Allah Sevgisi

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Bu sevgi İslâm'daki mânevî hayatın temelidir. Bu temele
dayanmayan ibadet ve ahlâk gibi davranışlar İslâm açısından bir anlam ifade
etmez. Bir mümin severek Allah'a itaat ve ibadet ederse, onun emirlerine ve
yasaklarına uyarsa bunun değeri vardır. Allah Teâlâ'yı seven onun kelâmı
olan Kur'an'ı ve resulü olan Hz. Muhammed'i, onun dava arkadaşları olan
sahâbeyi de sever. Kısaca Allah'ın sevdiği herkesi ve her şeyi sever.
Kur'an'da Allah sevgisi üzerinde önemle durulur. Yüce Allah şöyle buyurur:
"İman edenler Allah'a olan sevgileri ise çok fazladır" (el-Bakara 2/115). Şiddetli
ve çok sevgi aşk demektir. Bu âyet başta olmak üzere birçok âyette muhabbetullah
denilen Allah sevgisine ve ilâhî aşka işaret edilir.
Bir müslüman Allah'ı, Resulü'nü ve Allah yolunda mücadele etmeyi babasından
oğullarından, kardeşlerinden, eşlerinden, kabilesinden, servetinden,
ticaretinden ve meskeninden daha çok sevmekle yükümlüdür. Eğer
daha çok sevmezse Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın hükmü tecelli edene kadar
bekleyin, Allah günahkâr bir toplumu hidayete erdirmez" (et-Tevbe 9/24)
tehdidine muhatap olur. Bunun anlamı şudur: Bir müslümanın Allah'ı, Resulü’nü
ve Allah yolunda mücadele etmeyi yürekten sevmesi ve bu sevgi ve
isteğini her zaman diğer şeylerden önde tutması gerekir.
Hz. Peygamber "Allah ve Resulü'nü diğer şeylerden daha fazla sevmeyen
kimse imanın hazzına eremez" deyince Hz. Ömer, "Ey Allah Resulü!
Kendim hariç seni herkesten ve her şeyden çok seviyorum" demiş, Hz. Peygamber
de "Olmadı yâ Ömer!" demişti. Hz. Ömer, "O halde seni kendimden de çok seviyorum" deyince Resûlullah "Şimdi oldu yâ Ömer!" buyurdu
(Buhârî, “Îmân”, 9; Müslim, “Îmân”, 15).
İslâm'da Allah'la kulları arasındaki sevgi karşılıklıdır. Allah kullarını sever,
kulları da onu severler. Kur'an şöyle der: "Ey iman edenler! İçinizden
her kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allah
onları sever, onlar da Allah'ı severler" (el-Mâide 5/54). İslâm inancına göre
Allah Teâlâ vedûd ve velîdir. Yani mümin kullarını çok sever ve onları dost
edinir.
Kur'an'da Allah'ın hangi kullarını sevdiği şöyle açıklanır:
"Allah âdil olanları sever" (el-Mümtehine 60/8; el-Hucurât 49/9). "Allah
temiz insanları sever" (et-Tevbe 9/108; el-Bakara 2/222). "Allah takvâ sahibi
kullarını sever" (Âl-i İmrân 3/76, et-Tevbe 9/4, 7). "Allah ihsan sahibi dürüst
kişileri sever" (Âl-i İmrân 3/148, el-Mâide 5/13, 93). "Allah tevekkül ehlini
sever" (Âl-i İmrân 3/159). "Allah sabırlıları sever" (Âl-i İmrân 3/146). "Allah
tövbe edenleri sever" (el-Bakara 2/222).
Yüce Allah, Peygamberimiz'i herkesten çok sevdiği için ona "habîbullah" (Allah'ın
sevgilisi) denilmiştir (Tirmizî, “Menâkıb”, 1). Nitekim Hz. İbrâhim için
de “halîlullah” (Allah'ın dostu) ifadesi kullanılmıştır.
