları yaratan, idare eden, bu olayların başlarının ve sonlarının nasıl olacağını tayin eden Allah'tır. Kainattaki bütün yıldızların ve dünyanın her hareketini, yeryüzündeki bütün canlıların her halini, insanın nasıl yaşayacağını, ne konuşacağını, ne ile karşılaşacağını belirleyen Allah'tır. Allah kitabında "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık... " hükmünü verir. (Kamer Suresi, 49)

Bir başka ayette ise şöyle denir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Mümin bu sırrın bilincinde olarak yaşamalı, inkarcıların içinde bulundukları "cehalet" boyutuna asla inmemelidir. Eğer yaşamın "kaderi takip etmek" olduğunu anlarsa, karşısına çıkan hiçbir olay onu üzmez ya da korkutmaz. Sığındığı mağaranın kapısına kendilerini öldürmek için gelen müşriklere rağmen, yanındaki arkadaşına "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir" (Tevbe Suresi, 40) diyen Hz. Muhammed (S.A.V.) gibi emin ve güvenlikli olur.

TEVEKKÜL

Bütün olayları meydana getiren Allah'tır. Bu nedenle, olduğuna göre, bunların hepsinde mutlaka müminler için bir hayır vardır. Tüm olaylar, mutlaka dinin menfaatlerine ve müminlerin ahiretine faydalı olacak şekilde Allah tarafından tasarlanmışlardır ve bu plana göre de işlerler. Mümin, geçmiş yaşamındaki tecrübelere bakarak, her olayın sonucunda bir hayır oluştuğuna şahit olabilir.

İşte bu nedenle, mümin için tek güvenip dayanılacak dost, Allah'tır. Tek vekil O'dur. Müminin üzerine düşen, olaylar karşısında sadece Allah'ın istediği tepkileri vermek, sebeplere sarılmak, sonucunu ise Allah'tan beklemektir. Bir ayette, kafirlerin bilmediği bu büyük sır şöyle ifade edilir:

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)

Başka ayetlerde de tevekkülün sırrı yine şöyle açıklanır:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Mümin, inkarcılardan gelecek baskılara karşı şöyle demekle yükümlüdür:"Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler." (İbrahim Suresi, 12)

Bir başka ayette ise şöyle denir:

Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160)

TEFEKKÜR

Allah, inanmayanların yeryüzünde yaratılmış olan delilleri görmeden geçip gittiklerini söyler. Müminin farkı ise, Allah'ın yarattığı delilleri görebilmesidir. Mümin çevresindeki her incelikte Allah'ın kudretini ve sanatını görür, O'nu tespih eder ve O'na yakınlaşmaya yol bulur. Müminlerin bu vasfı Kuran'da şöyle anlatılır:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki
smile.gif
"Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Allah Kuran'ın birçok yerinde "düşünmez misiniz", "düşünenler için deliller vardır" ifadeleriyle müminlere tefekkürün önemini vurgulamaktadır. Ayrıca üzerinde düşünmek için Allah sonsuz malzeme yaratmıştır. Gördüğümüz, farkına vardığımız herşey Allah'ın bir tecellisi ve delili olduğuna göre göklerde, yerde ve bunların aralarında bulunan herşey bizim tefekkür vesilemizdir. Bir ayette şöyle denir:

Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 11)

Ayette "tefekkür konusu" olarak gösterilenlerin biri, örneğin hurma ağacı üzerinde biraz düşünelim. Ağaç, bilindiği gibi toprağa atılan bir tohumdan ortaya çıkar. Tohum küçücük (bir santimetre küp bile etmeyen) bir cisimdir; ama nasıl olur bilinmez, o tohumun içinden kısa süre içinde 4-5 metre uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev bir tahta kütlesi oluşur. Tohumun bu dev tahta parçasını yaparken kullanabileceği tek malzeme ise içine gömülü olduğu topraktır.

Peki ama tohum nasıl ağaç üretmeyi bilir? Nasıl olur da etrafındaki toprağın içinde gerekli malzemeleri ayrıştırıp bunları tahta dokusu oluşturmak için kullanmayı "akledebilir"? Nasıl olur da ürettiği ağacın nasıl bir şekle ve yapıya sahip olması gerektiğini tahmin edebilir? Bu son soru özellikle önemlidir. Çünkü tohumdan herhangi bir tahta parçası çıkmamaktadır. Tohum, içinde damarlar bulunan, topraktaki maddeleri özümsemek için gereken köklere sahip ve üst kısmı da dallara ayrılan son derece iyi tasarlanmış bir canlı madde üretmektedir. İnsan bile iyi bir ağaç resmi çizmek gerektiğinde zorlanır; ağacın köklerindeki ve dallarındaki ayrıntıları çizmek zor bir iştir çünkü. Oysa tohum, çizmek şöyle dursun, bu son derece kompleks cismi topraktaki malzemeleri kullanarak sıfırdan üretmektedir.