Burada sözü edilen adalet (kıst, vera‘), temizlik, takvâ, ihsan, tevekkül,
sabır, tövbe tasavvufun temel kavramlarıdır. Sûfîler ve velîler Allah'ın sevgili
kulu olma mertebesine ermek için bu hususları büyük bir özenle gerçekleştirmeye
çalışır, ilâhî sevgiden mahrum olmamak için bunların zıddı olan
hususlardan dikkatle kaçınırlar. Çünkü Allah zâlimleri, kâfirleri, günahkârları,
kibirlileri, hâinleri, bozguncuları, müsrifleri, saldırganları sevmez (eşŞûrâ
42/40, el-Bakara 2/176, en-Nisâ 4/107, el-Hadîd 57/23, el-Hac 22/38, el-
Mâide 5/64, el-A‘râf 7/31, el-Mâide 5/87).
Seven sevgilisine itaat eder, ona tâbi olur, onu razı etmeye çalışır, emirlerine
uyar, onu darıltacak davranışlardan sakınır. Kısaca sevginin sonucu
Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmaktır.
Allah'ın peygamberine uymak Allah'ın sevgisini kazandırır. Onun için
yüce Allah buyurur: "Ya Muhammed: De ki eğer Allah'ı seviyorsanız bana
tâbi olun ki O da sizi sevsin" (en-Nisâ 4/80).
Resûlullah'a itaat Allah'a itaat demektir: "Resûlullah'a itaat eden Allah'a
itaat etmiştir" (en-Nisâ 4/80). Hz. Peygamber, müminlerin Allah için birbirini sevmeleri gerektiğini
önemle vurgulamıştır. Kutsî bir hadiste, "Benim için birbirini sevenleri sevmem
vâciptir" (Muvatta, “Şiir”, 16; Müsned, V, 233) buyurulmuştur. Hz. Peygamber,
"Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" (Müslim, “Îmân”, 93; Ebû
Dâvud, “Edeb”, 131). "Bir kimse kendisi için istediği bir şeyi mümin kardeşi
için istemedikçe iman etmiş olmaz" (Buhârî, “Îmân”, 7) buyurarak bu sevgi ile
kâmil iman arasında sıkı bir bağ bulunduğuna işaret etmiştir.
İslâm, müminleri sevgi ve dostluk bağlarıyla birbirine bağlamış, kaynaştırmış
ve böylece fertleri birbirine kenetlenmiş bir toplum meydana getirmiştir.
Sevgi bağı hem müslümanları Allah'a ve Resulü'ne, hem de birbirlerine
bağlar. Müslümanlar iyi ve kötü günlerde, mutlu ve sıkıntılı zamanlarda
daima bir arada olurlar. Hz. Peygamber, "Kişi sevdiğiyle beraberdir" buyurmuştur
(Buhârî, “Edeb”, 69; Müslim, “Birr”, 165).
Bir müslüman Allah'ın gazabına uğramamak ve cehennem azabından
kurtulmak için yaratıcısına ibadet eder. Bu amaçla ibadet etmek câizdir.
Genellikle halk, özellikle zâhidler ve âbidler bu maksatla ibadet ederler. Cennete
girmek ve oradaki nimetlerden yararlanmak için Allah'a ibadet ise evvelkine
göre bir derece daha üstündür. Fakat sırf Allah'ın emrine uymak,
rızâsını kazanmak için Allah'a ibadet etmek daha üstün bir mertebedir. Bu
ibadet sevgi temeline dayanır. Sevenin sevgilisine itaat etmesi türünden bir
boyun eğme ve emredileni gönül hoşluğu ile yerine getirme halidir. Peygamberlerin,
sağ iken cennetle müjdelenen on sahâbenin, velîlerin ve âriflerin
ibadetleri böyledir. Râbia el-Adeviyye'nin dediği gibi onlar cehennem ve
cennet olmasa da Allah'a ibadet eder, ona itaati canlarına minnet bilirler.
Nitekim bu konudaki hadislerden birinde, "Suhayb, Allah'ın ne hoş bir kuludur
ki ondan korkusu olmasa bile günah işlemez", diğerinde, "Ebû Huzeyfe'nin
âzatlası Sâlim, Allah'a âşık olduğundan O’ndan korkmasa bile günah
işlemez" (Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, II, 323) buyurulmuştur.
Tasavvufta hedef bir müslümanın gönüllü olarak ve seve seve Allah'a
ibadet etmesini sağlamaktır. Bu mertebede ibadet insana zor gelmez, tersine
ona haz ve huzur verir. İbadet halinde olmaması ise onu rahatsız eder. Hz.
Peygamber zamanında var olan bu anlayış ondan sonra gelişerek devam
etmiştir. Bu hareketin en önemli temsilcisi hicrî II. (VIII.) asrın ikinci yarısında
yetişmiş olan ünlü sûfî Râbia el-Adeviyye'dir (ö. 185/801). Bu tarihten
sonra bu anlayışın yaygınlaşarak ve gelişerek devam etmesi tasavvufun
İslâmî bir hareket olarak ortaya çıkmasına sebep olan faktörlerin başında
gelir. Zühd ile tasavvuf arasındaki en önemli fark zühdde korku, tasavvufta sevgi unsurunun ağır basmasıdır. Zühd hareketinde korku sevgiyi, tasavvuf
hareketinde ise sevgi korkuyu kapsar. Zühd âhirette kurtuluşu amaçlayan
nisbeten özel bir mânevî hal, tasavvuf ise bu hayata dayanan ama daha çok
Allah'ın rızâsını ve sevgisini kazanmayı amaçlayan daha kapsamlı mânevî
hayattır.
Tasavvufta Allah sevgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için
sûfîlerin üzerinde özenle durdukları ve önemle açıkladıkları şu hadîs-i şerife
bakmak yeterlidir. Kutsî hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kulum farz ibadetlerle
yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Nâfile ibadetlerle
de bana yaklaşır. O kadar çok yaklaşır ki ben onun gören gözü, işiten kulağı,
tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık o benimle görür, benimle işitir,
benimle tutar, benimle yürür. Böyle bir kul bana sığınırsa onu korurum,
benden bir şey isterse dileğini yerine getiririm" (Buhârî, “Rikak”, 38).
Tasavvuf kulun Allah'a yaklaşması ve O’nunla böyle bir mânevî ilişki
kurmasıdır. Allah kuluna şah damarından daha yakındır (Kaf 50/16). Allah'ın
bir ismi “el-karîb”dir. Yani o her zaman herkese yakındır. Fakat sevdiği
kullarına özel bir anlamda yakındır. Allah'ın yakınlığını kazanan insanlara
mukarreb denir (el-Vâkıa 56/88-89).
Müslümanların iman ve ibadet itibariyle çeşitli dereceleri vardır. Bir hadiste
imanın altı, İslâm'ın beş şartı sayıldıktan sonra en büyük mertebe olan ihsan
şöyle tarif edilmiştir: "İhsan, Allah'a, onu görüyormuşsun gibi ibadet etmektir,
her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir" (Buhârî, “Îmân”,
37; Müslim, “Îmân”, 57). Kur'ân-ı Kerîm'de, "İhsan üzerine olunuz, Allah ihsan
üzere olanları sever" (el-Bakara 2/195; el-Mâide 93) buyurulmuştur. Mutasavvıflar
bu hadisten İslâm'ın üç mertebesi olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Bunlar
sırasıyla İslâm, iman ve ihsan mertebeleridir. İslâm zâhir, iman zâhir ve bâtındır.
İhsan ise zâhir ve bâtının hakikatidir. İslâm'da bilgi amelle, amel ihlâsla,
ihlâs da Allah'ın rızâsını taleple kemale erer. Bilgi, ihlâs ve rızâ bu üç mertebenin
başka bir ifadesidir. Müminler ilim, amel ve mertebe itibariyle birbirinden
farklıdırlar. Nitekim Kur'an'da şöyle buyurulur: "Kendilerine ilim verilenler derece
derecedir". "Amel edenlerin de mertebeleri vardır". "Bakın nasıl bazısını diğer
bazılarına üstün kıldık" (el-Mücâdele 58/11; el-Ahkaf 46/19; el-İsrâ 17/21).

Kunfeyekun.Org
Kaynak:Diyanet İlmihali
 
Üst