Bu durumda tohumun son derece akıllı, hatta bizden de akıllı bir varlık olduğu sonucuna varırız. Daha doğrusu, tohumun içinde son derece etkileyici bir akıl vardır. Peki bu akıl bu tohuma nereden, nasıl gelmiştir? Nasıl olur da bir çekirdek, böyle bir akla ve hafızaya sahip olabilir?

Kuşkusuz bunun tek bir cevabı vardır: Tohum, Allah tarafından ağaç yapabilecek yeteneğe sahip olarak yaratılmış, programlanmıştır. Toprağa atılan her tohum, Allah'ın ilmi ile kuşatılmıştır, O'nun ilmi ile büyür. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:

Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)

Tohumu yaratan da, toprağın içine düştüğünde onu yarıp içinden yeni bir bitkiyi çıkaran da Allah'tır. Bir diğer ayette şöyle denir:

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (En'am Suresi, 95)

Tohum, Allah'ın evrende yarattığı sonsuz sayıdaki "tefekkür malzemesi"nden, ya da "iman hakikati"nden yalnızca birisidir. İnsan, aklını saran kalın gaflet perdesini sıyırır da, "nasıl", "neden" gibi sorularla ve vicdanıyla düşünürse, tüm evrenin Allah'ın varlığının ve gücünün delilinden başka birşey olmadığını rahatlıkla görebilir.

DİKKATLİ OLMAK

Tefekkürün önemli bir parçası da dikkattir. Başta da belirttiğimiz gibi, Allah, tüm evreni ve o evrenin her parçasını Kendi varlığının delillerini göstermek için yaratmıştır. Ancak kafirler bu gerçeği kavrayamazlar. Çünkü bu inceliği kavrayacak bir "görme" yeteneğine sahip değildirler. Kuran'da ifade edildiği şekliyle "... gözleri vardır bununla görmezler..." (Araf Suresi, 179). Gözleriyle gördükleri maddesel evrenin üzerindeki ince perdeyi kaldırıp, arkasındaki büyük gerçeği farkedebilecek bir akla ve kavrayışa sahip değildirler.

Mümin ise, kainatın Allah tarafından ve bir hikmet, bir amaç ile yaratıldığını kabul etmekle, bu, gözleri olan ama görmeyen güruhtan ayrılır. Ancak bu kabul imanın ilk aşamasıdır. İman ve ona paralel olarak akıl geliştikçe, mümin kabul ettiği bu büyük gerçeği karşısına çıkan her ayrıntıda teşhis etmeye başlar.

İslam geleneğinde, imanın söz konusu gelişimi üç aşamaya ayrılır; İlm-el yakin, Ayn-el yakin, Hakk-el yakin.

Bu evreleri açıklamak için kullanılan bir yağmur örneği vardır. Dışarıda yağmurun yağdığını bilmenin üç derecesi bulunur. Birinci derecede (ilm-el yakin), bir kişi pencereleri kapalı bir biçimde evinde oturmakta iken dışarıdan gelen birisi, ona yağmurun yağdığını söyler ve o da onun doğruluğuna inanır. İkinci derece, ayn-el yakin, yani gözle kavrama derecesidir: Kişi, pencerenin yanına gider, perdeyi aralar ve yağmurun yağdığını gözleriyle görür. Hakk-el yakin de ise, kapıyı açar ve evden çıkar; artık yağmurun "içinde"dir.

İşte imanın ilm-el yakinden ayn-el yakin'e, hatta daha da ilerisine gitmesi için yapılması gereken fiili dualardan biri, dikkatli olmaktır.

Çünkü Allah'ın ayetlerini görebilmek, kafirler gibi "bakan kör"lerden olmamak için, bu gerekir. Nitekim Kuran'da müminler, Allah'ı kavramak için dikkatli olmaya çağırılmaktadır:

Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)

Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)

Zihin, Allah'ın ayetlerini görebilmesi için eğitilmeli ve sürekli bu konuyu düşünmesi için zorlanmalıdır. Aksi halde, kendi başına bırakılan bir zihin, kontrolsüz bir biçimde dolaşmaya başlar. Bir kaç saniye içinde konudan konuya atlar ve "boş işler"le, gereksiz ayrıntılarla, küçük hesaplarla kendini meşgul eder. Bu, bir tür sarhoşluktur. Kişi, aklını kontrol edemez. Herhangi bir konu üzerinde yoğunlaşıp dikkatini toplayamaz. Böyle olunca da, hem etrafında gelişen olayların inceliklerini kavrayamaz, yani tefekkür edemez, hem de bu olaylara müdahale edecek bir iradeye sahip olamaz. Aksine, zihni, o olaylar tarafından yönlendirilir. Tam anlamıyla bir "şaşkın"dır. Bu ise müminlere değil, kafirlere ait bir zihinsel durumdur. Allah, inkar edenlerin şaşkınlığını da şöyle tarifeder:

... Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 31)

Mümin, Allah'ın izniyle aklını dilediği gibi yönlendiren, aklını sürekli Allah'ı tanımak, O'nun dinine hizmet etmek için kullanan insandır. Aklına boş bir düşünce geldiğinde, aklını bundan kurtarır. Şeytan aklına bir kuşku ya da kuruntu soktuğunda ise yine Kuran'ın tarif ettiği şekilde zihnini bu baskıdan kurtarır. İşte tüm bu "aklı temiz tutma"çabasının en önemli parçası dikkattir.

HER İŞTE BİR HAYIR OLMASI

Allah herşeyi bir hikmet üzerine yaratır. Bu hikmetlerden biri de, meydana getirdiği olayların sonucunun müminlere yarar vermesi, dine fayda getirmesidir. Çünkü Allah müminlerle beraberdir ve müminlerin aleyhine yol vermez.

Müminin karşısına çıkan bazı olaylar, örneğin inkarcıların kurduğu bir tuzak, ilk bakışta olumsuz, aleyhte bir durum gibi gözükebilir; ama Allah mutlaka bunda da bir hayır yaratmıştır. Bu olayda ne gibi hayırlar olduğunu da hemen veya zaman içerisinde müminlere gösterir. Bu yüzden müminlerin de karşılaştıkları her olayda bir hayır olduğunu bilmeleri gerekir.

Kuran kıssalarında bu konuya örnek teşkil eden birçok olay anlatılmaktadır. Hz. Yusuf'un hayatı, bunların en çarpıcılarından biridir. Hz. Yusuf, küçük bir çocukken kardeşleri tarafından kuyuya atılmış, sonra oradan kurtulmuş, ama bir zaman sonra da masum olduğu halde, suçlanarak zindana atılmıştır. Böyle bir bir insan, eğer imana ve onun getirdiği bilince sahip değilse, büyük talihsizliklerle karşı karşıya olduğunu, başına hep felaketlerin geldiğini düşünecektir. Oysa Hz. Yusuf, tüm bu olayların Allah'ın kontrolünde geliştiğini ve hepsinde mutlaka bir hayır olduğunu hiçbir zaman unutmamıştır. NitekimAllah bir süre sonra tüm bu "felaket"lerin arkasındaki hayrı göstermiş ve Hz. Yusuf, atıldığı Mısır zindanlarından kurtularak o ülkenin yönetiminde söz sahibi bir kişi olmuştur.

Bindiği gemide "kim denize atılacak" diye kura çekilen, kura kendisine isabet edip denize atılan, sonra da dev bir balık tarafından yutulan Hz. Yunus'un durumu da daha farklı değildir. Kuran'da, Hz. Yunus'un Allah'ı "tespih edenlerden" olduğu için o yerden kurtarıldığı ve sonra da hakimiyetle ödüllendirildiği anlatılır:

Eğer (Allah'ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,

Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.

Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.

Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.

Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 143-148)

Kuran kıssalarında anlatılan tüm bu örnekler, insana önemli bir ders verir: Bir olayın "felaket" gibi görünmesi, onun gerçekte öyle olduğu anlamına gelmez. Eğer bir mümin, Allah'a güvenip dayanırsa, O'ndan yardım diler, O'na sığınırsa, onun başına gelecek hiçbir olay "kötü" değildir. Allah yalnızca onu imtihan etmek, Kendisi'ne olan sadakat ve inancını sağlamlaştırmak için çeşitli zorluklar meydana getirir, ama bunların hepsinin hayırlı bir sonucu olur.

İnkarcılar için ise bu durumun tam tersi söz konusudur. Hiçbir olay onlar için "hayırlı" değildir. Onlara zevk ve neşe veren, güzel gibi görünen şeyler de gerçekte ahirette çekecekleri azabı artıran sebepler olacaktır. Haksız olarak elde ettikleri tüm kazançlar, hesabı sorulacak birer günah olarak yazılmaktadır. Allah, kitabında şu hükmü verir:

Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 180)
 

enes61

KF Ailesinden
Özel Üye
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)


................Allahu ekber........
 
Üst